Çanlar Kimin İçin Çalacak?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Halit DURUCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
29.12.2012

ANADOLU’YA AÇILAN KİLİSE KAPILARI

(Çanlar kim için çalacak)

Son yıllarda, ülkemizde büyük bir din projesi uygulanmaktadır.

Bu projeye ‘Dinlerarası Diyalog’ denilmektedir. Bu projenin Türkiye sorumlusu olarak tayin edilen bir şahıs, ABD’nin bir eyaletinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu zat, siyasilerle işbirliği halindedir. Çeşitli zamanlarda ve mekânlarda papazlarla bir araya gelerek bütün dinlerin hak olduğunu; ‘Lailaheillah’ diyenlerin Müslümanlar gibi cennete alınacaklarını müjdelemiştir. Ayrıca tüm dinlerin İbrahim’i olduğunu ve tek Tanrı’ya iman esasına dayandığını söylemiştir. Bu tezini pekiştirmek adına siyasilerle ve Diyanetişleri mensuplarıyla kiliselere giderek ortak ayinlere katılmış, İncil ve Kur’an hediyeleşmesinde bulunmuş ve Vatikan Kilisesi’nde papazların elini öpme merasimleri düzenlemiştir. Daha da ileri giderek, Müslümanların kiliselerde ve havralarda gönül rahatlığıyla namazlarını kılabilecekleri yönünde fetvalar dahi vermiştir. Bu projeye uyan siyasilerden bazıları, Fransa’da bulunduğu bir dönemde kiliseye giderek namaz kılmış; buna gerekçe olarak kiliselerin de bir ibadethane olduğunu söylemişlerdir. Yine bir siyasetçimiz, gerektiğinde papaz cübbesi bile giyebileceğini, gerekli hallerde iblislerle bile istişarede bulunabileceğini gayet rahat bir eda ile söyleyebilmiştir! Diyalogcu zihniyet, din derslerimizde tüm dinlerin ‘HAK’ olduğunu gençlerimize aktarmaya başlamıştır. Bu eğitim anlayışıyla yetişecek olan gençlerimiz, Hıristiyan olmak aslında İslam olmak, İslam olmak aslında Hıristiyan olmak gibi saçma sapan bir manevi atmosfere sürüklenecektir!

Bu projenin hayata geçirilebilmesi için Müslüman Türk Milleti’nin bu tehlikeli değişime hazırlanması gerekiyordu. Bunu başarabilmek için önce Müslüman Türk Milleti’nin gözüne hitap etmişlerdir. Yasalarda yapılan düzenlemelere göre; domuz etinin serbest bırakılması, zinanın yasal düzenlemelerle suç olmaktan çıkartılması, Akdamar Kilisesi’nin, Sumene Manastırı’nın ve Heybeli Ada Ruhban Okulu’nun açılması gerekiyordu. Bununla da yetinmeyen diyalogcular, ülkemizde kilise evlerinin açılmasına, Hıristiyan ve Yahudi misyonerlerin rahatlıkla faaliyet göstermesine yine yasal düzenlemelerle izin vermişlerdir. Bu din açılımları, kademeli ve sistemli bir şekilde yapılmış, yandaş medya da bu tehlikeli projeyi sevimli göstererek psikolojik harekâtın bir parçası haline gelmiştir. Yani; kiliseler, kilise evleri ve misyonerlik faaliyetleri artık Milletimizin gözünde sevimli ve faydalı açılımlar haline getirilmiştir. Bu projenin ikinci aşaması; Hıristiyanlığın gözlerden gönüllere indirilmesi aşamasıdır. Bu plan da, kademeli ve sistemli bir şekilde eyleme dönüştürülmüş; artık pek çok insanımız tüm dinlerin ‘İBRAHİM’İ’ dinler olduğunu, cennete girebilmek için papazların dediği gibi; “Lailaheillallah” diyenlerin cümlesinin mutlaka cennete alınacağını kabul edecek hale getirilmiştir. Buna inanan insanlarımız, misyonerlerin uzattığı dostluk ve kardeşlik elini tutarak kiliselere veya kilise evlerine giderek Hıristiyanlık dersleri almaya başlamışlardır. Türkiye’de, bu durumla ilgili olarak pek çok kamuoyu araştırması yapılmış; sonuç, ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Bu araştırmalar; Hıristiyanlığın, kiliselerin ve papazların artık gözlerden gönüllere indirildiğini apaçık ortaya koymuştur. Bu planın üçüncü aşaması; Hıristiyanlığa hazırlanan Müslümanların vaftiz edilmesi aşamasıdır. Vaftiz edilenler, papazların şefkatli kollarında övülerek ve sevilerek kutsal haç’ın önüne çıkartılmaya, papazların vaazlarını dinlemeye ve ayinlere katılamaya başlamışlardır. Araştırmalar göstermiştir ki; dinini değiştirenlerin çoğunluğu işsiz, okuyamamış ve yarınlarından ümidini kesmiş Müslüman Türk çocuklarıdır!

Diyalogcuların yalanlarını ortaya koyabilmek için Kur’an-ı Kerim ışığında konuyu incelememiz gerekecek.

a-) Müslüman olmanın şartı; “Lailaheillallah, Muhammed ün Resulullah” diyerek kelime-i şahadet getirmektir. Yani diyalogcuların dediği gibi, iman etmiş olmak için sadece “Lailaheillallah” demek yetmiyor. Zira İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) Hıristiyanları ve Yahudileri Müslüman yaparken kelime-i şahadeti söyletmiştir! Müslümanlar, Allah Resulü’nün icraatlarını ve onun tebliğlerini esas almalı ve İslam’dan asla ödün vermemelidir. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: “Bugün size dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetlerimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim” (Maide/3) Bir başka ayet-i Kerimede de Yüce Allah (c.c) şöyle buyurmuştur. “Kim İslam dininden başka bir din ararsa, onunki katiyen kabul edilmeyecek ve o ahrette kaybedenlerden olacaktır” (Al-i İmran/85)

b-) Vahdet-i Vücut; Allah’ın birliğinin, eşinin ve benzerinin olmadığının açık beyanıdır. Oysa Hıristiyanlar, Tanrı Üçlemesi’ni savunurlar. Yani; baba-oğul-kutsal ruh: Hz. İsa Allah’ın oğludur ve Hz. Meryem’de Yüce Allah’ın (c.c) ruhani bir parçasıdır. Bu durumda Yüce Allah’ın Allahlığına iki insanı ortak etmişlerdir. Bu inanış, Kur’an-ı Kerim’e göre apaçık şirktir ve cezası ebedi cehennemde yanmaktır. Evrensel diyalogcular, bu safsatalarla Müslümanların beyinlerini yıkayarak, Müslümanları kendileriyle birlikte cehenneme sürüklemektedirler: Yüce Allah (c.c) bu durumu şu ayet-i kerime ile bildirmiştir: “O kâfirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar? Doğrusu biz cehennemi o kâfirlere bir konukluk olarak hazırladık” (Kehf/102) Bir başka ayet-i Kerimede şöyle buyrulmuştur: “Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını asla affetmez. Ondan başkasını (diğer günahları) ise dilediği kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur. Her kim Allah’a şirk koşarsa gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur” (Nisa/48)

c-) Domuz etinin kasaplık et statüsüne konulması: Yüce Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’de domuz etini haram kılmıştır: “O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olanı (hayvanı) kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir”  (Bakara Suresi/173)

d-) Zinanın meşru kılınması: Yüce Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’de zinanın büyük bir günah ve suç olduğunu apaçık belirtmiştir: (Zinaya yaklaşmayın! O; hayâsızlık, çirkin, aşağı bir iş, kötü bir yoldur) [İsra 32] Bir başka ayet-i Kerime şöyle buyurmuştur: “Fuhşun açığına da, gizlisine de yaklaşmayın (Enam 151)

e-) Hıristiyanları ve Yahudileri dost edinmek: Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim, bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez” (MAİDE/51)

Bu ayet-i kerime ile ilgili olarak pek çok din âlimi çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. Yorumlardan ortaya çıkan ortak görüşe göre; Müslümanlar, Hıristiyan ve Yahudilerle ticaret yapabilir, onlarla arkadaşlık kurabilir; fakat din kardeşliği ve arkadaşlığı asla mümkün değildir. Yüce Dinimize göre ancak Müslümanlar birbirlerinin kardeşidir. Bu bakımdan Yüce Peygamberimiz, (s.a.v) Müslüman olduklarını ileri süren Necran Hıristiyanlarıyla yaptığı istişare sonucunda, onların domuz eti yiyip, faizle alış veriş yaptıklarını anlayınca onlarla lanetleşme teklifinde bulunmuştur. Necran Hıristiyanları, domuz eti yiyip, faizle alış-veriş yaptıklarını saklayamayınca, Yüce Peygamberimiz; “Sizin dininiz size, benim dinim banadır” diyerek, Necran Hıristiyanlarını tarihi bir cevapla huzurlarından kovmuştur. Evrensel diyalogcuların savunduğu görüşler doğru olsaydı hiç kuşku yok ki, Hz. Muhammed (s.a.v) tüm dinleri HAK kabul eder; Hıristiyanların ve Yahudilerin Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman olmalarını istemezdi, İslam’ın yayılması için gayrimüslim kralları, devlet yöneticilerini, ileri gelen büyük kabile ve aşiret reislerini İslam’a davet etmezdi. Demek ki; İslam’ın inmesiyle birlikte tüm dinler batıl kabul edilmiş; insanların, bozulmuş ve içeriği şirk ile doldurulmuş eski dinlerini terk edip, İslam ile müşerref olmaları arzu edilmiştir. Bu apaçık Yüce Allah’ın (c.c) rahmetinin bir tecellisidir.

Bilindiği üzere, İslam Dini’nde dört hak mezhep ve bu mezheplerin türevleri olarak ortaya çıkan pek çok tarikatlar bulunmaktadır. Bunların teferruatına girmeyeceğim; ancak ülkemizde Alevilik üzerinde de bir takım projelerin uygulandığına dikkat çekeceğim: Cemevleri, Alevi kardeşlerimiz için ibadet yeridir. Bu mekânlarda, Yüce Allah’ın (c.c), Hz. Muhammed’in (s.a.v) ve Ehl-i Beyt’in mübarek isimleri zikredilir, Salât-ı selam getirilir ve Kur’an-ı Kerim okunur; ayrıca saz da çalınır. Kadınlar ve erkekler, temiz elbiseleriyle ayrı yerlerde zikirle meşgul olur; kadın-erkek bir düzen içinde zikir ve dualarla semah dönerler.

Diğer tarikatlara baktığımızda, Nakşîlerin bazı kollarında sessiz zikirlerin yapıldığını, Mevlevilikte, ney ve kudüm çalındığını, semazenlerin döndüğünü; Kadiri tarikatında sesli zikirlerin yapıldığını görebiliriz. Bu mekânlarda namazlar kılınır, Kur’an okunur ve sohbetler yapılır. Tarikat şeyhleri, tarih sahnesine çıktıkları günden beri, İslam’ı anlatmak ve yaşatmak için dergâhlarında insanları cem etmişler; yani bir araya toplamışlardır. İslam Dini, gönül erenlerinin bu tür faaliyetleriyle Anadolu’ya ve Türklerin yaşadığı diğer coğrafyalara yayılmıştır.

Evrensel diyalogcuların maskeleri işte bu noktada düşmektedir. Zira diyalogcular, Allah’a (c.c) şirk koşulan kiliselerin ve kilise evlerinin açılmasına yasal düzenlemelerle müsaade çıkartırken; Yüce Allah’ın ve O’nun Yüce Resulü’nün ve O’nun Ehl-i Beyi’nin isimlerinin zikredildiği cemevlerini ibadethane olarak kabul etmemiştir. Tarikat dergâhlarında nasıl namaz kılınabiliyor ise; cemevlerinde de rahatlıkla namaz kılınabilir, oruçlar açılabilir ve dini sohbetler yapılabilir. Buna dair en güzel örneği şu şekilde verebiliriz. Bir gurup Sünni Ehl-i Beyt sevdalıları, Ehl-i Beyt etkinliğinde bulunmak üzere Antalya-Elmalı Tekkeköy’deki bir cemevine misafir olmuştur. Cemevinde önce ezan okunmuş; ardından Alevi Dede’nin imamlığında namazlar kılınmış; kasideler ve ilahiler okunmuştur. Yasalarımızda cemevlerinin ibadethane olmadığına dair herhangi bir hüküm olmamasına rağmen, diyalogcuların cemevlerini ibadethane olarak görmemeleri bir hayli düşündürücüdür.

O zaman diyalogculara sormamız gerekir; buram buram şüheda fışkıran ve evliyalar beldesi Anadolu’da ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALACAK?..

 

Halit DURUCAN

iletisim@politikadergisi.com

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.