Hırsızın Hiç mi Suçu Yok?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

   Çok partili sisteme geçişin ulusal dinamiklerle değil dış baskılarla gerçekleştiği ülkemizde, demokrasi hep yaralı olmuştur; darbe olsa da, olmasa da… Bu sancılı süreçlerde bir de hukuk sınırları zorlanarak, antidemokratik uygulamalara gidilerek omurgasız bir demokrasi oluşturulmaya çalışılırsa işte o zaman hepten yanmışız demektir.

   Bunlara neden girdim? 27 Mayıs’ı eğer dramatik bir sahne olarak algılamayacaksak, arka planını göreceksek bunların hepsini hesaba katmamız gerekir.

   Bu yazıyı demokrasi açısından değerlendireceğimden, bu bağlamda Demokrat Parti döneminden (1950-60) örnekler sunmaya çalışacağım:

   Toprak reformu düşüncesi bloke edilerek, ağalar demokrasisinin yolu açıldı. Zaten Menderes de Aydınlı bir toprak ağasıydı. 1930’larda çiftçiyi topraklandırma girişimleri ve daha sonraki dönemde bu yöndeki girişimler yetersiz olsa da özellikle siyasal nedenlerde yaygın bir toprak reformu sağlanamamıştır. Adnan Menderes hükümeti döneminde Marshall yardımlarının etkisiyle traktörleşme dönemi (Amerikan ihraç fazlası) başlamış ve büyük toprak sahiplerinin gücüne güç katılmıştır. Küçük toprak sahiplerinin ise arkada devlet desteği olmadan traktörleşme gibi maddi güç gerektiren atılımları yapması beklenemezdi. Bu da Menderes Hükümeti’nin feodal demokrasi anlayışını gözler önüne sermektedir.

   Bilhassa son dönemde basına büyük sansür uygulanmaya başlandı. Rıfat Ilgaz gibi aydınlar hapishanelere düştüler, işkencelerden geçtiler.

   Başta Ankara ve İstanbul’daki üniversiteler olmak üzere yükseköğretim kurumlarının ayaklanması ile bu çevrelerde kaos yaşanmaya başladı. Üniversiteler artık demokrasinin bu olmadığını, demokrasilerde Meclis’in mutlak hâkim olmadığı tartışmaya başladı. Menderes boş durur mu, o da kendi tabiriyle “üniversitenin çanına ot tıkamakla” meşguldü.

   Adnan Menderes iktidarı 28 Nisan’da öğrenciye yönelik ‘vur emri’ vererek büyük bir demokratlık(!) örneği sergiledi. Sonuç mu, Turan Emeksiz adlı öğrenci öldürüldü.

   Menderes, sırf oy uğruna devrimleri ikiye bölmüş, mürteci zevatın hortlamasında başrolü oynamıştır. “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirecek güçtesiniz.” gibi söylemlerle halkın dini duygularını siyasi amacı yönünde kullanmıştır.

   Ayrıca ‘Demokrasi Yıldızımız’ Menderes ‘odunu bile vekil seçtirecek kadar’ demokrattı.

   Bugün Demokrat Parti takipçiliğini sürdürdüğünü söyleyip, parti kapatma ağıtları yakan AKP’liler bilsinler ki DP, CHP’yi -bırakın hukuku, mahkemeyi- TBMM kararıyla kapatma girişiminde bulunacak kadar parti kapatmaya karşıydı!

   ‘Komünist’ Köy Enstitüleri ve ‘faşist’ Halkevleri kapatıldı. Nerde kalmıştık? Durmak yok, demokrasiye devam…

   İsmet Paşa Uşak ziyaretinde, eski karargâhına ziyarette bulunmak istemişken dönemin DP’li valisi (tarafsız mı demeliydik?)  buna anlamsız bir biçimde karşı çıktı. Valiye karşı çıkan emniyet amiri ve jandarma komutanı ise anında görevlerinden alındı.

   Spesifik örneklerle bu sayfaları doldurmak mümkün; ancak ben, Adnan Menderes’in suç dosyasını ortaya çıkarmaktan ziyade; buradan çıkaracağımız derslerle ilgileniyorum.

   Lafazanlık yaparak olayları başka yere çekmeye gerek yok! Uluslararası konjonktürün zorlamasıyla hazırlıksız bir biçimde çok partili sisteme geçilen Türkiye’de, 1960 İhtilali (devrim-darbe) bu hukuksal sıkışıklığın son bulması için yapılmıştır. Doğru mudur, bence darbeyi haklı kılacak pek bir neden yok. Ancak bu sıkışmışlığın çözülmesi gerekiyordu. Baraj uygulaması olmadan DP’ye yüzde 48 oyla TBMM’de yüzde 70 oranında sandalye kazandıracak bir sistemin (CHP yüzde 41 oyla yüzde 29 temsil kazanmıştır) bir değişikliğe uğraması şarttı. Ve ne Anayasa Mahkemesi vardı, ne devrimci güçler. Her demokrasinin kendini koruma biçimi vardı ve TSK haricinde herhangi bir organın hükümete baskı yapma şansı yoktu. Öğrenciler dövülüyor, gazeteciler işkence görüyordu.

   Bir bakıma Dr. Alev Coşkun’un belirttiği gibi; özgürlükçü, demokrat 1961 Anayasası 27 Mayıs’ı aklamıştır. Diğer bir açıdan 27 Mayıs, diğer darbelere de gerekçe oluşturmuştur. Ne yapmamız gerekiyor, hukuku sonuna kadar savunmak!..  O günkü koşulları o güne göre değerlendirip, demokrasiyi askıya almadan çözümler bulmamız gerekiyor. Mustafa Kemal’in izinden gidenler omuzlarındaki apoletlere değil, devrimciliklerine güvenirler. Paşa’nın İstiklal Harbi’ndeki tavrı da budur. Sarı devrimcilerin ekonomik baskıları silahla durdurulamaz. Buna ancak halkçı bir cephe ile dur diyebiliriz. Nitekim 27 Mayıs’ın daha ilk bildirisinde NATO ve CENTO’ya bağlılık belirtilmiştir. Çünkü TSK böyle bir baskıya karşı koyulabilecek ekonomik ve siyasal bir dirence sahip değildi.

   Görüyorum ki bugün hükümette bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi de geçmişte DP’nin düştüğünü hatalara düşüyor. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Paksüt’ün aracı takibe alınıyor, Yargıtay Başsavcısına olmadık tepkiler veriliyor, gazeteciler gecenin köründe apar topar gözaltına alınıyor, iddiaya göre ana muhalefet partisinin genel merkez binası dinleniyor. Bunlar çok vahim olaylardır. Bırakın gerçekliği, bu tarz iddialar bile Batı ülkelerini sarsmaya yeter. Hukuka, yargıya saygılı olunmalı. Hiç kimse yargı, yürütmenin üstünde olsun demiyor; ancak yürütme erkinin de yargı erki ile uyumlu olması gerekir. Hukuk sulandırılarak, birilerine aba altından sopa gösterilerek halkın verdiği yetki kullanılamaz. Bugün birçok kesim artık ‘zinde güçlerin’ yönetime el koymasını diliyor. Bunun sorumlusu kim? Demokrasiyi tıkayan hükümet değildir de kimdir? Avrupa Birliği’nden gelen her türlü aşağılamaya göz yuman AKP yönetimi, Türk hukukunun eleştirilerine neden tahammül edemiyor? Türkiye’de demokrasi olacaksa AB ile değil; Türk hukukuyla, yargısıyla olacaktır. Her türlü sendikal özgürlüğün önü tıkanıp, sonra demokrasi duacılığı yapmak, akıl işi midir?

   Geçmişte Adnan Menderes’in yaptığı hataları tekrar ederek, sadece AB ve ABD’den gelen desteklere güvenip; kendine demokrat olunmaması lazım. Bu hata tekrar edilmesin. Bu ülkede herkesin bir oy hakkı var; ama bugüne kadar ilmin, düşüncenin, bilimin içinde olanların da söyleyecekleri bir şeyler olması ve bunlara tahammül edilmesi gerekiyor.

Darbeyi hiç kimse istemez; adamakıllı bir demokrasimiz olduğu müddetçe. Darbelere karşı olduğunu söyleyen cepheye söyleyeceğim son söz de; bir başbakanın asılması fena ama hırsızın hiç mi suçu yok?

 

emrah.ozdemir@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.