Pınar Akdağ'ın Katilleri Sadece PKK ve Yandaşları mı?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Bilgin Türk

   Sevgili Politika Dergisi okurları; yeni bir sayıda, yeni bir yazıda yine sizlerle olmak, sizlerin karşısında olmaktan mutluluk ve onur duyarken malum son birkaç aydır yine yükselen terör ve terör olaylarıyla içimiz yine kan alıyor. Ülkemiz 30 yıla yaklaşan bir bela ve illet yüzünden adına PKK ve ‘Kürt sorunuymuş’ dedikleri terör örgütü ve terörist yandaşları yüzünden kan ağlıyor. Resmi ağızlardan gelen açıklamalara göre terörle mücadele sürecinde yaralı ve sağ ele geçenler, teslim olanlarla birlikte etkisiz hale getirilen terörist sayısı 46 bin. Bu dönemde verilen şehit sayısı 4 bin 937’si asker olmak üzere 6 bin 482. Yine resmi ağızlara göre terör nedeniyle 25 yılda Türkiye’nin mali kaybı 300 milyar dolar oldu.  Bu terör belası yüzünden yine birçok eve ateş düştü, birçok ailenin canı yandı. Bunlardan biri, biliyorsunuz Tokat Erbaa’da düşen ve biri yarbay üç şehidimizin olduğu helikopter kazasında şehitlerden biri de eğitim için bulunduğum Afyonkarahisar’ın Çay ilçesinde sokak komşum olan Kamil Tuna’ydı. Şehidimiz Kamil Tuna’ya Allahtan rahmet, kederli ailesine başsağlığı dileklerimiz ne kadar söylesek de dile getirsek de acımızı dindiremiyoruz. Tabii o kazayla ilgili de kafamıza birçok soru takılmıyor değil, ama gelişmeleri izleyip göreceğiz.

 

   Diğer yandan ne yazık ki ülkemizin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyi en çok üzen gelişme Osmaniye merkeze bağlı Kırıklı Köyü'nde bulunan Jandarma Komando Birliği'ne teröristler tarafından roketli saldırı düzenlendi. Bu saldırıda Teğmen Cumhur Akdağ'ın eşi Pınar Akdağ şehit düştü. Akdağ’ı gencecik yaşta dünyadan, kocasından ve hayallerinden ayırdılar. Bütün ülke olarak çok büyük acı çektik. Hele ki bu gencecik kızımızın 40 gün önce babasının cenazesini def edip kocacısının yanına gitmesi ve şehit olması hiçbir şekilde adı ne olursa olsun kabul edilecek bir şey değildir. Hiçbir şey, hiçbir dava, hiçbir düşünce, hiçbir ideoloji, hiçbir durum sivil ve masum insanların öldürülmesini haklı göstermez. Ama karşınızda eli, ağzı kan kokan bir terör topluluğu ve onun yandaşları varsa biz bu sahneleri daha çok izleriz.

   Önce dünya siyasi tarihine ibretle geçecek bir AKP hükümetimiz var. Her yaptığının nasıl ülkesinin insanlarına zarar, can ve mal kaybına neden olduğunu, her siyasi olayda ve arenada ülkesine ve vatandaşlarına düşmanlarından daha çok zarar verebilecek tek siyasi parti ve hükümetleri olarak tarihliktir. Belki şahsi olarak sevmediğim bir kişilik olan büyük siyaset adamı İsmet İnönü’nün “Aç bıraktım ama babası bırakmadım” sözünü söylemesine neden olan ve binlerce askerimizi bir hiç uğruna Kore’de şehit düşüren Adnan Menderes’i kahraman mı değil mi diye bu ülke tartışabilir. Peki, bazıları kahraman ilan eder bazıları hain ama ne bu hükümetteki siyasetçileri ne de RTE bin Şeyh Efendi ile ABDullah Gül’en’i kimse değil kahramanlıkla aynı cümlede devrik cümlelerinde bile kullanmayacaktır.

   Öncelikle ülkeyi tam bir keşmekeşin içine sürüklediler. ABD’ci, dış güçlerin yandaşlarıyla, çeteci, teröristlerle bu ülkenin en büyük değerleri yan yana koydular. Ne olduğu bilinmeyen en yakın bilinen ve bu ülkenin birçok kesiminden büyük saygı gören kişiler bu sözde ulusalcıların kurduğu partilere üye olmaz. Gene saygı duyulan gerçek ulusalcı gazeteciler bu kişilerden irtibatını keserken bu kişiler bir ulusalcı edasıyla sözüm ona ulusalcılar adına yargılandıklarını söyleyip duruyorlar. İşte AKP hükümeti ve zihniyeti sapla samanı birbirine önce çok güzel karıştırıp sonrada istedikleri çatışma ortamını doğurdular. Din kendi tekellerindeyken, Mustafa Kemal ATATÜRK de bu sözde ulusalcıların tekeline indirgenmiş oldu.

   Böylece hem AKP hem dış mihraklar hem de işbirlikçiler istedikleri kavram karmaşasını da yaratarak “bizden” ve “bizden değil” ile kamplaşma ve çatışma ortamının temellerini atmış oldular. Peki laik – anti laiklik ile kaldılar mı? Hiç olur mu, bakın ister Vakit, ister Yeni Şafak, isterseniz Zaman gazetesi yazarlarını okuyun, hepsi bir PKK’lıdan daha çok sözde “Kürt sorunu” var derler. Hani dinde ümmetçilik vardı? Hani alt kimlik, üst kimlikti? Hani "Türkiye’de din çimentodur." sözlerini sarf edenler şimdi ne oldu da “bu ülkede bir Kürt sorunu vardır, o da benim sorunumdur” demeye başladılar. Ya da şöyle soralım, din ümmetçilik diyorken siz nasıl bir ırk sorunu var diyorsunuz? Sayın RTE bin Şeyh Efendi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

   RTE bin Şeyh Efendinin 8 yıldır bu ülkeye verdiği zararların hepsine değinmeye kalksak bu yazıyı tek başına bir dergi olarak yayınlamak zorunda kalırız. Ben lafı fazla uzatmadan son zamanlarda yine yükselen terör olaylarına değinmek istiyorum.  Önce Hakkâri’de çatışma haberleri sonra malum İskenderun’da deniz ikmal birliğine yapılan roket atarlı saldırı, ardından Osmaniye’de Jandarma Lojmanlarında “sivillere” yapılan saldırı ile terör ve terör olayları zirve yaptı. Malum TSK’den de yaz geldiği için Kuzey Irak’a bir saldırı bekleniyor. Bir iki hava saldırısı yapıldığına dair haberler de duyduk ve gördük.

   Ancak bu işin ehli olanlar hatta “kurt” tabirini alanlar PKK denen kanlı örgütün yandaşlarınca bu saldırıların geleceğini biliniyordu. Ben bile bekliyordum. Hatta bu denli sivillere ve batı illerinde yapılacağını biliyorduk. AKP hükümeti zihniyeti gibi bizler ne ermişiz, ne rüyalarımıza ak sakallı dedeler giriyor ne de geleceği önceden görme yetisine sahip değiliz. Sadece şu İmralı’da yatan şahsı muhterem olmayan zatın avukat konuşmalarıyla bu örgüte yolladığı mesajları çözebilme yeteneğine sahibiz.

   Yani koskocaman Türkiye Cumhuriyeti devlet yöneticileri ve bunların çok üstün danışmanlarının yapmadığı/yapamadığı şeyi yapıyoruz. İmralı’daki eli ve ağzı kanlı terör başının sözlerinin alt şifrelerini çözüp bu kan ve terör kusan örgütün ne yapabileceğini öngörebiliyoruz. Hatta Can Dündar “Canlı Gaste” için Parmaksız Zeki ile yaptığı röportajda;

   “…talimat, öyle ‘Gidin filan yerde şu eylemi yapın’ biçiminde verilmez. Bunun imkânı da yok.

   Öcalan’ın İmralı’dan talimatı şöyledir:

   Mesela ‘Benim karnım kaşınıyor’ bir talimattır.

   ‘Benim boğazım kurudu, cildim yaralandı, işte odamı badana ettiler, aslında beni zehirlediler, yerimi değiştirdiler. Çok dar bir yer vermişler, burası çok dardır, ben boğuluyorum, ben ölüyorum.’ Bu, dağdaki militanlara ‘Ya aptallar, siz ne durmuşsunuz, ben sizin lideriniz değil miyim, nasıl cevap vermiyorsunuz?’ mesajıdır. ‘ (1)

   Yani eskiden içlerinde olan 33 erin katili olarak da bilinen Parmaksız Zeki apaçık delil getiriyor. Dağdaki teröristlere talimatların nasıl gittiğini ve nasıl terör saldırılarının harekete geçirildiğini göstermiş oluyor.

   Gelelim bugüne… Öncelikle bu sözleri burada yazacağım için siz değerli okurlarımızdan özür diliyorum. Ancak İskenderun’daki, Hakkari’deki şehitlerin ve Pınar Akdağ’ın katilleri PKK olduğu kadar basiret gösteremeyen yönetimler ve yöneticilerdir. Önce “Kürt açılımı” sonra “demokratik açılım” safsatalarıyla terör örgütünü ve teröristleri ve yandaşlarını muhatap alıp azdıran AKP Hükümeti ve yöneticileri de suçludur. Tam 2 yıldır bir neresi sayılacak zatsa terörist başına “Sayın” denilip duruldu ve AKP hükümeti bu ülkenin yasalarında, bu ülkenin mahkemelerinde ve bu ülkenin insanlarının vicdanlarında bir suçlu ve azılı katil görülen kişiyi “Sayın” unvanı verdirtmeye çalışılmasına sessiz kaldı. Sözüm ona açılımlarla teröristler ve yandaşlarını ve de terörist başını muhatap alabilecek konuma getirttirdiler.

   Bir başka konu da bu ülkenin iç istihbarat birimlerinin verdiği açıklar artık kabul edilemez noktaya gelmesidir. Belki normal vatandaş bunu görmeyebilir ama bizim gözümüzün içine sokula sokula bir istihbarat hataları ve zaafları veriliyor. Biraz bu terör örgütü hakkında bilgiye sahip ve takip eden kişiler ne tür eylemler yapılacağını bilir. Zaten en basit olarak kendileri yandaş internet sitelerinde paylaşırlar. Bizim istihbaratımız bu kadar mı kör? Bu kadar mı iç güvenliğe önem vermiyor? Bunlar da cevaplanması gereken sorular arasında yerini alıyor. En azından birileri kalkıp (birilerinden kastımız sadece MİT, Hükümet değildir. Burada TSK’den de bildiri bekliyoruz) bize verilen bu güvenlik zaafları hakkında bir bilgilendirme açıklaması yaparsa sevineceğiz ve kafamızdaki bazı soruları giderebiliriz. Çünkü Kuzey Irak’ın Kandil Dağı’ndan kalkıp Orta Anadolu sayılabilecek bir yer olan İskenderun ve Osmaniye’de terör olayları gerçekleştiriliyor. Uydudan izleme sistemlerinin geliştiği ABD’nin Afganistan’daki Taliban ve El-Kaide üyelerini okyanus aşırı ülkeden görüp vurabiliyorken, biz 100 km.lik alana hakim olamıyoruz ve teröristler elini kolunu sallaya sallaya gelip bir taburu ve lojmanı vurabiliyorlar. En azından Pensilvanya ajanlarından istihbarat alınsaydı da bu saldırılara önlem alınsaydı.

   Ancak durum ve ortam ne yazık ki terör saldırılarının gerçekleşeceği yönünde. Yukarda da Parmaksız Zeki’nin sözlerini sizle paylaştım talimatların nasıl ulaştığını ve şimdi neden bu saldırıların geleceğini bildiğim ve daha da geleceğini ve artacağını gösteren ne kadar pek hoşuma gitmese de terörist başının avukatları aracıyla yaptığı açıklamayı sizlerle paylaşıp hep beraber görelim:

 

   31 Mayıs’tan Sonra Çekiliyorum

   “Sağlık durumuma ilişkin; gözlerim sürekli sulanıyor, biber sürülmüş gibi yanıyor, kızarıyor ve kaşıntı var. Neden bu kadar uzun zamandır devam ettiğini bilmiyorum. Daha önceleri doktor her gün rutin kontrol yapardı ama bir süredir sistem değişti, artık her gün gelmiyor, gelenler de göz uzmanı değil. Belki alerji olabilir ama bilemiyorum”

  

   Yukarıda Parmaksız Zeki yani Şemdin Sakık ne diyordu:

   “Mesela ‘Benim karnım kaşınıyor’ bir talimattır.

   ‘Benim boğazım kurudu, cildim yaralandı, işte odamı badana ettiler, aslında beni zehirlediler, yerimi değiştirdiler. Çok dar bir yer vermişler, burası çok dardır, ben boğuluyorum, ben ölüyorum.’ Bu, dağdaki militanlara ‘Ya aptallar, siz ne durmuşsunuz, ben sizin lideriniz değil miyim, nasıl cevap vermiyorsunuz?’ mesajıdır.”  diyordu Şemdi Sakık. Bakın terörist başı ne diyor; beyefendi (!) hastaymış yanıyor, kızarıyormuş!

   Ölen öğrencinin acısını paylaşıyormuş! Bu bir ırkçı saldırıymış üniversiteli sözüm ona Kürt gençleri buna karşı tedbir almalıymış! Yani üniversitede olay çıkaran polisle, üniversite yönetimiyle çatışabilirlermiş!

   “Bir kez daha söylüyorum. Karşımda muhatap olmadığından dolayı bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne faydası ne de şartları vardır. Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Mayıs’tan sonra çekiliyorum. Bu yanlış anlaşılmasın. Ben bir savaş çağrısı değil bir savaş falan başlatmıyorum. Benim sağlığım ve şartlarım da ortada. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne de devlete bir faydası vardır. Bundan sonra sorumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlettedir. . Bulunduğum şartlardan dolayı haklarında olumlu, olumsuz bir şey demek istemiyorum. Osman-Botan gibi alçaklar ise yanlarına kadın ve milyonlarca para alarak kaçtılar. Görüyorsunuz bunların izi hala Avrupa’da çıkıyor. Bunlar binlerce kişi de yanlarına alarak gittiler. Bunlara da çağrı yapıyorum kendilerini bir şekilde affettirsinler, yoksa bunları bu haliyle bundan sonra ne yer, ne gök kabul eder.Ne yapacaklarına kendileri karar verecekler. Bayık, Karayılan, Abbas, Haydar onlar samimidirler, halkın önderliği rolünü üstlenmişlerdir. Artık bu ağır sorumluluk onlardadırSonuçta ben burada yönetemem.

   Bana dayanarak bir şey yapılmamalıdır, ne yapılacaksa, herkes kendisi için yapsın artık kendi siyasetlerine kendileri karar vermeliler. Bir kez daha belirtiyorum, ben muhatap bulamadığım için çekiliyorum. Eğer şartlar değişir ve muhatap çıkarsa ben görüşmeye hazırım.”

   Kendine muhatap bulamıyormuş, çekiliyormuş ama bu savaş olarak anlaşılmasın diyor. Yönetimi Bayık; 1951 Elazığ-Hazar doğumlu. PKK’nın 18 kurucusundan biri. Örgütün askeri kanadı ARGK’nın başında ve İran bağlantılarını sağlıyor. PKK’nın iki numaralı ismi. Kod adı “Cuma”.

   Karayılan; Şanlıurfalı. PKK’ya 1979’da katıldı. Kod adı Cemal. Silahlı mücadelenin ön planda olmasını savunan Muhafazakâr kanadın lideri. 

   Ali Haydar Kaytan; Kod adı Fuat. Tuncelili. PKK’nın üst düzey kadroları arasında, istihbarat biriminin de yöneticilerinden

   Bunlar PKK’nın şu anki saldırı kanadı liderleri ve terörist başına bağlılıklarıyla tanınırlar. Üçünün en büyük özelliği siyasi ve politik görüşmelerle değil silahlı saldırılarla sözüm ona ‘”Kürt sorunu” çözülmelidir, görüşüne sahip olmalarıdır. Yani terörist başı terör saldırıları yapılmalı beni muhatap aldırmaya çalışın diyebilecek kadar küstahlaşabiliyor. Osman Öcalan ile Botan olarak bilinen Nizamettin Taş’a da geri dön çağrısı yapılıyor. Yani örgüt içinde ciddi kan kaybı var, sizler geri gelirseniz buna bir şekilde “dur” diyor.

   “Ben karşımda bir muhatap olmadığı için çekiliyorum ama bu muhatap olursa görüşme olmaz anlamına gelmiyor. Dediğim gibi çekiliyorum, bundan sonra ne olacağına Kürtler kendileri karar verecektir. Türkiye’deki ve diğer parçalardaki KCK örgütlenmeleri kendi koşullarına göre karar verip mücadele yöntemlerini belirleyebilirler. Ben masum-sivil insanların zarar görmemesini umut ediyorum. 1984’te silahlı mücadeleyi başlatmak amacıyla ülkeye gönderdiğim güçler benim öngördüğüm bir savaş yürütemediler. İşte bu Hogir gibi örnekler var. Benim savaş anlayışım bu değildir. Bundan sonra PKK devletle uzlaşabilir de, bir çözüme de gidebilirler, ‘90’lı yıllardaki gibi savaşırlar ve sonuç alamadan tıkanabilirler de. Ya da ihtimaldir PKK yenilebilir, savaşı kaybedebilir, tasfiye de edilebilir, bunları bilemeyiz. Savaş geliştikten sonra ne olacağını bilemeyiz.Ama olur mu olmaz mı bilemiyorum, sorumluluk onlara aittir.Devlet de savaş hukukuna uymalı, sivillere, kadınlara ve çocuklara dokunmamalıdır. KCK de buna uymalıdır.Ümidim sivillerin ölmemesidir.

Ben Sayın Erdoğan’a yine sesleniyorum. Bu sorunu kendi içimizde demokratik barışçıl yollardan çözebiliriz. Aksi takdirde bundan sonraki tüm sorumluluk AKP hükümetinindir.”

   *26 Mayıs 2010 tarihli görüşme notundan alınmıştır…

   İşte terörist başı avukatları aracılıyla böyle tehditler savurmuştu. Bu görüşme 26 Mayıs’taki görüşmelerinden sonra yandaş terörist sitelerde yayınlandı. Şimdi bunca şehidimizin tek katili PKK ve yandaşları değil 1999’da yakalanmış 2002’ye kadar liderlik savaşıyla çökme noktasına gelen PKK’yı bugün tekrar hortlatanlardır. PKK ve yandaşlarını açılım gibi dolaylı yollarla muhatap alanlardır. Bunca şehidimizin katillerini Meclise sokanlardır. Şimdi soruyorum:

   İskenderun’daki saldırı ne zaman oldu?

   Hakkari ve Osmaniye’deki saldırılar ne zaman oldu?

   Pınar Akdağ ne zaman teröristlerin kör kurşuna kurban oldu?

   Şimdi yine soruyorum: Pınar Akdağ’ın katilleri sadece PKK ve yandaşları mı? Yoksa teröristleri ve terör örgütünü tekrar bu noktaya getiren bu ülkenin yöneticileri midir?

   Bir teröristin, terörist avukatları aracılıyla örgütünün iletişimini ve terörist açıklamalarını engelleyemeyenler mi?

 iletisim@politikadergisi.com

 

(1) http://www.netgazete.com/News/666360/can_dundara_roportaj_veren_semdin_sakik_keske_senin_yerine_helin_avsar_gelseydi.aspx

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 24’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi salık veririz. Sayı 24’ü indirmek için buraya tıklayınız. ]

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   “Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şerzan Kurt’un yakınlarına başsağlığı dileklerimi sunuyor, acılarını paylaşıyorum. Tokat’ta da Kürt öğrencilere dönük benzer saldırılar var. Sindirmeye çalışıyorlar, bunlar sindirme amaçlıdır. Bu saldırılar daha da artarak devam edebilir, buna karşı tedbirler alınabilmelidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.