Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir!
- Şiir
- Referandumdan AKP’ye Güven Teyidi!
- PKK Derhal Silah Bırakmalı
- "Utanıyorum!"
- Gökçek ve Kılıçdaroğlu Düellosu
- Yüksek bilinç(!)
- HES ler kimleri besler?
- Yetmez Ama Evet!
- Bir Tarih Kitabı
- Ayamayanlar Beni Aydınlatamaz
- Basın Özgürdür (!)
- Kim Bölünsün: AKP mi yoksa TSK ve/veya Türkiye mi?
- Alternatifsizleştirme Projesi
- Yerel Seçimler ve Kürt Sorunu
- "Bakan" Değil Gören Lazım Bu Memlekete!
Referandum Sonucu Toplumsal Ayrışma
Referandumun sonucu her ne olursa olsun siyaset bir kez daha ötekileştirme sürecinin çözümleyicisi olarak devreye girmek zorunda kalacaktır. Ötekileştirme, tarih boyunca tüm insanlığın çözemediği, çözmek istemediği bir sorundur. Zira ötekileştirme, parlamenter demokrasi modelinde partilere mutlak iktidarın yolunu açar. Yeryüzünde kurulan her iktidar bir ötekileştirme sürecinin doğal sonucudur. Ülkemiz ölçeği ise ötekileştirmeye birçok sahada müthiş bir kaynak sağlar.
Türkiye’de ötekileştirme türlerine baktığımızda bahsedilmek istenenin ne olduğunu daha iyi görürüz. Türk-Kürt diye sosyolojik, Alevi-Sünni diye etnik, Sol-Sağ diye ideolojik farklılaşmalar; ötekileştirmenin sahasında tanımlanacak olağanüstü örneklerdir. Tabii bu karşıtlıkları yazarken de Laik-Antilaik kutuplaşmasını da unutmamız gerekir. Gerçi Anti-laik denilince durum farklı anlamalara meyil vermektedir. Muhafazakar yapılar da diyebiliriz. Laik- muhafazakar ayrımı bilinen en katı ayrım olsa da belki de siyaset bilimciler muhafazakar ve siyasal İslam karşıtlığını işleyerek de konuya yeni katkılar sağlayabilirler. Siyasal İslam ile muhafazakar kavramları farklı yapılara da vurgu yapmaktadır. İktidarın da içerisinde bulunduğu ve bir cemaat tarafından kontrol edilip devlet kurumlarına servis edilen bu inancın fikir babaları Atlantik ötesinden süreci çok iyi kontrol etmektedirler. Buna karşın İslam’ın bu şekilde devlet hayatına etki etmesinden rahatsız olan dini yapılar da vardır.
Burada anlatılacak olan ana konu ise 13 Eylül sabahından itibaren yaşanacak ötekileştirme sürecine vurgu yapmak ve bir dizi öngörülerde bulunmaktır. Ülkemizde demokrasinin anayasalardaki değişikliklerle ileri geleceğini söyleyenler, anti demokratik tavırlarını referanduma kadar gidecek olan süreçlerde zaten göstermektedirler. Antalya’da Hayır broşürü dağıtan CHP’li Kadın Kolları yöneticileri gözaltına alınmaktayken, Çorum’da Başbakan kendi resmine bakarak Afişler her şeyi anlatıyor işte diyerek YSK’nın seçim yasaklarını kendi lehine çevirebilmektedir. Bu zihniyetle daha özgürlükçü daha demokratik anayasa getirmeye çalışanlar Demokrasiye sözde değil özde inananları, Demokrasiyi Tren olarak görmeyenleri doğaldır ki inandıramamaktılar.
Meydanları miting yeri gibi gören tüm parti temsilcileri doğrudan demokrasi yolu olan Referandum’u siyasi ideolojilerinin ve hırslarının gölgesinde bırakmışlardır. 26 madde değiştirilmek için Halkoyuna sunulmakta ancak meydanlar boydan soydan, Dersim’den, yolsuzluktan, havuzlu villadan geçilmemektedir. Bu süreç yeni bir gündem maddesi değildir. Maddelerin demokrasi dışı mecliste oy çokluğuyla kabul ettirilme çalışmaları, demokratik kitle örgütlerinin görüşünün alınmadan hazırlanması, yargıyla ilgili düzenlemede yargının fikrinin sorulmaması maalesef ki Demokrasinin ne olduğunu gerçekten bilenler tarafından ciddi eleştirilerle karşılanmaktadır.
Öte yandan oylamada evet diyen/diyecek olanların ise öne sürümleri (argümanları) demokrasi üzerine olmaktadır. Darbecilerin yargılanmasını istediklerini söyleyerek, Hayır diyenlerin Darbeciymiş gibi(!) gösterilmesi her türlü ortamda sıklıkla dile getirilmektedir. Evet diyenler değişiklikle demokrasinin geleceğini söylemekteler. Hayır diyenler eğer hayır çıkarsa ülkenin daha özgür bir ülke olacağını söylemektedir. Bu iki durum öne sürülerek halkın genel yapısına ilişkin yapılacak en gerçekçi çıkarsama ise halkın demokrasinin ne olduğunu bilmemesi olacaktır. Sonuç ne olursa olsun eğer gerçekten demokrasi kazanacaksa demek ki şu anda da demokrasi kazanmış durumdadır!
Ötekileştirmenin en sert boyutunu bu ülke birkaç kez yaşamıştır. Birincisi Adnan Menderes dönemi Vatan cephesi uygulamalarıdır. Demokrat Parti karşıtları tek tek fişlenmiştir. İkincisi 1968 öğrenci hareketleri sonucu gelişen Sol-Sağ farklılaşmasıdır. Gençler birbirini inandıkları dava uğruna(!) öldürebilmişlerdir. Sonucu çok ağır olmuştur. Bir üçüncüsü Alevi-Sünni mezhep farklılaşması üzerinedir. Bir çok Alevi hunharca katledilmiş, diri diri yakılmıştır. Dördüncüsü ise halen belirli yapılarda da devam eden Türk-Kürt etnik kimliğine karşıdır. Bu iki yapı birbirine düşman edilmeye çalışılmıştır. Beşinci ve en yenisi AKP iktidarı ile Siyasal İslam ve Cumhuriyetçiler üzerine bir ötekileştirmedir. Bu ötekileştirme sürecinin gelişimi ise 28 Şubat süreciyle hız kazanmıştır.
Eğer evet çıkarsa ve dediğimiz yüzdesel aralıkta çıkarsa, AKP iktidarı yukarıda sayılan beş sert ötekileştirme içerisinden dördü ile süreçte baş başa kalacaktır. Yeni tahkikat komisyonlarını kurduracaktır. Alevi-Sünni ötekileştirmesi daha da hız kazanacaktır. Siyasal İslam ile yeniden zafer kazandık havasına bürünecektir. Ve Türk-Kürt farklılaşması devam edecektir.
Hayır çıkarsa ötekileştirme süreci bu sefer farklı bir yol izleyecektir. Referandum sonrası yaşanacak en kötü bir siyasi meselede “Evet deseydiniz” isyanı yüksek perdeden iktidar eliyle duyurulacaktır. Halk bu sefer suçlu duruma getirilecektir. Her şeyin sorumlusu olarak Hayır oyu veren seçmen görülecektir.
Sonuç olarak; bu referandum herhangi bir partinin veya cephenin zaferi olarak görmek yapılabilecek en büyük hatadır. Zira bu anlayışla gidilecek 2011 seçimleri referandumu zafer diye tanımlayanların büyük hezimetiyle sonuçlanacaktır. Gelişen bu süreçte rehavete kapılma telafisi olmayan hatalara sebep olacaktır. Umut ediyoruz ki süreç içerisinde hatası olanlar hatalarını anlar ve fikir birliği ile (konsensüs) yeni, gerçek bir demokratik anayasa yapma çalışmaları başlar. Bunun için seçimler yenilensin ve görevi yeni anayasa yapmak olan Kurucu Meclis oluşturulsun!
- İlker EKİCİ içeriği
- 6968 okunma
Yorumlar
Yeni yorum gönder