Ece ERDAĞ
Bir arkadaşa söyleneceklerden fazlası olabilir sanırım yazacaklarım. Birazcık fazla. Bir iki his kadar fazla, bir iki cümle kadar, ya da kısaca bir paragraf kadar fazla. Ama bundan fazlası değil. Üstelik kısmî bir anlamsızlığı da var. Anlamsızlığa sonradan “gereksiz olmuş, yersiz olmuş” düşüncesi karışır mı bilmiyorum. Büyük ihtimalle karışacak. Yetişkin olmak irade gerektiriyor; irade, kendini ifade etmeyle bağıntılı olarak şekilleniyorsa sanırım biraz bahsetmeliyim bu yersiz ve kim bilir, zamansız düşüncelerimden. Hele ki, yüz yılda bir bunu hissediyorsam, bilmelisin diye düşünüyorum. Bak yine mübalağa ettim, ne yüz yılı, altı üstü üç beş yıl…
Birlikte unutulmaz anlar yaşadık, diye girmek isterdim söze; pek öyle olmadı. Unutulabilir anlardı. Gerçi herhangi bir şeyin unutulması çok zor değildir. Yine de bir yerlerde, derinlerde, örtülü kalmış bir yerlerde o his var. “Unutmasa” diyor. Ama neyi unutmasın, hangi büyülü anı saklasın, bir fikrim yok. Öyle bir “an” yaşamadık zira. Egzotik olan tek şey Hindistan’ın kendisiydi. Kalanlar hep gölgede... Sandal ağaçlarının ve mangrove ormanlarının gölgesinde… Küçük olduğum ve bunları bilmediğim, öğrenecek ve kat edecek çok yolum olduğunun gölgesinde… Bu biraz yaraladı sanırım, her şeyi bilme hastası değilim, bazı konularla ilgiliyim, belki ondandır mesela. Bilmiyorum, hiç düşündün mü bunu. Belki mesleğimin etkisi olmuştur buna. Senin yanında fazlaca sessizim, olmadığım biri gibi değil ama yabancı hissetmekle alakalı olabilir. Fark etmiş olman gerekir. Rakı masalarının şen kahkahalı kızı kayboluveriyor senin yanında. Oysa aynı insanım işte, bir süre bunu görmeni beklemiş olabilirim, bilmiyorum; hatta farkında bile değilim ne yaptığımın. Kafamda onlarca şey döndü durdu günler boyunca, hangi sesi izleyeceğimi bilemedim, acemisiyim ben bu sevme işinin.
Burada gecenin köründe gözlerimden yaşlar ve uykunun karmakarışık aktığı bir durumda bir şeyler karalamanın doğru fikir olduğunu bile bilmiyorum, acaba bir iki psikoloğa mı danışsam diyorum bazen ve sonra gülüyorum. Karar mekanizmalarım ciddi arızalarda… Dileğim bu yazının ilişkimizi değiştirmemesi. Beni görünce gözlerini yere indirmemen. Buruğa kaçan bir gülümsemeye rastlamamak gözlerinde. Mümkünse oku ve unut. Git bir bardak soda filan iç. Tasalanma, ismini vermiyorum, sevgilinden kablo yanığı kokuları yükselmesin diye. (Sırf o yüzden yani, cesaretle ilgisi yok bunun). Okuyup anlamaman da mümkün, ah keşke o kadar odun olsan, ne kadar işime gelirdi anlatamam. Bu salak duygusal kız yazısından sıyrılıverirdim. “Bir buhran anımda yazdım, ne kadar saçmalamışım”, filan der riviera modunda su yüzüne çıkardım.
Galiba sadece bu hissin hastası, kulu, köpeğiyim ben. Zira çok farklı insanlar olmaktan öte, alakamız yok. Tabii, aşağıdan bakınca asıl güzel olan bu kadar farklı olmak olabilir. Bak bak, küçük kız neler de söylüyor... Okumaktan sıkıldığını biliyorum, ister istemez vıcık bir romantizme kayıyorum; tema şu aslında, ben birini seviyorum…
Birinin gülüşünü sevmek ya da estetik anlayışı gelişmiş gözlerini sevmek, çatık kaşlarına rağmen gülümseyen birini görmek, matrak ve çoğu zaman sağduyulu, nazik birini sevmek, birinin mis kokusunu sevmek, sabah uyanır uyanmaz şarkı söyleyen birini sevmek… Büyütecek bir şey yok ortada. Hayat bir okyanuuuuuus, sen bir dalgaaaa, ben bir dalgaaa (“aaa”lar uzatarak, lütfen). Birbirimizin ayaklarına dolanıverdik. Hatta ben bile bile soktum ayaklarımı o denize. Şimdi eski yerlerimizdeyiz. Ben denize girmeye bayılan çocuk, sen denizden korkan... O dalgaların yenileri gelecek hem, değil mi? Hiç olmadı beş yıl vadesi vardır. Biraz beceriksizim bu konuda, mücerreptir. Hepsini kendimi telkin etmek için söylediğimin de farkında olmalısın. Ya da sıkıldın okumaktan, son paragraftaki dörtlüğe takılıyor gözlerin. Kaşların hâlâ mı çatık, seçemiyorum?
Sana ulaşabilmenin mümkün olmadığı o herhangi bir andan biridir belki bu da. Ve sadece on günlüğüne uyumadan önce gördüğüm son şey senin gözlerin olabilir. Sadece o kadar. İnsanın üzerine yapışan Bombay sıcağı kadar ısrarcı değilim ya da Kalkütalı dilenciler kadar… Ben herhangi bir konuda diretemem. Beceremem bunu. Hele ki mevzu bahis X’in Y’ye olan ilgisiyse… Y’nin ilgi duyduğu en az bir kişi varsa ve o kümede X yer almıyorsa…
Her şey bir yana, benim minicik bir dileğim var senden, belki bir kerecik bakarsın fotoğraflara. Havaalanındaki minimal döşenmiş irrite edici salonda Akın’ın tavandaki aynadan çektiği fotoğraftan başlarsın, Sunderban’da on çeşit yemeğin başında elimde bomboş tabakla masaya dönüşüme bakarsın, Nethidopani Camp’ın kapısındaki umut dolu bekleyişimizi(!!) anımsar, bomboş nehirde sıkıntıdan ölmek üzereyken son çare olarak fotoğraf makinelerimize sarıldığımız anlara döner, derken safariye çıktığımız jipin arka koltuğunda ceylanları izlediğimiz fotoğrafı görüp gülümseyip filin üzerinde gergedanı görmenin keyfini yakaladığımız anlara kadar bakarsın... Kalküta’daki restorandaki akşam yemeğimize de bak ama. O gece gözlerimde yıldızları göremeyişine içerliyorum, evet… Bunu unutmayacağım (gülümseyerek yazmaktayım, tasalanmayınız).
Belki bunları görünce bir anlığına için ılık ılık olur. Belki bir damlacık şansım vardır gözlerinde kaybolmak için bir kez daha ve o zaman belki de biraz sonradır. Ya da bir minicik gülümseme de olur, yeryüzünün herhangi bir noktasında, Hindistan’a gitmeye gerek kalmadan mesela, seni seven birilerinin olduğunu bilmek sana iyi gelir belki. Ben böyle hissederdim senin yerinde olsaydım. Bilmiyorum. Ne istediğini, ne yaptığını, ne düşündüğünü bilmiyorum ve sanırım böylesi daha güzel. Unutmaya çalışmayacağım bu hissettiğim şeyi, fil hafızam izin vermez buna nasılsa, zamanla kabullenir ve hazmederim ama. Bundan eminim. Hem belki bunu yapabilecek kadar olgunumdur, ne dersin?
Gökten üç yazı düşmüş Hindistan dönüşü bir kızın aklına, birini sana yazmış meğer…“
Dönmektir sanırsın marifet
Arş dönüyor, yıldızlar dönüyor dersin
Zahirdir gördüğün, zahirde dönersin
Marifet dönmek değil bulmaktır,
Bilesin… “ *
* Mevlana Celaleddin Rumi
iletisim@politikadergisi.com
[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 19’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 19’u indirmek için buraya tıklayınız. ]