Türklere Uygulanan Soykırımlar

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Halit DURUCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
15.17.2013

Hedef Türk Milleti

İnsanlık tarihi, ilk çağlardan itibaren büyük bir mücadeleye tanıklık etmiştir. Bu mücadelenin sebepleri; kavimlerin varlıklarını, kültürlerini, inançlarını ve dinlerini sonsuza kadar devam ettirme arzusudur. Bu mücadele, insanlığın ilk atası olarak kabul ettiğimiz Hz. Adem’den başlamış, insanlığın ikinci atası olarak kabul ettiğimiz Hz. Nuh’a ve daha sonraki asırlara kadar devam etmiştir.

Hiç şüphe yok ki; tüm peygamberler Yüce Allah’a (c.c) sürekli şükür ve duada bulunmuşlardır. Konuyu dağıtmamak için Peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim’in ve insanlığın ikinci atası olan Hz. Nuh’un dualarına değinerek; duaların ve bedduaların günümüz milletleri üzerinde nasıl tecelli ettiğini görmeye çalışalım.

Kur-an’ı Kerim’de Hz. İbrahim’in (a.s) duası şöyle geçmektedir: “Hatırla ki İbrahim şöyle demişti: Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarını putlara tapmaktan uzak tut. Çünkü onlar (putlar) insanların bir çoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin. Ey Rabbimiz! Ey Sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem’inin (Kabe) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler. Ey Rabbimiz! şüphesiz ki sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. İhtiyar halimde bana İsmail’i ve İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir. Ey Rabbim! Beni soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duamı kabul et! Ey Rabbimiz (amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve müminleri bağışla!”

Adem-i Sani; yani insanlığın ikinci atası Hz. Nuh’un (a.s) duası da şöyledir: “Ey Rabbim! Artık bu zalim kavme karşı mağlup düştüm! Daha evvel vaat etmiş olduğun yardımı yap. Rabbim! Onlar bana isyan ettiler de, malı ve çocuğu kendisine hüsrandan başka artış getirmeyen kişiye uydular. Çok büyük hileler sergilediler, çok büyük tuzaklar kurdular! Rabbim! Yeryüzünde kafirlerden yurt tutacak, gezip dolaşacak hiç kimse bırakma. Çünkü eğer sen onları bırakırsan, kullarını saptırır ve kötülük üreten nankörlerden başkasını doğurmazlar. Rabbim! Beni, anne-babamı, evime inanmış olarak gireni, tüm inanmış erkekleri ve inanmış kadınları affet. Zalimlerin de sadece helak ve perişanlığını artır”

Yüce Allah (c.c) Hz. Nuh’un duasına şu şekilde cevap vermiştir. “Ey Nuh! toplumundan daha önce inanmış olanlar dışında hiç kimse iman etmeyecektir. Artık onların yaptıkları yüzünden tasalanıp durma. Vahyimize bağlı olarak gözlerimizin önünde gemiyi yap. Ve zulmedenler hakkında benimle karşılıklı laf edip durma. Onlar mutlaka boğulacaklardır.”

Hz Nuh, tekrar dua etmiştir: “Rabbim! Hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, bana acımazsan hüsrana uğrayanlardan olurum”

Hz. Nuh şu sebepten dolayı bu duayı etmiştir: Hz. Nuh gemisini yapıp, her hayvandan birer çifti, iman eden tüm insanları gemiye çağırmıştır. Rivayetlere göre iman edenlerin sayısı seksen kişiden ibarettir. Ancak oğlu Kenan, babasına iman etmemiş ve bu sebeple gemiye binmeyen imansızlarla birlik olup Babası Nuh ile alay etmiştir. Kenan ve iman etmeyenler tufanda boğulup yok olmuşlardır. Oğlunu gemiye binmeye ikna edemeyen Hz. Nuh: “Rabbim, oğlum benim ailemdendi. Senin vaadin elbette haktır. Sen hakimlerin hükmü en güzel verensin”

Yüce Allah (c.c) buyurdu: “Ey Nuh! O senin ailenden değildi. Yaptığı iyi olmayan bir işti.Hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman hususunda seni uyarırım”

Hz. Nuh’un gemisi, iman edenlerle birlikte uzun bir yolculuk sonunda bir dağın tepesine oturmuştur. Tevrat’ın verdiği bilgiye göre bu dağ Ağrı Dağı’dır. Kur’an-ı Kerim’e göre ise bahsi geçen dağ Cudi Dağ’ıdır. Bu farkın sebebini araştırmacılar şu şekilde açıklamışlardır: Tevrat 600 yıl sonra yeniden din adamları tarafından yazılmış; dolayısıyla Tevrat, orijinal bir din kitabı olmaktan çıkmıştır. Yahudi Din adamları, Ağrı Dağı’nın daha yüksek olduğunu düşündüklerinden ‘Cudi’ gerçeğini değiştirmişlerdir. Hiç şüphesiz ki; Cudi Dağı, Mezopotamya’ya ve Konya’ya daha yakındır ve ilk yerleşimler bu bölgelerde olmuştur. Müslümanlar için Kuran-ı Kerim’in verdiği bilgiler daha esaslıdır.

Tufan yolculuğu sonunda Nuh ve oğulları diğer iman edenlerle,Cudi Dağı’na inmişlerdir. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan Nuh (a.s) rivayetlere göre üzümden yaptığı şarabı içip, çadırında çıplak vaziyette yatmıştır. Ham, babası Nuh’un bu halini görüp, babasının üstünü örtmeyip, diğer kardeşlerini çağırarak babasını seyrettirmek istemiştir.Fakat Utanan Sam ve Yafes, derhal babalarının üzerini örterek ayıbı kapatmışlardır. Kendine gelen Nuh (a.s) olayları hatırlayınca üzülmüş ve; “Kenan lanetli olsun! kardeşlerine kullar kulu olacaktır! Sam’ın Allah’ı Rab mübarek olsun ve Kenan ona kul olsun! Allah Yafes’e genişlik versin! Sam’ın çadırlarında otursun ve Kenan ona kul olsun!”

Ham, eski Kenan diyarı Filistin (İsrail) halkının atasıdır. Bu bölge, Sayda Şehri’nden Gazza’ya dek uzanır. Yahudiler bu guruba sahip çıkarlar; ancak Tevrat’tan anlaşıldığı üzere bu kabileler lanetlenmiş ve diğer kavimlere kulluk etmeğe mahkum edilmişlerdir. Seba, Babil, Akad, Kral Nemrut, Hint Avrupa ve Afrika halkları da Kenan’ın atası Ham’ın soyundan gelmiştir.

Hz. Nuh’un, oğlu Sam için yaptığı dualar da kabul olmuş; Hz. Musa, Hz. İsa ve Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Arap topraklarına gönderilmiş ve dinlerini Arabistan üzerinden tüm insanlığa tebliğ etmişlerdir.

Hz. Nuh’un üçüncü oğlu Yafes ise Türklerin atasıdır. Yafes’in sekiz oğlundan birinin adı ‘Türk’tür. Tevrat’ta, İmam-ı Gazali’nin eserlerinde, Arap ve Batılı kaynaklarda bu çok açık bir şekilde belirtilmiştir. Hz. Nuh’un en sevdiği oğlu Yafes için özel bir duası olmuş ve aynen gerçekleşmiştir. Yafes’in torunu Türkler, dünyaya yayılarak 120 devlet ve 16 büyük imparatorluk kuran kavim olarak tarihe geçmiştir. Türkler, 900’lü yıllardan itibaren Arapların çadırlarına ve ülkelerine sahip olmaya başlamış; Hıtay, Hindistan, Kuzey Afrika ve Avrupa’yı ele geçirmişlerdir. Böylece dünyaya adalet, hoşgörü, iyilik, ilim, fen ve medeniyet taşımışlardır.

Bu coğrafyada yaşayan Türkler, Çinliler, Japonlar, Moğollar ve diğer Orta Asya kavimleri Hz. Nuh’un torunlarıdır. Dünyanın dört bir yanına yayılan Türkler, iklim ve coğrafya şartlarının tesiriyle fiziksel olarak değişime uğramışlardır. Bu sebeple; Orta Asyalı Türkler, Anadolu Türkleri ve Avrupa Türkleri fiziksel olarak birbirlerine benzemezler.

Türkler; başta Hanif Dini olmak üzere, şefkat, adalet, merhamet gibi ulvi miraslarını asırlar boyu devam ettirmiş; hakim oldukları kavimlere aynen yansıtmıştır. Ancak; asırlar sonra bu ulvi değerlerle dünyayı şekillendiren Türk Milleti’nin önüne yozlaşmış, kimliklerini yitirmiş milletler çıkmıştır. Dünyayı Türk Milleti’ne çok görmüşlerdir. Hıristiyanlığı ve Museviliği seçen milletler, İslam ile müşerref olan Türkleri dünya sahnesinden silmek için şeytanların bile aklına gelmeyecek hilelere başvurmuş; yetmemiş büyük haçlı seferleri düzenlemişlerdir. Ne var ki; Yüce Allah’ın lütfü ile bu büyük millet, tüm haçlı ordularını bertaraf etmiş; sınırlarını genişletmiştir. Avrupalı Haçlı Orduları ve başta Vatikan; Türkleri kılıç zoruyla yenmenin asla mümkün olmayacağını anlamışlardır. Türkleri yok etmenin başka yollarını aramışlardır. Türk Milleti’ni güçlü ve yenilmez kılan ulvi değerleri yok etmek için Vatikan Kilisesi’nin yetiştirdiği misyonerler, Türk yurtlarına yollanmış; inanç, kimlik, ahlak ve kültürel değerlerimizi yozlaştırmaya çalışmıştır. Bugün dikkat edersek; İslam Dini’ne mal edilmiş pek çok hurafe görürüz. Dilimizin, kültürümüzün ve ahlak anlayışımızın büyük bir hızla eriyip yok olduğuna şahit olmaktayız. Bu süreç; Osmanlı’nın çöküş dönemi olarak bildiğimiz 1700’lü yıllardan itibaren kesintisiz olarak devam etmektedir.

Atasından hayır dualı Büyük Türk Milleti, yeryüzünde nerede yerleşmiş ise o coğrafyada büyük bir baskı ve katliam ile karşılaşmıştır. 1912 yıllarında Kıbrıs’ta Türklerin köyleri, evleri, camileri ve işyerleri basılmış, yakılmıştır. 1952 yılında kurulan EOKA Terör Örgütü, İngilizlerin yönetiminde yeniden Türklere saldırmış, yüzlerce Türk katledilmiş, kadınlara ve kızlara tecavüz edilmiştir. EOKA’cı Papadoupoulus, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı esnasında korkup, Yunanistan’a sığınmıştır. BM’in girişimiyle barış sağlandıktan sonra bu katil, Güney Rum Bölgesi’ne lider olarak görevlendirilmiştir. Batılının hak ve adalet anlayışı, katilleri ödüllendirmek şeklinde tecelli etmiştir! Bu dün böyleydi, bugün de böyledir ve yarında böyle olacaktır!

Ermeniler, Osmanlı’nın en sadık tebaasıydı. Osmanlı yönetiminde 29 Ermeni Paşa olmuş, 29 kişi bakanlık görevinde bulunmuş, 32 elçilik açılmış, yüzlerce Ermeni subay ve öğretmen olmuştu. Osmanlı’da 166 ithalatçıdan 142 kişinin Ermeni olduğunu da ilave edersek, Osmanlı idaresinin Ermenileri kendi vatandaşı gibi gördüğünü anlayabiliriz. Burada şunu soralım: Dünya tarihinde azınlıklara bu kadar hak ve salahiyet tanıyan kaç devlet gösterilebilir?

1.Dünya Savaşı yıllarında, Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesine; başta Azerbaycan’ın Hocalı kasabasına ve diğer yerleşim bölgelerine Rus-Ermeni askerleri saldırılar düzenlemiş; bu saldırılarda 300 bin Azeri-Türk katledilmiştir. Kadınlara ve kızlara önce tecavüz edilmiş, sonra da işkence edilmek suretiyle şehit edilmiştir. Katliamları düzenleyenler, Osmanlı yönetimi tarafından yakalanarak idam edilmiştir.

Robert Koçeryan’ın örgütlediği Hınçak ve Taşnak Terör Örgütleri, Rus kaynaklarına göre 600 bin Türk’ü katletmiştir. Ermenilerin Türklere karşı başlattığı bu katliam karşısında Talat Paşa Hükümeti, Ermenileri tehcir etme kararı almıştır. Ancak yerlerinden ayrılmak istemeyen; katliamlarla ilgisi bulunmayan Ermeniler bu tehcirden muaf tutulmuşlardır. Ermenilerin sağlıklı ve emniyetli bir şekilde yolculuk edebilmeleri için pek çok Mehmetçiğimiz ve doktorumuz bu tehcir yolculuğunda görev almıştır. Tehcir; kış ve kıtlık döneminde yapıldığı için yolculuk esnasında pek çok Ermeni’nin yanı sıra pek çok Mehmetçiğimiz ve doktorumuz şehit olmuştur. Türk Milleti’ni bir türlü içlerine sindiremeyen Batılı-Haçlı dünyası, bu olayı ‘SOYKIRIM’ olarak tarihe mal etmek istemiştir.

Batı Trakya’da yaşayan Türkler de Yunanlıların zulmüyle karşı karşıya kalmıştır. 1923 yılında Lozan’da imzalanan nüfus mübadelesi anlaşmasının hemen ardından Yunan Hükümeti, anlaşmaları hiçe sayarak Batı Trakya Türklerine dini, siyasi, iktisadi ve kültürel soykırım uygulamıştır. Bu zulüm karşısında Türkler, dini inançlarını rahatça yaşayamaz, çocuklarına Türk isimleri veremez olmuştur. Eğitim çağına gelen Türk çocuklarına Yunan Eğitim sistemi aşılanmış, eğitim yoluyla Türklerin yabancılaşması hedeflenmiştir. Bir köyden diğer köye gitmek isteyen Türklerin gidiş-gelişleri izne bağlanmış, Türklere verilen pasaportlar iptal edilmiştir. Yıldırma ve sindirme harekatı bununla kalmamış; Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde özellikle Mora’da askeri bölgeler oluşturularak sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bu insanlık dışı uygulamalara başkaldıran Türkler katledilmiştir. Baskılara dayanamayan 400 bin Türk yurtlarını terk etmek zorunda kalmıştır.

İnsanlıktan nasibini almamış Bulgar yönetimi de; 1970-1989 yılları arasında Türkleri Bulgarlaştırmak amacıyla sistemli bir şekilde asimilasyon politikası uygulamıştır. Bulgaristan’da yaşayan binlerce Türk, Pomak ve Çingene bu politikanın kurbanı olmuştur. Asimilasyona tabi tutulanların sayısı 1.5 milyon kişiyi bulmuştur. Bulgar yönetimi; resmi kayıtlara göre 310 bin Türk’ün ismi polis zoruyla Bulgar ismiyle değiştirilmiş; Türk çocuklarının sünnet olması engellenmiş, dini ibadetler yasaklanmış, camiler ile üniversitelerdeki Türk Filolojisi Bölümleri birer birer kapatılmıştır. Türklerin sesini dünyaya duyurmaya çalışan gazeteler de Bulgar yönetimince kapatılmıştır. Türk çocuklarının sünnetli olup olmadığı Bulgar sağlıkçılar tarafından denetlenmiş; Türk ismi taşıyan mezarlar yerle bir edilmiş, Bulgar yönetiminin kanlı elleri Türklerin giyindikleri elbiselere kadar uzanmıştır. Baskılara dayanamayıp başkaldıran Türklerin üzerine Bulgar orduları gönderilmiş; yakalanan 1000 kadar Türk Belene Kampı’na gönderilerek katledilmiştir. Baskılara dayanamayan 360 bin civarındaki Türk soydaşımız, Türkiye’ye yerleşmek zorunda kalmıştı.

Çin yönetimi de Türk varlığından ciddi rahatsızlık duymaktadır. Doğu Türkistan’da yaşayan ve köle gibi çalıştırılan Türkler, Türk kızlarına ve kadınlarına yönelik cinsel tacizler sonucunda ayaklanmış; ayaklanmayı bastırmak için Çin yönetimi ordu ile müdahale etmiştir. Çin ordusunun ateş açması sonucunda 500 Türk orada şehit edilmiştir. Çin yönetimi; Türk kızlarını Çin erkekleriyle evlenmeye mecbur tutmuş, Türklerin Türk ismi almaları yasaklanmış; camiler yakılmış, ibadetler engellenmiştir. Türklere uygulanan bu soykırımlara Kaşgar’da da tepki gösterilmiş; ayaklanan binlerce Türk katledilmiştir. Katliamlara doymayan Çin yönetimi Türkistan’ı bölerek Uygur Türklerinin yaşadığı bölgeye Türkistan adını vermiş; Rus yönetimi de, Çin idaresiyle eşgüdümlü çalışarak Türkistan topraklarını Özbekistan, Türkistan, Kırgızistan ve Tacikistan olarak parçalara ayırmıştır. Özellikle Lenin ve Stalin dönemlerinde Türklere uygulanan soykırımlar had safhaya ulaşmıştır. Bu zalim diktatörler döneminde Türkler, kışın en çetin zamanlarında Himalaya dağlarına aç ve susuz olarak sürgün edilerek ölüme terk edilmiştir. Bu zulme başkaldıran Türkler ise hunharca katledilmiştir. Türk kanına susamış Stalin, 1944 yılında binlerce Kırım Türk’ünü vagonlara, binlercesini de teknelere bindirilmişti. Sözde onlara gitmeleri için izin verilmişti; ancak tekneler Karadeniz sularında Rus askerleri tarafından batırılmış, vagonlara doldurulan Türkler de kurşunlanarak katledilmiştir. Türklere ait mezarlar, camiler yok edilmiş, Türklere ait mimari ve kültürel tüm eserler tahrip edilmiştir.

Irak’ta yaşayan yaklaşık 1.5 milyon Türkmen kardeşimiz de; Irak yönetimi tarafından baskı altındadır. Özellikle Saddam Hüseyin döneminde pek çok Türkmen katledilmiştir. Şimdi ise Irak; emperyalist batılı ülkeler tarafından işgal edilmiş durumdadır. Irak içinde bir Kürdistan Bölgesi oluşturuldu. Bu oluşumun sonucunda Türkmenler kendilerini daha da yalnız hissediyorlar. Peşmergelerin, Kürtlerin ve Arapların arkasında kendi devletleri ve Batılı güçler bulunmaktadır. Türkmenlerin yanında güçlü bir Türkiye olmadığı için Türkmenler büyük bir baskı altındadır. Türkmenler yurtlarından sürülmek isteniyor. Türkmenler azınlık olarak gösteriliyor. Türkmen kardeşlerimiz katlediliyor. Türkmenlerin Musul ve Kerkük’te ne siyasi, ne iktisadi, ne kültürel hiçbir hakları bulunmuyor. Baskılarla, katliamlarla Türkmenlerin bu bölgeden çekilmeleri bekleniyor. Türkiye yönetimi ne yapıyor? Türk düşmanı, Yahudi Barzani ile ikili görüşmeler yapıyor ve Türkmenlerin sorunlarını çözecek herhangi ciddi bir adım atamıyor.Neden? Türkmen kardeşlerimiz şu anda acilen Türkiye’nin müdahale etmesini ve sorunlarına bir an evvel çözüm üretilmesini bekliyorlar.

Geçmişte bu katliamları durduracak etkili politikalar geliştirilememiştir. Geçmiş dönem iktidarlarını her fırsatta yerden yere vurmayı alışkanlık haline getiren AKP Hükümeti ise Türklerin bu çığlığına ne kadar duyarlı olabilmiştir? Çin yönetimi ziyaret ettiler; Doğu Türkistan’da büyük bir sanayi bölgesi kurulacağını ve böylece Türklerin daha müreffeh bir hayata kavuşacağını ileri sürdüler. Ancak AKP Hükümeti, Çin yönetimiyle görüştüğünde, Türklere karşı uygulanan insanlık dışı muamelelerin sona erdiğini net bir şekilde ifade edebilmiş midir? Hayır!

Sonuç olarak: Türkiye ordusuyla, milletiyle, tarihiyle, kültürüyle, bağımsızlık anlayışıyla, yer altı ve yer üstü zenginliğiyle hem bölgesel ve hem küresel güç olmak zorundadır. Batılı-Haçlı emperyalist devletlere taşeronluk yaparak Türkiye’yi lider ülke yapacaklarını iddia edenler büyük bir gaflet içindedirler. Unutmayalım ki; atasından hayır dualı Büyük Türk Milleti, Batılı-Haçlı güruhuna ve Allah’a (c.c) isyan edenlere kölelik yapması için değil, dünyada adaleti ve nizamı tesis etmek için gönderilmiştir.Bu bakımdan, Türklerin dünyaya ‘EFENDİLİK’ yapacağı günler çok yakındır. ‘Türk Asrı’ yeniden başlayacaktır! Çünkü; Türk Milleti, en buhranlı dönemlerinde bağrından nice yiğitler ve liderler çıkarmayı başarmıştır. Yeniden Kemal Atatürk, yeniden bir Şeyh Şamil, yeniden bir Kürşad mutlaka çıkacak; Batılı-Haçlı Emperyalistlerin oyunlarını bozacak ve ‘Türk Asrı’nı yeniden başlatacaktır…

 

Halit DURUCAN

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.