Kürt Meselesi; Aktörler ve Söylen(e)meyenler

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Hakan TOĞA

 
Türkiye’nin gündemini son yıllarda en fazla meşgul eden konu Kürt meselesidir. Öyle ki bu mesele dışındaki konular bile hep bu soruna bağlanmış ve bu sorun odaklı tartışılmıştır. Aslında tartışmaların odak noktasında sorunun isminin bir türlü konulamaması, sorunda muhatap alınacak aktörlerin belirlenememesi ya da yanlış belirlenmesi ve dolayısıyla çözümün farklı yerlerde aranmasıdır. Kürt halkı farklı sorun dile getirmekte, Batı farklı sorun olduğunu söylemekte, hatta “Kürt Halkının” hakları için mücadele ettiğini söyleyen BDP bile bazen kendi içinde çelişmektedir. Özellikle partililer ve yerel yöneticilerin söylemleri konusunda belirgin farklılıklar olduğu gözlemlenmektedir. Ortada sorun olduğu bir gerçektir. Ancak yıllardır bu sorunu devletin “Kürt Halkına” zulmü şeklinde ya da doğu bölgeleri dışındaki halkımızın Kürt vatandaşlarımızı dışlaması olarak içselleştirmek yapılan en büyük hatalardan biridir.

 
Kürt sorunu aslında 100 yıl önce Türk Devleti’nin Rumlarla, Yunanlılarla ve Ermenilerle yaşadıklarının tekerrürüdür ve bir bakıma uluslararası bir meseledir. Sorunun aktörlerine gelecek olursak aslında en temel aktör Türk Milleti’dir. Bu sorunun tek çözümü milli seferberliktir. Batı, Doğu için Kuzey, Güney için seferber olmalı hep birlikte bu terör belası yok edilmelidir. Bu seferberlikte ve çözüme giden yolda en büyük görev ise “Kürt Halkına” düşmektedir. Kürt Halkı, bölgesinde yaşanan devlet karşıtı isyanları, milli birliğe ve bütünlüğe zarar verecek hareketleri, PKK yanlısı politikaları ve terör faaliyetlerini en çok lanetleyen kesim olarak Batı’nın güvenini kazanmalıdır. Büyük tartışmalara neden olan aktör meselesine yani çözüm sırasında kimin muhatap alınacağı konusuna gelecek olursak Kürt meselesinde kendini en temel aktör olarak gösteren BDP ve bazı Kürtçü aydınlar aslında emperyalizmin değirmenine su taşımakta, Kürt halkının isteklerine itibar etmemektedir. Bu piyon aktörlerin taleplerini incelersek bunu rahatlıkla görebiliriz. Uzun yıllardır çözümü PKK’nin siyasallaşmasında arayan BDP ve zihniyetindeki partiler, Kürtçü aydınlar ve bu zihniyete yakın bugün iktidar bünyesindeki bürokratlar hep aynı talepleri dile getirmişlerdir. Eşit hak ve hürriyet, anadilde eğitim, PKK’ye genel af ve sonunda ikinci bayrak sözüyle gündeme gelen “Demokratik Özerklik”.
 
“Demokratik Özerklik meselesi” çok karmaşık bir öneridir. Ülkeyi kesinlikle bölünmeye götürecek olan bu öneri Kürt halkının refahına, sosyo-ekonomik durumuna asla bir fayda sağlamayacaktır.
Aksine Doğu’da kurulacak özerk bir Kürt bölgesi Batı’daki Kürtlerin Doğu’ya zorunlu göçüne sebep olacaktır. Doğu Kürtleri özerk olursa Batı, Kürtlere yasak olur. Ancak kimse olayın bu boyutuna bakmamaktadır. Bir diğer istekleri anadilde eğitimdir. Türkiye egemen bir devlettir yani kendi bağımsız devletini kendi özel unsurlarına dayanarak kurmuştur. Kürt vatandaşlarımız bugün rahatlıkla kendi dillerini kullanmaktadırlar ama eğitimi Türkçe görmektedirler bu da egemen devletin en önemli gerekliliğidir. Ortada bir asimilasyon söz konusu değildir ki böyle bir şey söz konusu olsa bugün Doğu’da binlerce sayıda tek bir tane bile Türkçe kelime bilmeyen insanlar var olmazdı. Konulan yasaklar sadece resmi kurum, yazışmalar ve isimler için geçerlidir. Ayrıca bugün “anadilde Kürtçe eğitim hakkı” olsa Doğu’da 10 yıl sonra hiç kimse Türkçe konuşamayacak ve Türkiye’de 15 milyona yakın insan Türkçe konuşamıyor halde olacak! Bu da ayrışmanın ve bölünmenin zeminlerinden biridir. Kürtçenin farklı lehçelerinin olması ve hangisinin anadil olarak kabul edileceği de ayrı bir muammadır.
 
Ayrıca Kürtlere verilen bu hakkı Ermeniler, Rumlar, Lazlar, Çerkezler, Bulgarlar ve hatta Türkiye’de yaşayan Avrupa halkı da isteyebilecektir(ülkemizde Alman, İngiliz köyleri bulunmaktadır). Bir diğer talepse hep dile getirilen ama bir türlü içi doldurulamayan eşit hak ve hürriyetler meselesidir. Türkiye’de yasalar önünde her vatandaş eşittir. Kimse bunun aksini iddia edemez. Yaşanan problemler yasalardan değil bireylerden kaynaklanmaktadır bunlar da idari amirlerin düzelteceği bir konudur yasal değişiklikle ya da özel hak tanınmasıyla çözülecek bir sorun değildir. Son olarak bu piyonların rahatsız olduğu bazı özel sorunlar vardır. İlkokulda her sabah içilen andımız, İstiklal Marşımız, Ne mutlu Türk’üm diyene yazıları vs… Kürt Halkının tamamının hatta çoğunluğunun bundan rahatsız olmadığı kesin (BDP’nin oy oranına bakınca az çok anlaşılıyor %2 oy yani Kürt nüfusunun yaklaşık %16’sı) ancak bu meselede kendini aktör olarak gösteren piyonlar sürekli bunları dile getirmektedirler. Burası bir Türk devletidir ve Türk milletinin devletidir.
 
Millet olma bilincine ulaşmış her kökenden insanın binlerce yıl huzur içinde yaşadığı Anadolu’dur burası. Kürt meselesinde kendini ön plana çıkartan BDP ve Kürtçü aydınların dile getirdikleri kabaca bunlardan ibarettir. İsteklerinin aslında ne kadar tehlikeli şeyler olduğunu gözler önüne serdik.
 
BDP’li bir yerel yöneticinin geçen hafta dile getirdiği isteği bu taleplerin altında yatan gerçek sebebi ortaya koymaktadır. Hatırlarsanız Türk bayrağının yanında bir de PKK paçavrası olsa ne olur demişti. BDP’nin meclise girdiğinden beri tek amacı teröristbaşı Öcalan’ın affedilmesi, PKK’ye çıkartılacak genel bir af sonrasında özerk bölge ve en sonunda teröristbaşının lider olduğu bağımsız bir Kürt bölgesidir. Tabi bu amaç, onların ideali değil emperyalizmin ve hatta siyonizmin emirleridir. En büyük zulmü Kürt vatandaşlarımıza yapmış olan Öcalan’ın serbest kalması Kürt halkının hangi açıdan menfaatinedir bilemiyoruz. Bugüne kadar mecliste Kürt halkının sosyo-ekonomik durumunu düzeltecek, onları millet olma bilincine eriştirecek ve kardeşçe yaşamayı anlatacak bir öneride, sözde bulunmamıştır.
 
Gelelim Kürt meselesinin hiç konuşulmayan ancak büyük önem taşıyan unsurlarına. Kürt meselesinin çözüm önerileri Türkiye’de bir Türk sorununu doğuracaktır. Bu terörden daha kötü bir sorundur çünkü ülkeyi iç savaşa sürükleyeceği kaçınılmaz bir gerçektir. Dörtyol ve İnegöl olayları bu sorunun ilk kıvılcımlarıdır. Türk Milleti binlerce yıldır kardeşçe yaşamayı bilmiş, Doğu’yu Batı’dan ayırmamış her olayda tepkisini sesli bir şekilde dile getirmiştir. Ancak özerklik meselesi ortaya atıldığından bu yana Batı’dan bazı sesler yükselmeye başlamış ve “boşa kardeşlik edebiyatı yapıyormuşuz” diyerek bazı sert tepkiler gelmiştir. Şimdi biraz bu tepkilerin haklı yönlerini ele alalım yani biraz da Türk sorununu konuşalım. Öncelikle genelleme yapmadığımı, sadece sosyolojik verilerle yazdığımı ve sözümün meclisten dışarı olduğunu belirtmek istiyorum. Türkiye’de bir gerçek vardır ki kriminolojide (suç bilimi) Kürtler ilk sırada yer almaktadır. Ülkemizde kaçakçılık, fuhuş, uyuşturucu, kalpazanlık, mafya, çetecilik gibi organize suçların başlarında yüksek bir oranla Kürt kökenli insanlar vardır.
 
Doğu’da kaçak elektrik, su kullanma oranı %80’lere varmıştır. Doğu Anadolu bölgemiz ve özellikle Hakkari ilimiz uyuşturucunun Ortadoğu’dan Avrupa’ya geçtiği en önemli nokta haline gelmiştir ve bu sevkiyatlarda çoğunlukla Kürt vatandaşlarımız yer almaktadır. Doğu dışına göç eden Kürt vatandaşlarımız gittikleri bölgelerde tek bir mahalleye toplanmış, kendini ayrı tutmuş ve bulundukları mahalleleri adeta geçilmez kılmıştır, çoğu mahalleye polis bile zor girebilmektedir. Hatta bu mahallelerin bir çoğu Doğu’daki PKK yanlısı gösterileri destekler nitelikte olaylara sahne olmuştur. Doğu Anadolu bölgesinde birçok ilimiz terörün sivil sığınağı haline gelmiştir. Bir başka hususta 30 yıldır bu sorunda hep Kürt vatandaşlarının ezildiği, asimilasyona uğradığı, hem devlet hem de vatandaşlar tarafından dışlandığı konuşulmuştur ancak Doğu halkının kendini demokratikleştirmesi, çağdaşlaştırması asla dile getirilmemiştir.
 
Para ve arsa karşılığında satılan küçük kızları, boş yere işlenen töre cinayetlerini, aşiret adı altında feodal sistemin yaşatıldığını, çocukların cahilce sebeplerle okula gönderilmediğini ve küçük yaşlarda sokakta çalışmaya mecbur edildiğini kimse ifade etmemiştir, edenlerse faşistlikle, ırkçılıkla suçlanmıştır. Devlet tarafından ezildiği söylenmiştir ancak binlerce dönüm araziye, otellere, 3-4 apartmanlı sitelere sahip insanların nasıl ailecek yeşil kart sahibi olabildiğini kimse söylememiştir. Fatura getiren memura silah çekilmesi, postacının vurulması, Doğu hizmetini yapan bekar erkek memurların komşular tarafından potansiyel tehlike görülüp tehdit edilmesi, silah çekerek isyan ederek haklı/haksız her istediğini devlet dairelerinde yaptıranların varlığı asla Kürt meselesi altında gündem olmamıştır. Kürt meselesinde 30 yıldır bizi muhatap alın diyen emperyalizmin tetikçileri tüm bu sorunları asla dile getirmemiş, asıl çözüm olan Kürt halkının çağdaşlaşması, kendi içinde demokratikleşmesi ve milli bilince sahip olup aynı çatı altında yaşama erdemine kavuşması asla tartışılmamıştır, bu konuda hiçbir adım atılmamıştır; aksine teröre destek verilmiş, bölücülük yapılmış ve bundan yine en büyük zararı temsil ettiklerini söyledikleri Kürt halkı görmüştür. Televizyonlarda ve yandaş medya organlarında ajitasyon yaparak halkı, gençleri devlete karşı kışkırtmışlardır.
 
1980’de Diyarbakır cezaevinde yaşanan olayları sürekli gündemde tutarak Kürt halkını intikama çağırmışlardır. Diyarbakır cezaevinde yaşananları, işsizliği (ki bu Türkiye’nin sorunudur) dağa çıkma sebebi olarak lanse etmişlerdir. Ancak Mamak’ta, Metris’te yapılanları asla dile getirmemişlerdir çünkü o gün işkence görenler asla devlete başkaldırmamış o işkencelere rağmen ülkesini satıp Avrupa’ya sığınmamıştır. Emperyalizmin maşası olmamıştır. Sorunun çözümü kardeşçe, eşit bir şekilde yaşamaksa çözüm Avrupa Birliği’nin azınlık raporlarıyla özerklik talep etmek değil millet olma bilincine erip Türkiye çatısı altında yaşamaktır. Başta da söylediğim gibi bu sorunun en temel aktörü ve muhatabı Türk milletidir bu millet içerisinde de en büyük görev Kürt Halkına düşmektedir. En ufak şey de devlete, bu devletin asli unsurlarına, değerlerine ve diğer vatandaşlarımıza isyan etmek çözüm değildir, emperyalizmin oyunlarını görmek ve asil bir duruş sergilemek gerekmektedir. Türk Devleti ve milleti binlerce yıldır bağrında Türk olmayanları da hatta gayri-müslimleri de barındırmıştır ve kardeşçe yaşamıştır ancak 100 yıl önce Rumların, Ermenilerin ve hatta Arapların yaptıkları da yanlarına kalmamıştır. Bu millet kendini bu milletin ferdi görebilen her vatandaş için, ülkesinin bağımsızlığı için gerekirse yine yedi düveli karşısına alabilecektir yeter ki dış güçlerin kışkırtmalarına ve onların maşalarına itibar etmeyelim. Tüm bunlar tarihle sabittir ve tarihi gerçeklikler dolayısıyla devletimiz Türk Devleti’dir. Tabii bu tarih sıradan bir tarih değildir. Kan ve ateşle doludur; milyonlarca şehit ve gazinin eseridir. Şimdi bedavadan bu devlete birilerini ortak edeceğimizi hiç kimse düşünmesin.
 

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.