Musalar ve Asaları

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
BURHAN İŞCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
22.12.2012

Bu yazımda, Siyonist Kapitalist Emperyalist Düzen’in oluşum sebeplerini ve bu düzenle mücadele yöntemlerini bulacaksınız.

Başkalarının gerçekleştirdiği ve sizin MUCİZE ya da KERAMET diye nitelendirdiğiniz eylemler sonucu oluşan haller, aslında bir ilim sonucu ortaya çıkan şeylerdir.

Allah’ı ve kendini tanıyıp, kendi gücünün büyüklüğünün farkına varıp  kavrayabilmiş her insan, kendine duyduğu öz güvenle; Allah’ın izni ile edindiği ilim ve hikmet ile  OLAĞANÜSTÜ  bir çok şeyi yapabilir ve gerçekleştirebilir. Kimilerine göre bunlar mucize, kimilerine göre keramet, kimileri için de istidractır; ancak hemen hepsi bir ilmin doğurduğu sonuçlardır. Önemli olan bilgi değildir hiçbir zaman, önemli olan ilgidir daima ve her zaman.

İnsanlığa Allah= (Yüce ve eşsiz ortaksız yaratıcı ve yarattıklarını ıslah edici RAB) tarafından gönderilen en son manifesto kitabı Kuran’da Allah; Rahman Suresinde Mealen

“Biz kainatı dengeye bağlı bir ölçü ile yarattık. Sakın o dengeyi bozmayın, ölçüde haksızlık yapmayın” ihtarını vermiştir. İşte bunlar ADALET i oluşturmaktadır.

Allah RAHMAN=Rahmet etmek için yaratıp, rahmetine şahitlik edilsin diye rahmet edendir. Bu yüzden RAHİM dir de.

Bu esmalar sebebiyle Allah Kuran’da; “İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyamet Suresi , 75/36.) demektedir.

Yani Allah, insanı da bu kainatta belli olan bir düzen içinde yaratmıştır. İşte bu düzenin adına biz DİN, düzenli yaşamaya da  insanlık diyoruz.

İnsanlık tarihine baktığımızda bir üstünlük savaşı ile Allah’ın bozmayın dediği ADALET (ÖLÇÜ) bozulmuştur. Fesad ve Kibirlenmeler sonucu oluşan kendini üstün görme arzusu, düzeni bozmuştur. Kuran’ı Kerim’de Kehf Suresinde ; “Her ilim sahibi üstünde bir ilim sahibi vardır” denilmektedir. İşte bu üstünlük insanlık için kullanılacağına;  düşünülmeden aksine kullanılmaktadır.

 

Bunun sebebi ise bilinçsizlik ve başta Allah’ın tanınmamasıdır.

“Gelin tanış olalım. İşi kolay kılalım. Sevelim, sevilelim. Dünya kimseye kalmaz” (Yunus Emre)

İnsanlara bu ölçüyü(adaleti) bozduran şüphesiz onun en büyük düşmanı aynı zamanda dostu olan nefsinin şeytana uymasıdır. Şeytanı azdırıp Allah’a isyan ettiren en büyük sebepte,  şüphesiz cahilliktir. Allah Kuran’da insanın şeytana uymasının sebeplerini de şeytanın hasletleri olan; gurur ve kibir, peşin hüküm ve ön yargı, acelecilik ve cahillik olarak tanıtmıştır.

“İnsan zalimdir, çünkü o çok cahil bulunuyor” (Ahzab Suresi 72)

Demek ki insanı zalim yapan, onu zalim sistem kurmaya iten yegane sebep cehalettir. İnsan akıl edebilseydi eğer, başkaları tarafından kolayca yıkılabilecek zalim sistemi kurmaya tevessül etmezdi. Allah yaratmada üstün olandır, her ilim sahibi üstünde ilim sahibi oluşturandır çünkü.

Mevlana’ya ibadet ne demektir diye sorduklarında cevabı; “bilmek, yine bilmek ve yine bilmektir.” olmuş. Yunus Emre bilmeyi; “Kendin bilmek ve tanış olmak” diye tanımlamıştır.

İnsan oğlu Allah’ın, onun yüce saltanatının, sanatlarının ve özellikle Rahman oluşundan kaynaklanan rahmetinin şahitleri olarak yaratılmıştır.

Bu şahitliği de layıkı ile yapması için ona NEFİS denilen emanet verilmiştir. Nefsin en önemli özelliği rahmete dolayısıyla onu  verene ihtiyaç duyurmasıdır (AŞK).

“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab Suresi 72)

Evet, başka yaratıkların çekindiği emaneti insan; emaneti sunan Allah diye aceleyle kabul etmiştir. Ancak emanetin mahiyetini bilmeyen insan bu cehaletinin kurbanı olmaktadır..Emaneti kullanmayı ve koruyup muhafaza etmeyi bilmemektedir çünkü.

Bunun sebebi önem vermemektir. Önem vermek ilgiyi ve alakayı, o da; özen ve dikkati, onlarda bilgiye ihtiyacı ortaya koyar.

“Ant olsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka... (Onlar ziyanda değillerdir).” (Asr Suresi)

Allah şahitlikten ve bu şahitlik için verdiği emanetten dolayı insanı üç ayrı bedende yaratmış, hayata tek bedende bu bedenleri birleştirerek geçirtmiştir.

İlk beden ruhtur. Ruha Allah, ilim yüklü bir bellek ve bu bellekten lüzumunda ilmi çıkarması için düşünce süzgeçli akıl anahtarını vermiştir. İkinci beden ise candır. Cana emanet yüklenmiştir. Cana aynı zamanda nefis de denmesinin sebebi emanet yüzündendir. Nefis, duyularla algılanan hissiyatın değerlendirme merciidir. Kur'an -ı Kerim'de üçyüze yakın yerde “ nefs ” kelimesi geçmektedir . Bu kelime, filozoflar, kelâm, fıkıh ve tefsir alimleri tarafından muhtelif manalarda kullanılmış; ruh, can, kalp, ceset, benlik, bir şeyin hakikati, özü ve bütünü gibi yirmiyi aşkın mana verilmiştir. Aslında nefsin mahiyeti tam olarak kelimelere dökülemeyecek kadar derindir. Nefis güzeli arzu ettiren demektir. O yüzden nefsi en iyi kavrayanlar kâmil insanlardır. Son beden ise ceset bedenidir. İşte bu bedenlerin esas yaratılış sebebi de Algılama idrak etme sistemi dir. İnsanı insan ve özellikle kamil insan yapan şey de bu sistemi kullanmayı bilmesidir. Aksi takdirde nefis, muhakeme yapmadan etki altında kalabilmektedir

Allah Kuran-ı Kerim Enbiya Suresi 37. ayette insanı “aceleci, sabırsız ve tahammülsüz” olarak tanıtır.

İşte insanın bu fıtri zafiyeti, pek çok insana algılama sistemini kullandırmaz.

Oysa algılama sistemi; hissetme, hissedileni bilgi ile değerlendirme-muhakeme edip idrak etme üzerine kuruludur. Yani ruhun ve nefsin ölçü ve dengeye bağlı olarak birlikte hareket etmesidir. Ne nefis, ne de ruh üstün olmadan.  Bu sebeple insanda iki tür karar mekanizması çalışır ve iki tür irade ortaya çıkar. Birincisi, acelecilik yüzünden nefsin tek başına iradesidir. İkincisi ruhun nefse sahip çıkarak birlikte kurduğu kararın ortaya koyduğu  iradedir.

İnsan aceleci olduğu için görmediklerine inanmaz. Ancak görmek için bakmayı da bilmez.

Görmek için bakmak, ceset-vücut gözüyle birlikte; ilim, iman-kalp, düşünce süzgeçli akıl gözlerinin de birlikte bakması demektir. Bu bakıştan oluşan görmeye yakın göz yada basir göz denilir. Diğer bir adı da hikmet gözüdür.

İşte insan oğlunu zalim yapan, kamil olmaktan yani Allah’ın hoşnut olduğu kul olmaktan  ayıran yegane sebep; ona şahitlik yaptırmayan algılama sistemini kullanmamasıdır.

Nefis arzu ettiren, istetendir. Ruh ise önem verdiren bundan dolayı özenli ve dikkatli olandır.

Bu sebeple önemli olan bilgi değildir hiçbir zaman, önemli olan ilgidir her zaman.

İlgi önem vermektir. Önem vermek ise aşktan dolayıdır. Önem; dikkat etmek, özen göstermek demektir. Bu durumdur illüzyonistleri başarısız yapan veya başarılı kılan. Yani bizim, onların hareket ve eylemlerine  dikkat etmemiz veya etmememizdir.

Siyonist Emperyalist Kapitalist Düzen aslında; dine,  karşı din oluşturmaktır.

“Ey İsrailoğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve sizi vaktiyle âlemdeki ümmetlere üstün tuttuğumu hatırlayın!” (Bakara, 2/122)

İsrailoğullarını Yahudi ve Siyonist yapan sebep, kendilerine verilen kitap Tevrat’ta da geçen bu ayeti yanlış yorumlamanın  vermiş olduğu üstünlük gurur ve kibiridir.

Bu gurur ve kibirle, kendilerini diğer insanlardan farklı ve onların efendisi gibi görmek istemelerinden doğmuştur dünya milletlerine hakim olup onları yönetmek fikri. Ne var ki, İsrailoğulları onları Yahudi olarak tanımlayan bir takım kötü ahlak ve huyları sebebiyle bir türlü devlet olamamış, arzu ettikleri gibi dünya milletlerine hakim dünyayı yönetememişlerdir. Ancak bu arzuları bir türlü dinmek bilmeyince sistemler geliştirmek zorunda kalmışlardır. Siyonizm ve İllüminati gibi. Allah Kitabı Kuran’da bu düzenlere Ankebutların Evleri yakıştırması yapılmıştır. Gerçekten de öyledir. Bu düzenleri güçlü gösteren illüzyon Musaların Asaları karşısında yok olmaya mahkum olmuştur.

Herkes anlar ki, Yahudilerin kendilerine dayanak yaptığı yukarıdaki  ayette geçmiş zamandaki bir "üstünlükten" söz edilmektedir. Allah, İsrailoğulları’na, onları bir zamanlar nimetlendirdiğini ve üstün kıldığını hatırlatmaktadır. İsrailoğulları'yla ilgili diğer Kuran ayetlerine ve kıssalarına baktığımızda, bu nimetin ve üstünlüğün nasıl olduğunu da açıklıkla görebiliriz. Allah, İsrailoğulları'nın atası olan Hz. İbrahim'den başlayarak, onlara peygamberler göndermiş ve aralarında yaşadıkları putperest kavimlere karşı onları manen üstün kılmıştır. Firavun döneminde Mısır'da baskı ve zulüm görürlerken, onları Hz. Musa vesilesiyle kurtarmış, ardından Hz. Musa'ya Tevrat'ı indirmiş ve İsrailoğulları'nı bu kutsal kitapla doğru yola yöneltip şereflendirmiştir. Hz. Musa'dan sonra da İsrailoğulları'na pek çok peygamber gönderilmiştir. Bunlar, Allah'ın bu kavme olan lütuf ve nimetleridir.

 

Ancak İsrailoğulları'nın önemli bir bölümü bu nimete layık olamamış, kendilerine gönderilen peygamberlere itaatsizlik etmiş, Allah'ın vahyi olan Tevrat'a başkaldırmış, hatta Tevrat'ı kendi menfaatlerine uygun olarak değiştirip tahrif etmiştir. Böylece Allah'a vermiş oldukları sadakat ahdini bozmuşlardır.

“Andolsun, Allah İsrailoğullarından kesin söz (misak) almıştı. Onlardan oniki güvenilir- gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: "Gerçekten ben sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekatı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah'a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır."Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. Kendilerine hatırlatılan şeyden pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.” (Maide Suresi, 12-13)

 

Görüldüğü gibi, İsrailoğulları'nın bazılarının iddia ettiği manada, yani tüm bir ırk olarak üstün kılınmaları söz konusu değildir. Allah, İsrailoğulları'nı bir ırk olarak, yani ahlak ve tavırlarından bağımsız olarak, kalıcı bir şekilde "üstün kılmış" değildir. Allah'ın Hz. İbrahim'e olan vahyini bildiren aşağıdaki ayet, bu gerçeği vurgulamaktadır:

 

“Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım" dedi. (İbrahim) "Ya soyumdan olanlar?" deyince (Allah:) "Zalimler benim ahdime erişemez" dedi. “(Bakara Suresi, 124)

 

Görüldüğü gibi Allah Hz. İbrahim'in soyundan olanları bir ırk olarak üstün kılmamış, aksine bu ırktan olup da zalim olanların Allah'ın ahdine, yani İsrailoğulları'na verdiği üstünlük ahdine dahil olmayacağını haber vermiştir. Allah'ın Hz. İbrahim'e ve soyuna verdiği üstünlük, ırk manasında bir üstünlük değil, her kim Hz. İbrahim'in yolunu izler, onun ahlak ve inancını takip ederse, onun tarafından devralınacak manevi bir üstünlüktür. Nitekim Allah "doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir" buyurarak (Al-i İmran Suresi, 68), çağımızda Hz. İbrahim milletinin Müslümanlar olduğunu bildirmiştir.

“Siz insanlar için çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısı olmak üzere yaratıldınız. İyiliğin yapılmasını emreder, kötülüğün yapılmasını yasaklarsınız ve Allah'a inanır iman getirsiniz. Kitap verilenler de inansalardı, haklarında hayırlı olurdu. İçlerinde inananlar varsa da pek çoğu dinden çıkmış fasıklardır.” (Al-i İmran Suresi, 110.)

 

Allah, insanlar arasındaki ırk, soy, kabile bağlarının bir üstünlük konusu olmadığını da aşağıdaki ayetiyle açıkça bildirmiştir:

 

Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." (Hucurat Suresi, 13)

 

Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisine sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cehd eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54)

İşte bu ayet İsrailoğullarını dine, karşı din oluşturmaya itmiştir. Zira üstün ırk olma hayalleri bu ayetle sona ermekle birlikte, bu ayet; bir başka üstün ırka da işaret etmektedir.

 

İsrailoğulları dine, karşı din oluşturmada Firavun Düzeni ni taklit etmişlerdir. Bu düzen; Firavun(otorite), Haman(Otoriteye bağlı devlet başkanları), Karun(Otoriteye mali güç sağlayan kaynak) ve Belam(Otoriteyi illüzyonla güçlü gösteren ilim adamları) denilen unsurlardan oluşmaktadır.

Kuranı Kerim’de bu oluşuma; Beytül Ankebut (dişi örümceğin evi düzeni) denilmiştir,  Ankebut Suresinde.  Bu evin ve düzenin kurucusu tarafından muhteşem görüldüğü, ancak çok zayıf yapıda olduğu anlatılmıştır bu surede. Bunların her biri bir yalan ve kurgu ile önce açıkça din düzeni içindeki  halktan ayrılır, kendine özel çıkarlar oluşturur ve bütün varlığını bu özel çıkara adar hale gelirler.

Nasıl örümcek (karadul)  açgözlülüğünden kendi erkeğini yerse bunlar da adam öğütme ve yeme mekanizmasına dönüşür.  Kendi çıkarına, varlığına, grubuna, ideolojisine karşı tehdit olarak gördüğünü çiğ çiğ yemek ve yok etmek ister.

Örümcek (karadul) nasıl kuytularda yaşar, pusu kurar, ısırmak ve sokmak dışında bir kavga tarzı bilmezse, bunlar da zamanla örümcek yuvasına dönüşerek kuytularda gizlenir, pusuya yatar, ısırır ve sokarlar.

Örümcek (karadul) nasıl kenardan izler, takip eder, ileri noktalara ağını atarsa bunlar da izler, takip eder, dinler, fişler, ileri noktalara ağını atarak plan kurar, dolap çevirirler.

 “Sonra onların arkasından Musa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve topluluğuna gönderdik. Tuttular o mucizeleri inkâr ettiler. Ettiler de bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu!

Musa: "Ey Firavun! Bil ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim." dedi. Allah'a karşı ilk görevim, hak olandan başka bir şey söylemememdir. Gerçekten ben size Rabbinizden bir mucize getirdim, artık İsrailoğullarını benimle gönder. Firavun: "Eğer bir mucize getirdiysen ve eğer doğru söyleyenlerden isen onu göster" dedi. Bunun üzerine Musa, asâsını yere bırakıverdi, o da birdenbire kocaman bir ejderha kesiliverdi. Ve elini (böğründen) çıkardı, birden o, bakanlar için, bembeyaz parlayan bir şey oldu. Firavun'un kavminden ileri gelenler, "Muhakkak bu çok bilgili bir sihirbazdır." dediler.” (Araf Suresi 103-108)

“Kendilerine tarafımızdan hak gelince, "Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir." dediler.

 Musa dedi ki, "Size hak gelince, ona böyle mi diyorsunuz? Bu sihir midir?" Halbuki sihirbazlar iflah olmazlar.” (Yunus Suresi 76-77)

 “Onlar ortaya atınca Musa dedi ki, "Sizin yaptığınız şey sihirdir. Muhakkak ki, Allah onu iptal edecektir. Şüphe yok ki, Allah fesatçıların işlerini düze çıkarmaz. Allah, hakkın hak ve gerçek olduğunu kelimeleriyle ispat eder, günahkârların hoşuna gitmese de” (Yunus Suresi, 81-82)

Ayetlerden anlaşıldığı gibi sihir, büyü veya illüzyon bir ilmin doğurduğu sonuçlardır. Bu sonuçları da yok eden; onları ortaya çıkaran ilimden daha büyük bir başka ilmin sahipleridir. Mucize diye kabul edilen şeyler aslında bu ilmin ortaya çıkardığı neticelerdir. Allah, Rahim olması sebebiyle kendi din düzeninin de koruyucusudur. Bu sebeple kendi düzeninin bozulmasını istemez. Bunun için de her ilim sahibi üstünde ilim sahipleri de oluşturur.

Ancak bu ilme henüz vakıf olmayanlar, bunları olağanüstü şeyler yani mucizeler olarak görürler.

 “Musa ona: "Allah'ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi. (Hızır) dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin. İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?" (Kehf Suresi 66-68)

Ayette geçen “iç yüzünü kavramak” ifadesi,  hikmete işaret etmektir.

Bakara Suresi 269. ayetinde Allah hikmetin önemine; ““Kime hikmet verildiyse ona gerçekten pek çok hayır verilmiştir.” diyerek  dikkat çekmiştir. Nur Suresi 35. ayette ise hikmet; insanları doğru yola sokan NUR olarak tanıtılmıştır. Buna da, ancak Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya önem verenlerin sahip olacağı Nur Suresinde belirtilmiştir.

Özetle söylemek gerekirse mucize oluşturan bilgiye Allah’ın Nuru=Hikmet denir ki, Mucize bu ilmin apaçık bir Burhan’ı dır(Burhan=delil, ispat)

http://burhan-nur-hikmet.blogspot.com/p/nur-hikmet.html

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? “(Yunus Suresi, 99)

Devlet bir kurumdur. Kurumların dini olmaz, insan­ların dini olur. Devlet namaz kılmaz, oruç tutmaz ve ahi­retle ilgili bir endişe taşımaz. Devlet gibi diğer kurum ve kuruluşların da dini olmaz.

 

Devleti veya bir kurumu idare eden­ler, kendi inançlarını idarelerine yansıtırlar. Bu tabii bir durumdur. Tabii olmayan, idarecilerin halkı kendileri gibi inanmaya zorlamalarıdır. İşte din devleti veya ideolojik devlet böyle doğar. Bir inancı zorla değiştirmek mümkün olmadığından böyle yerlerde iç çekişmelerin, baskı ve zulümlerin sonu gelmez. Dinin özü imandır. İmanın temeli de kalp ile tasdiktir. Hiçbir inanç, insana zorla kabul ettirilemez. En baskıcı rejimler dahi bunu başaramazlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 

“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara Suresi, 256)

“De ki: "Ey insanlar, şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidayet bulursa, o ancak kendi nefsi için hidayet bulmuştur. Kim saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim." (Yunus Suresi, 108)

Bu sebeple Müslümanlar kimseyi Müslüman olmaya veya Müslüman gibi davranmaya zorlayamazlar; tam tersine her kese inandığı gibi yaşama imkânı verirler. Bu böyle olduğu için Müslümanların Devleti, din devleti yani teokratik devlet olamaz. Onlar, insanları Allah adına değil, kendi adlarına yönetirler. İyi yöneten sevap kazanır. Kötü yöneten ise onun sorumluluğunu üstlenir.

Din devleti demek doğru olmadığı gibi dinsiz devlet demek de doğru değildir. Dindarlık veya dinsizlik sadece insanla ilgili bir kavramdır. Bu sebeple hiç kimse, din konusunda devlete ait bir kurum veya kuruluş adına konuşamaz. Çünkü bu kurum ve kuruluşlar, aynı inanca mensup kişilerin oluşturduğu bir dinî cemaat değildir. Dinî bir konuda bunlar adına konuşan kişi, kendi inancını o kurum veya kuruluşlara mensup kişilerin inancı gibi göstermiş olur ki, buna kimsenin hakkı yoktur.

Devletin vatandaşı ile ilişkisi dinî veya ideolojik boyutta değil, adalet boyutunda olmalıdır. Devletin temel görevi, adaleti, iç ve dış güvenliği sağlamak, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerine engel olan şeyleri ortadan kaldırmaktır. Bunlar için vatandaşı bilinçlendirmektir.

Devlet baskısı ile inanmış gözükenler vücuda alınmış mikrop gibi olur, güçlü hale gelince hastalık yaparlar.

İnançlarına baskı yapılmayanlar da vücuda yapılmış aşı gibi ülkeyi koruma görevini üstlenirler. Osmanlı devletindeki azınlıkların kendilerini azınlık değil, devletin şerefli bir vatandaşı saymaları çok önemliydi.

Devlet güneş gibi olmalıdır. Güneş nasıl Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, zengin, fakir ve ırk ayırımı yapmadan herkese aynı mesafede ise devlet de va­tandaşlarına karşı hep aynı mesafede durmalıdır.

Bu konuda geniş bilgi için: Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR’ın   DİN ve DEVLET İLİŞKİLERİ TEOKRASİ ve LAİKLİK adlı kitabını inceleyiniz.

Benim burada, vurgulayarak söylemek  istediğim, Siyonist Emperyalist Sistem’in; kozmopolit çoğulcu katılımcı efkar ürünü Devlet Politikası oluşturmayan, devletleri işgal ettiğidir. Bunun sebebi de Sayın Abdülaziz Bayındır’ın kitabında anlattığı teokratik devlet anlayışıdır. Oysa Din=yaşam manifestosuna uygun yaşam düzeni bellidir. Bu düzen kitabı Kuran’da, istişare-danışma  ayetlerinde Allah;

“Sen (o zaman), sırf Allah'ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları sen bağışla, onlar için Allah'dan mağfiret dile. (Yapacağın) işlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran 159)

“Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir şura istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.”(Şura Suresi, 38) demektedir.

Siyonist Kapitalist Emperyalist Düzen niteliksiz sayısal çoğunluklardan güç bulmaktadır. Nitelikli tek kişi bile bu düzeni yıkabilir veya asgariden kafa tutabilir.

Bunun örneği Musa A.S ve Firavun arasında yaşanmıştır. Kuran’da bu kıssa anlatılırken benzeri düzenlere karşı koymanın onları yok etmenin mümkün olacağı anlatılmıştır.

Bu kıssada Allah’ın Hz. Musa A.S. ı tek başına Firavun’la konuşmaya gönderdiği anlatılmıştır. Bu kıssa anlatılırken ilmin en büyük güç olduğu vurgulanmıştır.

Gerçekten de bilgi en büyük hazine, en büyük güç demektir.

 “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” (Enam Suresi 116)

“Sonra bunların arkasından Musa ile Harun'u âyetlerimizle Firavun'a ve cemaatine gönderdik. İman etmeyi kibirlerine yediremediler ve günahkâr bir kavim oldular.”(Yunus Suresi, 75)

“Allah, hakkın hak ve gerçek olduğunu kelimeleriyle ispat eder, günahkârların hoşuna gitmese de” (Yunus 82)

Yani ALLAH’IN NURU kafirler arzu etmesede doğru yolu gösterir, gerçekleri ortaya çıkarır.

Yani bütün bu çarpık sistemlerin baş düşmanı bilinçlenmedir.

Bilinçlenme bu sistemlerin ortaya koyduğu illüzyonun  gerçek yüzünü ortaya çıkarır.

“Kendilerine tarafımızdan hak gelince, "Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir." dediler. Musa dedi ki, "Size hak gelince, ona böyle mi diyorsunuz? Bu sihir midir?" Halbuki sihirbazlar iflah olmazlar. Ve suçlular istemese de Allâh, sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır!” Yunus Suresi 76-77-82)

İşte bu ayetle Allah, ilmin varlık ve etkinse dikkat çekmiştir.

Bilinçlenme ilgi ve ona duyulan ihtiyacı ortaya çıkaran önem vermek sebebiyledir.

“Allâh, inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.(nur=hikmet verir) kâfirlerin dostları da tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara 257)

İşte Musa’nın asası, gerçekte kendisine gösterilen illüzyonu yok eden bir bilgiydi.

SİHİR, BÜYÜ ya da İLLÜZYON; gerçek bir bilgi, hikmet karşısında batmaya mahkumdur.

Bu bilgi inanlara FURKAN(hakla batılı ayıran bilgi) olarak KURAN da verilmiştir.

Siyonist Emperyalist Kapitalist Düzenin günümüzdeki unsurları OTORİTE(Siyonist Otorite), HAMANLAR( Amerikan başkanları ve ona ayak uyduran ülkelerin yöneticileri), Karun’un yerine BANKALAR, BELAMLAR dır.

BELAMLAR; Bilinçlenmenin önünü keserek sistemin kuvvet aldığı  BUTLAN HUKUKUNU(güçlülerin hukuku), SINIFSAL TABAKALAŞMAYI(parçala böl ve yönet politikası gereği), NEFRETTİRMEYİ  oluştururlar.

BANKALAR; BORÇLANMA TUZAĞI  için BORCA DAYALI PARA SİSTEMİ ve bu sistemi yaşatan politikaları oluşturan KARŞILIKSIZ REZERV SİSTEMİ  dir.

 Siyonizm’in inancı temellerinden biri Toprak anlayışına dayanır. Kısaca Arz-ı Mevud olarak bilinir. Arz-ı Mevud ise Büyük İsrail’dir. Tüm insanlığı köleleştirme inancı ise Siyonizm’in bir başka temelidir. Köleleştirme ise BDPS/KRS ile yapılmaktadır.

Kısaca Siyonizm’in Kalbi Arz-i Mevud'dur. Sah Damarı ise BDPS/KRS'dir.Bize düşen Sah Damarı kesmektir!

Bilinmelidir ki; FESAD(İFSAD) ın panzehiri İNFAK tır. Sistem bu yüzden paylaşmaya karşı çıkar.

Bunun içinde ekonomi, hukuk ve siyaset konularında ve özellikle dine karşı din oluşturanlara karşıt gerçek din konusunda bilinçlenmek gerekir.

Yani sistem karşısında her kesin bir Musa olma zorunluluğu vardır. Bu gerçek cihattır. Cihat adam öldürmek, insan katletmek değil; ISLAH ETMEK demektir.

İslam Dini ISLAH dinidir. Bu yüzden günde beş vakit ezanlarla insanlar ıslaha ve felaha çağrılırlar.  Ezanda geçen "HAYYE 'ALE'L FELAH" özgür irade ile kurtuluşa ve mutluluğa yönelim anlamındadır .Aynı kökten gelen İFLÂH, bir şeyi elde etmek, arzu edilen şeye ulaşmak, çalışmada başarılı olmak, isabet kaydetmek gibi anlamlar ifade eder

İflâh mastarından türetilen değişik kipler Kur'an-ı Kerîm'de kırk yerde geçer.  Kur'an-ı Kerîm;  iftira edenlerin, kâfirlerin, zâlimlerin, mücrimlerin, sihirbazların felâha kavuşmayacaklarını beyân eder (el-En'âm, 6/21, 131; Yunus, 10/77; Yusuf, 12/23; Taha, 20/69; el-Müminun, 23/117; el-Kasas, 28/37, 82; Yunus, 10/69; en-Nahl, 16/116). Buna karşılık Kur'an-ı Kerîm; Müminlerin, salatı huşû ile ikame edenlerin, sabırlı olanların, takva sahibi kimselerin cimrilikten sakınanların, nefislerini tezkiye edenlerin, hak yolunda cihâd edenlerin, tövbe edenlerin, Allah’ı Teâlayı samimiyetle ananların felaha kurtuluşa ereceklerini de açıklar (el-Mü'minun, 23/1, el-A'lâ, 87/14, eş-Şems, 91/9, el-Bakara, 2/189, el-Maide, 5/100, el-Hacc, 22/77, el-Cum'a, 62/10, el-Nasr, 59/9, et-Teğabün, 64/16)

Bakara suresinin beşinci ayetinde geçen "MÜFLİHUN" kelimesindeki , "Müflih;  gâyesine ulaşan kişi demektir Sanki bu kişi için bütün basan yollan açılmış ve önünde hiçbir engel kalmamıştır

Bunun için de cihad şartır ve  cihada kalkmış her Musa’nın asaya=ilme ihtiyacı vardır.

BİLGİ TOPLUMU OLMA ÇAĞI içindeyiz. Bu çağda, niteliksiz çoğunlukların rızası ile oluşan otoritenin sunacakları ile değil; nitelikli çoğulculuğun efkarının türetip  ürettikleri yaşamak durumundayız.

Beklenen Mesih veya Mehdi, hiç gelmeyecektir aslında. Sizi kurtaracak olan kendi imanınız ve bundan oluşan kendi özgüveniniz olacaktır. Yani kendi iradenizi oluşturup, başkalarının iradesine ihtiyaç duymamanız olacaktır. Bu da bilgi toplumu olmaya ayak uydurmakla olur.

Başkalarının arzusu uyarınca yaşayanlar en sefil insanlardır.

 

Burhan İŞCAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.