Onlar, Bunlar ve Diğerleri, Ona Şunların Adını Sen Koy...

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
BURHAN İŞCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
08.06.2012

Uzun yıllar AB nin Türkiye Raportörlüğünü yapmış olan Hollandalı Milletvekil Ria Oomen Ruıjten’ göre Türkiye’nin öncelikli büyük sorunu kutuplaşmadır. Aslında bunu bir başkasının da söylemesine hiç gerek yoktur. Yaşadığımız bu günlerde ise kutuplaşma artık kutuplaşmalara, daha ufak parçalarda kutuplaşmalara dönüşmüştür.

Cumhuriyet Tarihimiz boyunca süregelmiş laik ve dinci kesim kutuplaşmaları; parçala böl ve yönet politikası ile farklılaşma evrimindedir.

Kutuplaştırmayı oluşturan temel neden, GÜVEN dir. Birbirine güvenememektir. Bu durumdaki bireylerin zorlama ile devlet oluşturması mümkün değildir. Kutuplaşmanın asıl nedeni ekonomi ve mali yönetimde güvensizliktir. Kutuplaşmanın büyük tarafı bu yüzden İslam Devleti ve Şeriatı-İslam Hukuku ile yönetilmek istemektedir. Bunlara göre kurtuluş ve refah gerçek İslam Yaşantısında’dır. Bu şekilde gerçekten dürüst, emin Mümin bireylerin oluşması mümkündür. Doğru olabilir, ancak; fikirler yaşama geçmiyorsa, geçemiyorsa ölüdür. Bu yüzden diğer taraf demokrasi ve irade özgürlüğü içinde yönetilmek istemektedir. Onlara göre de, gerçekten refaha ulaşacak yolu bulmak böyle mümkün olacaktır.

Onların ve bunların unuttuğu tek şey KUTUPLAŞMADIR. Ehven-i Şer  saplantısı ile güven ortamını yanlış birleşmede tesis etmektir.. Bu birliktelikten ne Gerçek İslam Yaşantısı Uygulamaları çıkmıştır; nede gerçekten demokrasi ve laiklik uygumaları. Ortaya çıkan tek şey kavram karmaşası ile güçlenen sınıfsal tabakalaşma ve üstünlerin egemenliğidir.

Bu tabakalaşmanın en önemli iki unsuru, ruhbanlar ve aristokratların birbiriyle mücadelesi, ortamı; birbirlerini yok etme planları ortaya çıkıncaya kadar sürmüştür. Bu savaş, kutuplaşmanın iki unsurundan onlar ve bunların savaşı değildir. Öyle gösterilmek istenmektedir. Bu savaş her iki kutbun ehven-i şer seçiminin belirlenmesi savaşıdır. Çünkü savaşın her iki tarafının maksadı bellidir. Ülke yönetiminde ortak, hatta salt otorite kurmak. Yani maksat ne din devletidir, nede demokrasi. Maksat sınıfsal tabakalaşma üstünlüğü elde etmektir. Oysa Kutuplaşmanın onları ve bunlarının maksadı farklıdır.

Onların ve bunların kutuplaşması; aklın yolu birdir gerçeği doğrultusunda özgürce konulabilecek irade içersinde beğendirme ve özendirme ile ve özellikle güveni tesis etmekle son bulabilir. Zaten, Allah’ın insanlara gönderdiği son yaşam manifestosu olan Kuran’da; bu yüzden dinde zorlama yoktur, beğendirme ve özendirme ile bunları oluşturmak için kolaylaştırma vardır. Kuranda adalet ve eşitlik üzerinde önemle durulmuştur.

Allah insanı Kuran’da Ahzab Suresinde şöyle tanımlamıştır; “insan zalimdir, çünkü o çok cahil bulunuyor” Ve bir başka ayette de şöyle denilmektedir. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” . Mevlana’ya  “ibadet ne demektir?” diye sorulduğunda; “bilmek, yine bilmek, yine bilmektir” diye tanımlamış. İşte Kuran’ın indirilmesi de “oku” emriyle başlayıp, bilinmesi gerekenleri hem de amelde göstererek 23 senede tamamlanmıştır. Buradan şu sonucu çıkarıyoruz; demek ki, bilmesi gereken şeyleri öğrenmeyenler zalimlerdir ve de zalimlere güvenilmez.

Bu iki kutbun hedefi bellidir. Bu hedef ilerde onları aynı yolda birleştirecektir. Bu kesindir. İşte bu yola biz insanlık diyoruz.

Ancak birde şu hedeften  saptırmalar olmasa.  İşte bu hedeften saptırmalar göstermektedir ki; kutuplaşmada olsa, taraflar ayrılsada düşman her iki taraf için aynı. Düşmanın maksadı belli. İnsanlığa hükmetmek..

Aslında görülmesi gerek şey bu. Eğer bir ehven-i şer seçimi olacaksa; onlar bunların, bunlarda onların ehven-i şer idir. Hiçbir zaman ehven-i şer şunlar değildir. Şunlar şerrin ta kendisidir çünkü. Yani ehven-i şer de olsa şer şerdir, şerre güvenilmez. Şeytan insanın, insanlığın en büyük düşmanıdır.

Peki şunlar kim?

Şunlar; insanlığa hükmetmek isteyenlerle, onlar için onların maksadı için çalışanlardır. Şunlar; maksatlarını gizleyip hedef saptırırlar. Şunlar; insanların birlikte düşünüp üreterek ve de paylaşarak insanca yaşamasını sağlayacak demokrasi anlayışının düşmanlarıdır. Şunlar; kendileride sıradan insan olukları halde, kendilerini insan üstü gören ruhbanlar, aristokratlar ve onların da efendileridir. Bu yüzden de eşitliği, adaleti ve güveni türlü fesat ve fitnelerle yok etme savaşı vermekteler. İnsanlığın gerçek kutuplaşması, efendiler ve köleleri ile bunların karşısında olan özgürlükcü demokratlar  şeklindeyken; hedefini sapıtanlar bu kutuplaşmanın neresindedir?

Demokrasi bireylerin hiçbir etki ve tesir altında kalmadan özgürce irade kurması olanak ve ortamı değilmidir?

Ve güven vermek sözde mi icraatta mı belli olur; insanlığın kemaliyeti güvenle birleşmede değilmidir?

Asıl amaçlarını, maksatlarını görmeden ve  saptamadan birilerinin iradesi doğrultusunda hareket etmek neyin nesidir? Adını siz koyun. İster sürü zihniyeti deyin ister bir başka şey, fark etmez. Zira en sefil insan başkalarının arzu ve iradesi doğrultusunda yaşayan insandır.

Benim koyduğum isim; “üçüncü seçeneğe zorlanmaktır”

Bakın aristokrat Harbiyelilere; işaret ettikleri öcülere çok dikkat edin. Soruyorum size o öcüler gerçekten öcümüdür, tehlike midir?

Ya da bakın ruhbanların işaret ettiği öcülere; Kemalizm mesela gerçekten öcümüdür, tehlike midir?

Maksat, sonuç ve sonuca etki eden sebep ve nedenlere bu ilişki içinde bakıp değerlendirdiğimizde; asıl tehlike ve öcünün bunları işaretteki maksat olduğu ortaya çıkar.

Ölülerden tehlike meydana çıkar mı?

Hortlaklar, vampirler ve kötü ruhlar yüzyıllarca öcüler olarak yer etmiştir insanların, insanlığın beyninde.

Oysa tehlike hayatta, yaşamın taaa içindedir.

Asıl öcüler güvenilmeyenlerdir, münafıklardır.

Hayata geçememiş fikirler ölüdür demiştik.

Bu yüzden, hayata geçmemiş Gerçek İslam’da tehlike değildir, Komünizm’de ve de Kemalizm’de. Tehlike bunları öcü olarak yaftalayan zihniyetin maksadındadır.

Bu günlerde iki şey moda oldu ülkemizde ve hatta tüm İslam Coğrafyasında. Birincisi yanlışa yanlışla mukabele etmektir ki bu Gerçek İslam anlayışında yani Kuranda yoktur. Kuranda bu davranış, fesat ve  fitne olarak yer almıştır. Diğeri sahtesine bakarak gerçeği yargılamaktır. İslam’da bu da yanlıştır.  Kuran’ı Kerim’in Kehf Suresi başında Musa A.S. ile ilim sahibi kişi arasında geçenleri anlatan kıssada, özellikle surenin 68. ayetinde bu konuda ikaz vardır. “Gerçek sebebini, hikmetini maksadını bilmediğin bir bilgiye nasıl sabredersin”. Sabretmek rıza gösterip boyun eğmek demek değildir. Sabretmek tahammül ederek, yılmadan usanmadan  aynı kararlılık ve azimde mücadele etmek demektir. Şimdi bakınız bu ayet ışığında olaylara. Kemalizm olsun, Komünizm olsun, İslam olsun öcü olarak niteleniyorsa niteleyenlerin bunlardan bi haber olduğu gerçeği ortaya çıkar.

İslam’ı öcü olarak görenlerin, hiç ama hiç Kuran’dan nasip almadığı. Kemalizm’i öcü diye niteleyenlerin bir defa olsun NUTUK u okumadığı gün gibi ortaya çıkar. Test edin, göreceksiniz. Bunlara mı güveneceğiz?

Ben her akşam namazında cami çıkışında namaz kılanlara sorarım mesela. İmam hangi ayetlerle namaz kıldırdı diye. Sizce kaç kişi doğru cevap vermiştir? Allah’ın Maun Suresinde cehenneme atacağım dediği bu kişilere, bilinçsizce kıldıkları namaza bakarak aldanarak güvenilir mi? Bunlar ehven-i şer olabilir mi?

Kavram karmaşası içinde salatı sadece namaz kılmak, salavatı ise sadece dua etmek olarak algılatanlar ve algılayanların maksatlı zihniyetidir öcü olan ve öcüler oluşturan. Ya şecaat arz edeceğim derken kendi sirkatlerini ortaya koyanlar. Laiklik çığlıklarını, dinsiz inançsız yaşam için atanlar onlarda öcüler değil mi? Yanlış var deyip, yanlışı işaret etmeyi; başka bir yanlışın oluşmasına zemin hazırlamak için yapanlardır bence öcü olanlar. Dikkat edin onlar sadece yanlışı veya sorunu işaret ederler. Onlar doğruyu ve ya çözümü de söylemezler. Çünkü bilmiyorlar.

Görüleceği ve anlaşılacağı gibi asıl öcüler kendi beyinlerimiz. Kendi beyinlerimiz bize en büyük düşmanlığı yapmakta ve güven hususunda bizi aldatıp bunları öcü olarak algılatmakta.

İnsanın en büyük düşmanı yine kendisidir. İnsana diğer düşmanları onun müsaadesince  kötülük yapabilir.

Ne onlarda suç, ne bunlarda, ne de şunlarda. Suç kendimizde. Kendi önemseme ve önemsememize bağlı olan dikkat derecemizde. Dikkatsizliğimizin sonucu günahını, başkalarını muhakeme etmeden ön yargılı olarak yargısız infazla anlamsız olarak güvenilmeyen olarak yaftalayıp faturayı onlara kesmemizde.

Adalet yorumlarımız saatlerimize benzer. Hemen hepimizin saati yanlışı gösterir ama hemen hepimiz kendi saatimize güveniriz. Oysa insan insanın kurdu yani mihenk taşı değilmidir?

İnsan için aslında iki taraf vardır. İnsanca yaşamak isteyenler ve diğerleri. Başka tabirle cennetlikler ve ya cehennemlikler tarafı. Başka taraf veya kutup yoktur. Diğerleri hedef sapmadan başka bir şeydeğildir.

Bu gün İslam Devleti istemede direnenler, demokrasi dindir deyip dışlamaya kalkanlara sormak lazım; Kuran’ı hangi mezhep, tarikat veya cemaatin görüşleri doğrultusunda yorumlayıp, işte bu İslam dır diye  devletini kuracaksınız; yani bunlardan hangisine güveneceksiniz, bu güvensizlik içinde güvenilir bir devlet kurmak mümkün mü? Bunlar acep gerçek Müminler mi ki?  “İnandık demekle salınımı verilecektiniz” diyen Allah bile sınava tabi tutmuşken, sınavsız kabullenelim mi bunların Müminliği’ni. Bu bölünmüşlükte bunun imkanı yoktur ve bu hayalciliktir. Zorla güzellik olmaz. Bu yüzden Allah zorlamayı yasak etmiştir.

Ya da diğer tarafa soralım; bir taraftan düşünce özgürlüğünden bahsederken, diğer taraftan düşüncelerin beyanından neden ön yargılar içerisinde korkuyorsunuz; yoksa korkunuzun sebebi kendinize bile güvenmemeniz mi?

Sorun demokrasi ve sadece onunla oluşturulacak güven sorunudur. Demokrasinin algılanmama sorunudur. Şura yı, danışmayı, karşılıklı anlaşma ve rızayı emreden bir din anlayışından kaçmaktır. Evet sorun beyinlerimizde, bilinçsizliğin oluşturduğu kaygıdadır.

İşte gerçek sorun bu kaçışın, kaçırtmanın  nedeni olan ön yargı, peşin hükümden kurulu sabit fikirdir. Bu sabit fikir güvensizlik ortamı oluşturmaktadır.

Ülkemizin gerçek sorunu; üçüncü seçeneğe razı ettiren bu kutuplaşmadır.

GÜVEN ARAYIŞIDIR.

Güven ortamı oluşturmak çok basit aslında.

Gerçekten güvenilebilecek tek olgu; kozmopolit çoğulcu katılımcı demokrasinin akıl birlikteliğindedir. Aklın yolu birdir. Onlar ve bunlar şunlara karşı bu şekilde birleşmelidir.

Gerçekten Mümin ve Müslüman olanlar olsun ister adı başka olsun güven ortamı oluşmasını samimiyetle isteyenler bundan asla kaçmaz.

 

Burhan İŞCAN

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.