Ocak 2010

Sana Demedik Kardeş

Yazar: 
Özgür Gülsoy

 

“Alın verin, ekonomiye can verin”. Çok büyülü duran, bol bol şerbete banılmış, güzel mi güzel kaymaklanmış bir söz… Aslında 1929’daki enkazın, yani Dünya’yı sarsan ekonomik krizin, Keynes tarafından tekrar temelsiz olarak yapılanmasını sağlayan bir “formülcük”.
Hani şu günlerde paramızın değeri gittikçe düşmekte, halk olarak toplam gelirimiz daralmakta, affedersiniz don almaya paramız kalmamış ya, işte ekonomistlerimizin çözümü… Ne halt bulursanız, alın anasını satayım. Cebinizde para falan kalmasın. Bol bol harcayın, gökten beleş inmiş gibi. Hani ninelerimiz der ya İç Anadolu bölgemizde “yininin, yininin” diye, o da bu hesap. Ama, yine bir kurt düşmez mi bizim paranoyalar ile dört bir yanı sarılmış halkımıza.

Mustafa Kemal, "AB"ci' Değildir.

 

Zırt pırt lafını ediyorlar ya: "Atatürk'ün en politik vizyonu Batı Uygarlığı"dır diye... Yazılarını okuyan ve bilmeyen de sanacak ki, Mustafa Kemal, BATI'nın kıçına takılmış sömürge bir ekonomiden yana...
Külliyen yalandır uydurmadır...
Bakın, o dönem adıyla "İMTİYAZÂT-I ECNEBİYE" şimdiki adıyla "Küreselleşme" (Kayıtsız koşulsuz AB'ci ve Özelleştirmeci olma) hakkında İzmir İktisat Kongresindeki konuşmasında Mustafa Kemal neler demiş: (Yazı Metni Osmanlıca, çevirerek veriyorum) :

Masum Taliban'a İmam Hatip Eğitimi!

 


26 Ocak 2010 tarihli Hürriyet gazetesinin orta sayfasındaki başlık bu…

Başlığın komikliği, ilgimi çekti.

Haberde, Türkiye – Afganistan – Pakistan üçlüsünün İstanbul’da düzenlenen zirve toplantısından bahsediliyor. Zirve sonrası yapılan basın açıklamasında, Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, teröre karışmamış, silahlarını teslim edecek ve Afganistan Anayasası’na uygun yaşayacak Taliban yandaşlarının topluma kazandırılması düşüncesini desteklediğini ve bunun için de, BM’den Taliban’ı terör listesinde çıkarmasını isteyeceğini söylüyor.

 


Neden "Atatürkçü" Değilim?

 

Okumuş yazmış bir arkadaş, "Ben Atatürkçüyüm; ama Kemalistlere düşmanım, benim davam onlarla" diyor...
 
Hadi ben de bu Kemalistlere "düşman"; ama "Atatürkçü" olan arkadaşa bu iki kavram ne anlatayım, dilim döndüğünce…
 
Önce biraz tarih:
Bilindiği üzere soy adı kanunu 1934 yılında çıkmıştır. Bu kanun üzerine, "bey, beyefendi, hanım, hanımefendi, ağa, paşa, vb gibi lakaplar kaldırılmış, onların yerini soyası almıştır. Soyadı almak, kişinin kendi isteğine bırakılmış, Türkçe olmak kaydıyla herkes dilediği soyadını almıştır... (Aziz Nesin pek güzel anlatır kendisinin niçin Nesin soyadı aldığını...)

"Türkçe", Azerice'den Kota Yedi...

 

Bir önceki yazımda Türkçe için asıl tehlikenin 1980'lerden beri İngilizce olduğunu, (özellikle ABD İngilizcesi) ama kimsenin de buna aldırmadığını yazmıştım.
 
Sanki bilmiş gibi, Azerbaycan da geçen gün Türk film ve dizilerine "kota" koydu. Nedeni de benim önceki yazımda altını çizdiğim şey. "Bu film ve dizilerde doğru dürüst Türkçe kullanılmıyor, bu dil güzel Azericemizi de bozar."
 
"Kota" biliyorsunuz, sınırlama falan demek. Azerbaycan bundan sonra ancak belli sayıda Türk film ve dizilerinin ülkelerinde gösterilmesine izin verecek. Çünkü Türklerin bu dizilerde kullandıkları Türkçe, onların Türkçelerini bozuyor...

Türkiye'nin Stratejik Misyonu

Yazar: 
Hakan TOĞA

  Yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye'nin bu dünyada alacağı yer, kimliği, kültürü, tarihi ve bunlara bağlı olarak geliştireceği stratejilerle belirlenecek. İşte bu nedenle de, Türkiye'nin gerek devlet, gerekse toplum olarak geçmişte olduğu gibi bugün de, tarihin kendisine yüklediği misyonu benimsemesi ve bu misyona uygun bir milli strateji geliştirmesi gerekiyor. Çünkü başta Balkanlar olmak üzere, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya Türkiye'den çok şey bekliyor.
   İnsanların büyük bölümünde, içinde bulundukları dönemde mevcut olan ülke sınırlarının hiç değişmeyeceği yönünde bir inanış vardır. Haritaya baktıklarında, gördükleri dünyanın hep öyle kalacağını sanırlar. Kendi ülkelerinin ya da komşu ülkelerin sınırlarının, sanki hiç değişmemek üzere belirlenmiş olduğunu düşünürler.Oysa dünya üzerindeki ülkelerin sınırları sık sık değişir. Bu sınır değişiklikleri ise, çoğunlukla dünyayı ya da en azından bir bölgeyi köklü bir biçimde etkileyen dönüm noktaları sonucunda olur. Bu dönüm noktalarının modern çağdaki en belirginleri, Napolyon Savaşları'nın ardından gelen Viyana Kongresi, ardından 1878'deki Berlin Anlaşması, sonra da I. Dünya Savaşı'ydı. Bütün bu dönüm noktalarında, özellikle de I. Dünya Savaşı'nda, dünyanın coğrafyası büyük ölçüde değişti. Çok uluslu imparatorluklar yıkıldı, yerlerine (çoğu yapay olan) ulus devletler kuruldu, özellikle de Ortadoğu ve Balkanlar'da yepyeni bir harita ortaya çıktı. İnsanların çoğu, bu savaş sonucunda oluşan haritayı da istikrarlı ve kalıcı bir harita sandılar, ancak bu harita da fazla uzun ömürlü olamadı ve II. Dünya Savaşı ile bir kez daha köklü bir değişime uğradı. II. Dünya Savaşı'nın ardından da Batı ve Doğu blokları sabit kaldı, ama 1960'larda Üçüncü Dünya'da gelişen dekolonizasyon dalgası, çoğu Afrika'da yer alan onlarca yeni devletin kurulmasını sağladı. Dünyanın siyasi haritası, radikal bir biçimde bir kez daha değişime uğradı.

 

 

   Pek çok insan, sözünü ettiğimiz tüm bu dönüm noktalarında dünyanın artık "ideal" haritaya kavuştuğunu düşündü, ama her seferinde bunun ardından yeni bir dönüm noktası ve yeni bir revizyon geldi.