Besmeleden “Rahim” İsmini Çıkartmanın Adı Tahakkümdür.

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
BURHAN İŞCAN

Kıymetli Okurlarım; Türkiye’de yeni iktidar savaşları, üke yönetiminin yeni bir rejimle yönetileceği olasılıklarının artması üzerine başlamıştır.

Sadece iki partiden meydana gelmiş bir yasama organı, TBMM ve başkanlık sistemi.

Bunun adı üçüncü seçeneğe razı edecek tahakküm rejimidir. Müstemlekelik politikası ortamının oluşturulmasıdır.

Bir taraftan bu oluşum sinsi planlar dahilinde hazırlanırken, diğer taraftanda bu oluşum ; çok ustaca sergilenen illüzyonla gizlenmeye çalışılmakta iş oldu bittiye getirilmek istenmektedir.

Bundan önceki yazımda; Gazeteci Nazlı Ilıcak, “Şapkadan tavşan çıkarmak” adlı köşe yazısına; “AK Parti hükümeti "şapkadan tavşan çıkarmaya" meraklı. Daha önce programda ya da seçim beyannamesinde öngörülmeyen, hatta tersi savunulan ilkeler göz ardı ediliyor. Toplumun hayatını derinden etkileyecek değişiklikler, akşamdan sabaha, gündeme getiriliyor.” diyerek başlamış ve yazısını şöyle de bitirmiş, “Ama insan ister istemez soruyor: Niçin Başbakanlık'ta? Neden kapalı kapılar ardında?” diye başlamıştım. İşte kapalı kapılar ardında tezgahlanıp, şapkadan hoppadanak çıkartılacak şey bu rejim değişikliğidir.

Balık hafızalı olmayanlar; hem Yeni CHP nin oluşumunu, hemde MHP ye kurulan seks kasedi tuzaklarını çok iyi hatırlar. Yaklaşan tehlike Türkiye’yi tahakküm altında tutmaktır. Bu tehlikeyi gerek kendi İnternet sitelerimde gerekse yazılarımı yayınlayan tüm internet sistelerinde yayınlanan çeşitli yazılarımda belirtmekteyim. Bununla da kalmayıp, çözüm önerim olan “e-devlet şeffaflık ve kontrolünde yarı doğrudan demokrasi hükümet şekilleri yönetim rejimi” modelini de tanıtmaktayım.

Çözüm üretemeyenler aslında sorunu bilmiyor demektir. Zira her güçlüğün bir kolaylığı ve bir de çözümü mevcuttur. İş samimi olarak bunların arayışına girmektedir.

Ülkemizin temel sorunu devletcilik anlayışı ve devlet politikası yoksunluğudur. Bu durum da tabiatıyla devlete olan güvensizliği; o da sığınılacak güvenilir devlet ihtiyacını ortaya koymaktadır.

“Devlet işlerine karışmayanlara; kendi iş ve sorunlarının güçlüğü ile uğraşan sessiz yurttaş değil, hiçbir işe yaramayan gözü ile bakıyoruz. Bir politikayı ancak birkaç kişi ortaya koyabilir; ama hepimiz, onu yargılayacak yeteneklere sahip olmalıyız. Biz tartışmaya siyasal eylemin önüne dikilen bir engel değil, bilgece davranmanın ön hazırlığı olarak bakarız” demiş Perikles. Gelişmemiş veya yarı gelişmiş toplumlarda bu her zaman mümkün olmamaktadır.

Son zamanlarda kasıtlı oluşturulan tartışmalarda bu gerçeği ve bu gerçekten dolayı ihtiyacı ortaya koymuştur.

Ülkemizin bir akil adamlar meclisi yani onlardan müteşekkil bir senatoya ihtiyacı vardır. Bu senatonun asli görevi devlet politikası oluşturmak ve yürütmenin bu politikaya uyumunu sağlamak olmalıdır. Dolayısıyla devletin yönetiminin denetlenmesi ve hesap vericilik de bu organın görevi olmalıdır.  Dokunulmazlıklara bu organ karar vermelidir. 1980 Darbecilerinin ilk işi senatoyu, besmeleden Rahim İsmini kaldırır gibi bu organı kaldırmak olmuştu.

 

Toplumumuzda iki şey çok moda oldu şu son günlerde. Birincisi yanlışa bir başka yanlışla mukabele etmek, diğeri de; sahtesine veya yanlış uygulanına bakarak gerçeği hakkında yanlış yargılama yapmak.

Hükümetin yanlış politikalarının sonuçlarını kamufle etmek için ustaca gündemi değiştirken, şapkadan tavşan çıkarırcasına başka yanlışların varlığını işaret etmesi artık olağan olmuştur. Bunun sebebi asıl hedefe ulaşmayı sağlayacak güveni korumaktır. Güvensizlikleri dikkat dağıtarak kamufle etmek

Bunda çeşitli maksatlar vardır.  Başta maksat; sorunların sürmesinden çözme umudu verip nemalanmaktır. Sonraki maksat; yanlışın varlığını işaret edip, başka bir yanlışın oluşmasına zemin hazırlamaktır. Daha sonrakiler malum..Çoğunlukcu demokrasi efkarını yanılgıda tutmak gibi.

Tartışmalar eylemlerin önünde engel değil, bilgece davranmanın ön hazırlıklarıdır. Bir fikri en az bir bilgi meydana getirir. Fikirler, içeriğindeki  sağlam bilgilerin adedince ve geçerliliğince kuvvetlidir. Tartışmalar; sağlam ve geçerli bilgiler tarafından oluşturulmuş fikirlerle çürük olanları elemek içindir. Toplumumuzda  maalesef tartışma bilinci halen oluşmamıştır. Tartışmalar, bilgiler içeren fikirlerden değil; genelde duyumlardan oluşan ön yargılı peşin hükümler üzerinde kurulan sabit fikirler üzerinden yapılmaktadır.

Bu gün toplumumuzun en büyük eksikliği AKİL ADAMLAR MECLİSİ dir. Toplumu ilgilendiren ve özellikle bilimsel özellik taşıyan konuların tartışma ortamı; akil adamlar meclisi olmalıdır. Evet toplum içinde akil adamlar pek çok olabilir. Ancak kontrolsüz güç güç değildir. Toplum içindeki bu akillerin gelişigüzel fikir beyan etmesi yanlış algılamaların gelişmesine sebep olur.

“Demokrasi, temsili ve çoğulcu karakteri ile seçmene hesap verilmesini, kamu makamlarının hukuka uymak yükümlülüğünü ve adaletin yansız bir şekilde dağıtılmasını da zorunlu kılar. Kimse hukukun üstünde olamaz.” Paris Şartı “İnsanlar yasaları (nomoi), adaletin işlemesi ve şiddetin onun kölesi olması için oluşturdu.” Euripides “Hiç kimse onu bulandırmadığı ve ihlal etmediği sürece hukuk, teneffüs ettiğimiz hava gibi görünmez ve tutulmaz bir şekilde etrafımızı kaplar. Hukuk ancak kaybettiğimizi anladığımız zaman değerinin farkına vardığımız sağlık gibi sezilmez bir şeydir.” Pierre Calamanderi “Adalet, herkese kendi hakkını vermek konusunda kat’i ve devamlı bir iradedir.” Lustinianus “Adalet… Onurlu yaşamak, başkasına zarar vermemek, herkese kendine ait olanı vermek.” Ulpianus “Adalet mülkün temelidir.” Nizamülmülk

Senatonun görevleri içinde bütün bunlar mevcuttur.

AKP,  toplumumuzun bu açığını çok iyi değerlendirmektedir. Bu yüzdende toplumun dikkatlerini uzunca bir müddet dağıtacak tartışma konularını şapkadan birer birer çıkartmaktadır. Güzelde bunlar hangi tartışma ortamlarında değerlendirilmektedir? İşte mesele, yani esas sorun budur. AKP bunun bilincinde bu açığı çok güzel değerlendirip ülkemizi üçüncü seçeneğe razı ettirmeye gayret etmektedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi tümüyle; işi gücü bırakmış,  Başbakan Erdoğan’ın Küresel Yönetim Biçimlendirilmesinde üstlendiği misyonun bireysel hedef ve çıkarlarına yönelik seferberlik içine girmiştir. Başkanlık veya yarı başkanlık hesap ve arzularını gerçekleştirmek için yoğun bir çaba gösterilmektedir.  Sadece AKP de mi hazırlıklar. Yerli iktidar seçkinleri arasında iktidar savaşları çoktan başladı. TBMM nin iki partiden müteşekkil olması emrine uygun  talep iktidar savaşlarını hızlandırdı.  Son günlerde, Türkiye’nin içine girdiği gündem karmaşası ve istismar enflasyonu, milletimizin enerjisini ve heyecanını bir hayli zayıflatmış ve zaafa düşürdüğü için bu savaş pek fazla görülmüyor. Bu doğrultuda bir mesele çözülmeden, makul ve kabul edilebilir bir noktaya getirilmeden; yeni sorunlar, yeni girdaplar ve yeni muammalar hemen varlığını göstermektedir

Başbakan Erdoğan’ın fantezi fikirleri, provakatif düşünceleri, kışkırtıcı beyanları değildir bunlar. Bunlar politikayı devreye koyanların, uygulayanların hezeyanlarıdır. Bu hezeyanlar  ülkemizi maalesef üçüncü seçeneğe razı olma çıkmazına  sürüklemiştir.

Hezeyanlar  bulanık suda balık avlama merakı, çapsız ve düzeysiz konulardan fayda uman kurnazlıklar  artık kaldırılamayacak ve tahammül edilemeyecek bir aşamaya ulaşmıştır.

Sözlerle niyetler arasındaki terslik, icraatlarla vaatler arasındaki uyumsuzluk ve amaçlarla araçlar arasındaki uygunsuzluk bugün çok daha fazla görünür, fark edilir ve hissedilir bir hale gelmiştir. Bu zihniyet milletimizi kısır bir döngünün içine sokarak, gerçek sorun alanlarının üzerini perdelemekte ve küstahça da kapatmaktadır. Nitekim asıl üzerinde durulması, konuşulması ve çareler aranması gereken ne varsa ötelenmekte ve unutturulmaya çalışılmaktadır.  “İşi bilecen, işe gitmeyecen ama sorana işten geliyorum diyecen”,  yada “dostlar alışverişte görsün” mantığıdır, iktidar savaşlarındaki partililerin mantığı.

İşin aslına bakarsanız, öncelikle Türkiye bir misyon yüklenmiş AKP sorunuyla kavrulmakta ve kıvranmaktadır. Kamu efkar ve vicdanında başkanlık sistemi tartışmaları sürmekteyken, iktidar savaşlarının araya girmesi tartışmayı başka bir alana çekmeyi mecbur kıldı. Gülen Cemaati CHP yakınlaşması ve Gülen Cemaati ile AKP arasındaki gerginlik başka türlü gözlerden nasıl kaçırılabilirdi.

Bu mantıkla hükümet son politik çıkmazında yine şapkadan tavşan çıkarmayı başardı. Ve gündemi “sezaryen” ve “kürtaj” sorunları ile değiştiriverdi.

Aslında bu iki sorunun şimdi gündeme gelmesindeki tek zorunluluk sağlıktaki yolsuzlukların önlenemeyecek şekilde artmasıdır. Hükümet bir taşla iki kuş vurmayı planlamaktadır. Hükümet yolsuzlukları önlemek yerine, masraf kalemlerinde kısıntıya gitmektedir. Yolsuzluk ekonomisi politikaları uygulayan bir hükümet ve başkanından da başka bir şey beklemek hayalciliktir.

Yolsuzlukların önüne geçmek yerine, masraf kalemlerinden birini veya ikisini yok etmek, bana göre; besmeleden Rahim ismini çıkartmaktır. Bu deyim, yanlışı bir başka yanlışla telafiye kalkmanın bir başka adıdır. AKP bunu hep yapıyor. AKP bu tarz girişimleriyle, aslında kendi politik illüzyon prestijine de zarar vermektedir. Çünkü bu zamana kadar verilen vaatlerin hiç biri tutulmamıştır.  Yeni vaatler ortaya koyarak dikkatleri daha geniş bir alana yaymak istemekten başka sonuç ortaya çıkmayacaktır. Yani verilen vaatlerin adedi artacaktır sadece. Bu da sorunların sürmesinden nemalanmak isteminde olanların; üçüncü seçeneği kabul ettirme kolaylığı olacaktır.

Sezaryen  ve kürtaj sorunu insan varlığını, insanın nasıl bir varlık olduğunu bilmemenin sonucudur. Tüm bilimsel sorunların konusu gibi akil adamların çözmesi gereken bir sorundur. Fakat ne yapılıyor. Konu ulu orta konuşuluyor. Ağzı olan konuşup, eli tutan yazıyor. Çocukların oynadığı bir oyun vardır hani. Çocuklar yan yana dizilirler. Sıranın en başındaki çocuk yanındakinin kulağına bir şeyler söyler, oda yanındakine hani. Son çocuktan baştaki çocuğun ne söylediği sorulduğunda ortaya abuk sabuk bir şeyler çıkar ya işte o misal.

Ülkemizde en büyük eksiklik tartışma ortamı olmaması, kulaktan duyulanlara itibar edilmesi sorunları çözümsüzlükte bırakmaktadır hep.

Bu durum, Platon’un söylediği ;“siyasete katılmayan aydınlar, cahiller tarafından yönetilmeye mahkumdur” gerçeğini ortaya koymaktadır.

Allah zalim insanı Kuran’da Ahzab Suresinde şöyle tanımlamıştır; “insan zalimdir, çünkü o çok cahil bulunuyor” Ve bir başka ayette de şöyle denilmektedir. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” . Mevlana’ya  “ibadet ne demektir?” diye sorulduğunda; “bilmek, yine bilmek, yine bilmektir” diye tanımlamış. İşte bu yüzden Kuran’ın indirilmesi de; “oku” emriyle başlayıp, bilinmesi gerekenleri hem de amelde göstererek 23 senede tamamlanmıştır. Buradan şu sonucu çıkarıyoruz; demek ki, bilmesi gereken şeyleri öğrenmeyenler zalimlerdir. Yunus Emre’ye göre insan öğrenmeye  kendin bilerek, kendinle tanışarak başlamalı ve tanışıklıkla istişare ederek işleri kolay kılmalıdır.

Allah Kuran’da kendisini “en güzel isimler Allah’ındır” diye tanıttığı isimleriyle tanıtmıştır. Ve bu isimlerinden sadece birini Allah ismini tek başına zikreder. Diğerlerini birbirini tamlayarak ifade eder. Bu isimlerden en büyükleri şüphesiz besmelede bulunan, ve birbirini tamlayan  Rahman ve Rahim isimleridir.  İnsanda Rahman ve Rahim isimlerinin vekilleri olarak erkek ve dişiden meydana getirilerek birbirini tamlatılmıştır. Bunun yanı sıra, Allah Yine Kuran’da Rahman Suresinde; “ben kainatı dengeye bağlı bir ölçü içinde(mizan=adalet) yarattım, sakın dengeyi ve bu ölçüyü bozmayın” demektedir. Besmelede bu nizamı görmek mümkündür.

Tahakküm oluşturmak bu nizamı bozmak, adaleti tek taraflı tutmaktır. Tıpkı kadını bir kenara itmek, onu güçsüz kabul etmek gibi.  Bu durum Allah’ın bu takdirine karşı gelip, besmeleden Rahim ismini çıkartmaktan başka hiçbir şey değildir.

Milletin iradesi göz ardı edilemez. Ne devletten millet kavramı çıkarılamaz.

Bunu yapmak besmeleden Rahim ismini çıkarmakla eşdeğerde  değilmidir?

“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”

Geçenlerde, hemen birkaç gün önce facebook ta şöyle bir paylaşım vardı.

“ALDATAN KOCAYA TAHAMMÜL ETMEK, İBADETTİR”

Bir TV Kanalındaki söyleşi programından;

Soru: “Aldatılan kadın ne yapmalı?”

Cevap: “Şimdi siz iki kötü durumla karşı karşıyasınız ve bunlardan birisini seçmek zorundasınız. Ya boşanır bunun zorluklarını göze alarak katlanırsınız ki, bu çok zordur ve hangi kötülüklere sebep olacağını bilemezsiniz. Ya da bu meseleyi içinizde sürekli taşır ve beraberliğe katlanırsınız.

Şahsen ben size ikinci yolu tavsiye ederim. Çünkü böylece kocanızı da kurtarmış olursunuz. Tahammül için ve onun düzelmesi için Allah’a sürekli dua edersiniz.

Bu da sizin ibadetiniz olmuş olur.

Kısacası, Aldatan kocaya tahammül etmek, ibadettir.”

Soruya Cevap veren Prof. Faruk Beşer.

İlk tepki:

Başbakanın “Dindar(!)” nesillerini işte bu öğretim üyeleri, sizin ödediğiniz vergilerle yetiştirecek.          

Yorum Yüce Türk Milletinin…

Altına yaptığım yorumu da aynen kopyalıyorum. O da şöyle;

Yine bir algılama ve algılatma hatası ile karşı karşıyayız. Evet İslam ıslahat dinidir. Islah etme düzeltme dinidir. Bu sebeple günde beş vakit camilerden ezanla SALAHA ve FELAHA çağrılır insanlar. İslam’ın daha doğrusu İnsanlığın manifesto kitabı Kuran'dır. Kuran'dan, dolayısıyla İslam Dininden bir haber insanların ıslahtan da bir haber olması normaldir.. Faruk Beşer Bey, Islah etmenin ibadet olduğunu söylüyor. Bu doğrudur. Ancak yanlış olan Tahakküme meydan verecek şekilde sabrı yorumlamasıdır. Kuranda da, İnsan yeryüzünde ıslahatcı (düzenleyici) olarak görevlendirilmiştir diye yazar. YANİ ISLAH ETMEK CİHADTIR VE ONDAN DAHA  DEĞERLİ  İBADETTİR. Sabır kelimesi de beklemek, boyun eğip rıza göstermek olarak algılanmaktadır. OYSA KURANDA SABIR, BIKMADAN USANMADAN AYNI KARARLILIKTA MÜCADELE ETMEYE DEVAM DEMEKTİR. Yani TAHAKKÜME meydan verilmemeli, boyun eğilmemelidir. Kadın kocasını ıslah olacak diye onun tahakkümüne katlanıp, beklemek anlamında sabretmek zorunda değildir. İnsan kendi durumunu düzeltmeye yeltenip bunun içinde Allah’a tevekkül etmedikce Allah kimsenin durumunu kendiliğinden değiştirmez.  Kadında kocasına karşı yaptırımlar uygulayabilir ve ya eksiklerini giderebilir, yani ıslah politikası geliştirebilir. Eğer bunları yapamıyorsa bu sefer tahakkümle gelecek fesadın artmasına da vesile olabilir. Ehven-i şer seçimi yapmak zorunda kalabilir. Aksi takdirde, kendisine karşı zulme müsaade etmek; kocasını güçlü olduğuna ikna etmek de olarak da algılanabilir. Bu da dengeyi bozacaktır.

Bu örnekten de görüleceği gibi TAHAKKÜM konusunda doğru bilinçlenmeye bağlı olarak doğru politika geliştirmek zorundayız. Zira tahakküm etmek insan nefsinin arzu ve isteklerinin en belirginidir ve başı çekmektedir.

Ülkemizin  sorunlarına genel olarak baktığımızda karşımızda iki türlü zihniyet var. Birincisi yanlışa başka bir yanlışla mukabele edenler, diğeri çözüm üretmeyip, yanlışın varlığını başka bir yanlışın oluşumuna zemin hazırlamak için işaret edenler.

Bu iki zihniyette aynı gibi görünsede amaçlar farklıdır. Birincisinde bilinçsizlik amacı belirlememiştir. İkincisinde  amaç yorgunu yokuşa sürmektir. İki zihniyette göstermektedir ki ülkemizde akil adamlar tarafından oluşmuş bir tartışma ortamı yok. Zaten bu ortamı da her sorunda oluşturmak mümkün değil.

Prof. Faruk Beşer’in internet ortamında da hemen bulabileceğiniz; “Kürtaj ve Ceninin Yaradılış Safhaları” adlı makalesi mevcuttur. Bu makaledeki  görüşlere de  itirazlar yapılmıştır.  Burada vurgulamak istediğim şu; tartışma ortamları dengesizlikler oluşturacak şekilde hazırlanmaktadır. Bir tarafta konuya vakıf olan sadece bir kişi, diğer tarafta bilinçsiz bir sürü insan.  Profösör Faruk Beşer yanılıyor ve yanıltıyor da olabilir. Peki niye karşısında aynı düzeyde konuya vakıf olan bir kişi daha yok  Benim anlatmak istediğim; yanlış bilgiler, özellikle kulaktan doğma bilgilerle ön yargılı davranıp peşin hüküm kurma sonucu yapılan yorumların sonucunda oluşan yanlışlıktır.  İnsanlar tartışma yaparken, bilgilerine güvenip; en ufak bir araştırma yapma farklı görüşler hakkında bilgi alma davranışı içine girmemektedirler.

Zaten ülkemizdeki sürü zihniyetlerinin temelini de bu önemsemeyiş, belamların bilgisine güvenme oluşturmaktadır.

Bir yanlışın bütün doğruları götürme gibi bir gücü olmasına rağmen, bir doğrunun yanlışları yok etme gücü sınırlıdır. Ufacıcık bir leke bembeyazı kirli gösterebildiği, suya düşen sinek görülüp küçük olduğu ama  mide bulandırdığı halde; suyun içinden sineği çıkarmanız suyu temiz göstermez.

Tartışma bilinçsizliği içinde gündemin sık sık değiştirilmesinde maksat; “TOPLUM BUNU İSTİYOR” mesajı verebilmektir. “Biz ne yapıyorsak toplumun arzusuna göre yapıyoruz, bakın toplumumuz bunu istiyor” algılatması oluşturmak içindir.

İktidar olmak muktedir de olmak anlamına gelmez. İktidar, her tartışma ortamında, konuya muktedir olduğunu ortaya koymak istemektedir. Ancak bunun böyle olmadığı ortadadır.

Örneğin Kürtaj konusunda yanılgısı pek çoktur.

Yaratılmış beden görüşüne, ahiret inancına sahip olmayan bir kadın niye “bedenim benimdir” diye düşünmesin?

Dinî beden görüşüne mesafeli ya da uzak düşmüş bir kadına tecavüzcüsünün bebeğini doğurması yasayla nasıl buyrulabilir?

Böyle bir ilişki sonucunda oluşan hamilelikten kurtulma konusunda kadına yasak getirilmesi ve bu ilişki sonucunda doğacak çocuğun annesinin sahip çıkmaması halinde devlet tarafından bakılacak olması, devlet eliyle zinanın yaygınlaştırılması, kadınların sosyal hayattan koparılarak evlere kapatılması ve Türk neslinin bozulması anlamına gelecektir. Neticede devlet imkânlarının, nesebi gayri sahih insanlara hasredilmesi ve bu insanların devlet kadrolarında görevlendirilmesi, devletin bu insanlar tarafından ele geçirilmesi demek olacaktır.

Rus ruleti mantığıyla Türkiye’nin hassas sorunlarının çözüleceği nasıl umulabilir...

Oysa Kürtaj üzerine çeşitli toplanmalarla geliştirilecek ve geliştirilmiş metodlar-politikalar, kürtaja mecbur kalan kadınlar ve doğma şansına sahip olamayan bebekler açısından büyük fayda sağlayabilir.

Yetişmiş, emektar insanının kıymetini bilmekle, doğmamış bebekler için duyulacak endişe arasında da hassas bir irtibat olduğu muhakkaktır. Söz konusu olan kutsal insan hayatı olunca ben hükümetten bir de genelevlerde veya sokaklarda bedenini satmaya mecbur edilen kadınlara; bu mecburiyetten arındırılmış daha farklı hayat alanları açma yönünde girişimler beklerim.  Ancak hepimizin şahit olduğu şey, bunun yerine özgürlüklerin satılmasını mecbur kılan  ortamlar hazırlandığıdır

DİB Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Kürtaj” konusundaki görüşü şudur:

bkz. http://www.diyanet.gov.tr/turkish/diyanetyeni/KurulDetay.aspx?ID=1162).

Şimdi konumuza geri dönelim. Yani tahakküm konusuna. Bütün bu tartışmaların başlamasındaki asıl amaca yani.

Türkiye Cumhuriyeti Laik değilmidir, laikse devlet; insanların inancı gibi yaşamasının önüne sınırlar koyabilir mi?

Bu ülkede nüfusun yüzde doksan küsur kısmı Müslüman değil mi; Müslümanlıkta dinde zorlama yokken, tahakküm etmeyi hangi yetkide buluyorsunuz?

Bu soruların ve daha sorulacak bir çok sorunun cevabından göreceğiniz gibi, İktidarın asıl maksadı;sürü zihniyetinden müteşekkil çoğunlukcu demokrasiyi harekete geçirmek ve onların yardımıyla toplum bunu istiyor diyerek üçüncü seçeneğe razı ettirmektir.

Gelişmemiş bir ceninin yaşam hakkını savunurken, yaşayanların yaşam ve özgürlük haklarını tahakküm altına almanın adı; bir yanlışı işaret ederek daha büyük bir yanlışın oluşumuna zemin hazırlamaktır. Besmeleden Rahim ismini çıkarmak gibi abesle iştigaldir.

Ancak dikkat edilmesi gereken şey şudur; iktidar abesle iştigal etmemekte, ettirmektedir.

 

Burhan İŞCAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.