Ocak 2010

Kızdırmayacaksın Kimseyi...!!

Kuzey Irak’ta bulunan Türk askerine Barzani kızıyor!

Güneydoğu Türk Devletine bağlıdır demeyeceksin; Talabani kızıyor!
“Ermeni soykırımı yapılmamıştır” demeyeceksin; Ermeni Diasporasıyla, aydınlarımız kızıyor! Ayrıca buna Avrupa da çok kızıyor!
Kıbrıs halkının güvenliği için Türk askeri bulundurmayacaksın; Rumlar kızıyor!
Avrupa Birliği’ne girmek istemeyeceksin; Yunanistan kızıyor!

Politika Dergisi Sayı 19

Politika Dergisi - Celal Şengör Mülakatı

PD Roportaj Ekibi: 
Nuran TALAY

 

 Prof. Dr. Celal ŞENGÖR kimdir?

 

  M. Celâl ŞENGÖR 24 Mart 1955’te İstanbul’da doğdu. 1973 yılında Robert Academy’yi bitirdi, 1978’de State University of New York at Albany’den jeolog olarak mezun oldu. 1979’da master, 1982’de de aynı üniversiteden doktora derecesi aldı. 1981’de İTÜ Maden Fakültesi, Genel Jeoloji kürsüsüne asistan oldu.

 

   1984 yılında Londra Jeoloji Cemiyeti’nin “Başkanlık Ödülü”nü, 1986’da TÜBİTAK’ın Bilim Ödülü’nü aldı. Aynı yıl İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalında doçent oldu. 1988’de Neuchâtel Üniversitesi Fen Fakültesi’nden şeref bilim doktoru (Docteur ès sciences honoris causa) pâyesi aldı. 1992 yılında İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalı’nda profesörlüğe yükseltildi. 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi kurucu üyesi oldu, Akademi konseyine seçildi, aynı yıl TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliğine seçildi.

 

   1990 yılında Academia Europaea’ya ilk Türk üye olarak seçilen Celal ŞENGÖR, 86 ülkenin bilimler akademisi'ne üye. ŞENGÖR’ün yayınlanmış 1826 makalesi var. Bu makalelere 12658  atıf yapılmış. Yurtdışında birçok üniversitede bulunmuş olan Prof. ŞENGÖR birçok uluslararası ödülün de sahibi. ŞENGÖR ayrıca pek çok uluslararası dergide editör, yardımcı editör ve yayın kurulu üyeliği yapmıştır ve yapmaktadır.
 
   Nuran TALAY: Türkiye gündemi hızla değişiyor. Son dönemde hakkında en çok konuşulan konu “Kürt Açılımı”. Bu açılım hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

 

Prof. Dr. Celal ŞENGÖR: Bunu nasıl algıladığınıza bağlı. Bu insanlar kim? Kürt kim?

 

   Geçmişe baktığımız zaman bu kimliğin çok yakın tarihte oluştuğunu görürsünüz. Dilleri ise karmakarışık, bir geçmişi yok. Yalnızca bir grup kendini Kürt olarak addediyor. Hepsi aynı düşüncede değil. Bu bilinç ile hareket eden çok küçük bir grup. Böyle bir grubun oluşması için bir ortam oluşturuldu. Evvela bu ortamı ortadan kaldırmak lazım! Bir ayrışmaya gitmek istemiyorsak bu sorunu çözmek lazım.

Neler Oluyor Bize?

Yazar: 
Celal ŞEKERCİ

 Neler oluyor bize? Ne hâle geldik? Neleri düşünüyoruz? Neyi tartışıyoruz? Artık haber izlemekten korkar oldum. Haber vakti geldiğinde televizyonun kumandasını elime alamıyorum artık! Çünkü ülkenin her yerinde olaylar, saldırılar, protesto adı altında isyan girişimleri, solup giden gencecik fidanlar... Neleri izliyoruz televizyonlarda, değil mi? Yazımı kaleme alırken başka bir konu altında yazmak isterdim; ancak ülke gündemi bu hâle geldiği için kalemim başka bir konuya eğilemedi bir türlü...

   Açılım adı altında bir kuyu var, kuyunun içinde ne olduğu bilinmiyor, kırk akıllı kuyunun içinde ne olduğunu bilmeden birbirlerini kuyuya itekliyorlar. Hadi onlar iteklesin birbirini; ama halk da artık birbirini iteklemeye başladı. Görmüyor musunuz olanları? Komşular birbirine kuşkuyla yaklaşıyor artık; fikir ayrılığı, fikir zenginliğinden çok, düşmanlığı ifade eder oldu. Provokatörler eylem yapıyor, sonra arka sokaklarda izlerini kaybettiriyorlar. Nasıl bir iştir bu? Polis niçin var? Hepsinin kökeninde lanet olası PKK var. PKK’nın da siyasi kanadı olan DTP kapatıldı. Şimdi bazıları demokratikleşme yolunda büyük kayıp verilmiştir gibi uçsuz sapsız kelamlar ediyorlar. Benim de onlara verilecek cevabım şu:

   > Terörist başına ‘Sayın’ ve ‘İmralı’daki güneş’ diye hitap etmek,

   > Dağdaki çapulcuları özgürlük savaşçısı olarak algılamak,

   > Askerime, polisime taş atanları haklı göstermek,

   Gencecik evlatlarımızı diri diri yakarak eylem yapanlara sahip çıkmak demokrasi ise, kusura bakmayın, ben “demokrat” değilim ve olamam da.

   Diğer bir unsur; herkes parti kapatılması konusunda yorum yapıyor. Parti açılırken üstünkörü kontrol eder, açılmasına izin verirsen olacakların da sorumluluğunu üstüne alırsın. Bu adamların icraatlarına bir bakın, neler yapmışlar? Resmen çapulcu ordusunu muhatap gösteren, liderimiz diye çapulcu başını işaret eden, toplumun dinamikleriyle sürekli oynayan bir parti kapatılmalı bence de. Vakit, sağduyu vaktidir. Basın açıklamasını arka arkaya yapan liderler de aynı çağrıyı yapıyorlarlar. Ancak Sayın Atalay basın açıklamasında basın mensuplarına bir ricada bulundu:

   Lütfen olayları aktarırken dikkatli aktarın, küçük olayları büyüterek halka yansıtmayın...

   Sayın Atalay’a sormak istediğim; hangileri küçük olay?

   > Serap kızımız diri diri yandı ve maalesef hayatını kaybetti.

   > Adana’da bir markete Molotof kokteyli atıldı.

   > İzmir’de belediye otobüsüne Molotof kokteyli atıldı.

   > Mardin’de PTT’ye Molotof atıldı.

   > Urfa’da hastaneye Molotof atıldı.

   > Hakkâri’de askerlik şubesine…

   > Bursa’da halk otobüsüne…

   > Siirt’te karakola Molotof atıldı.

   > Hakkâri’de panzeri yaktılar.

   > Van’da polis minibüsünü yaktılar.

   > Şırnak’ta gazeteye Molotof atıldı.

   > Antalya’da bankaya Molotof atıldı.

   > Tunceli’de bankamatiğe…

   > Diyarbakır’da kaymakamlığa…

   > Mardin’de dershaneye…

   > Ağrı’da markete…

   > Batman’da Telekom’a…

   > Urfa’da ambulansa…

   > Eskişehir’de otobüse…

   > Gaziantep’te midibüse…

   > Hatay’da dolmuşa Molotof atıldı.

   Hakikaten abartmamak lazım bu olayları, hatta basına da yansıtmamak lazım! Her gün olan şeyler bunlar. Ne var ki basına yansıtacak, halkı telaşlandıracak hiçbir şey yok. Hayat günlük gülistanlık, her şey yolunda! Sadece ortalık gerilmiş, iç savaş tehlikesi kapıda, halkı hedef alan kalleşçe, adiyane saldırılar gerçekleşiyor! Hükümetin bakanı da basının olayları abartmayarak halka bilgi vermesini istiyor. Abartılamaz, çünkü olaylar zaten abartı boyutuna çıktı. Tabii bu adi saldırıları yapan kişiler belli. Ne yapmak lazım bu olayların önüne geçmek için? Bizim bunları düşünüp tartışmamız lazım...

   Son söz; bu vatan ne badireler atlattı vatandaşlarıyla beraber; bu da gelir, bu da geçer…

 

iletisim@politikadergisi.com

 

  

  

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 19’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 19’u indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇIZIKTIRMAK - PKK'yla Masaya Oturmak

ÇIZIKTIRMAK

 

Namaste

Yazar: 
Ece ERDAĞ

    Ece ERDAĞ

 

Bir arkadaşa söyleneceklerden fazlası olabilir sanırım yazacaklarım. Birazcık fazla. Bir iki his kadar fazla, bir iki cümle kadar, ya da kısaca bir paragraf kadar fazla. Ama bundan fazlası değil. Üstelik kısmî bir anlamsızlığı da var. Anlamsızlığa sonradan “gereksiz olmuş, yersiz olmuş” düşüncesi karışır mı bilmiyorum. Büyük ihtimalle karışacak. Yetişkin olmak irade gerektiriyor; irade, kendini ifade etmeyle bağıntılı olarak şekilleniyorsa sanırım biraz bahsetmeliyim bu yersiz ve kim bilir, zamansız düşüncelerimden. Hele ki, yüz yılda bir bunu hissediyorsam, bilmelisin diye düşünüyorum. Bak yine mübalağa ettim, ne yüz yılı, altı üstü üç beş yıl…

   Birlikte unutulmaz anlar yaşadık, diye girmek isterdim söze; pek öyle olmadı. Unutulabilir anlardı. Gerçi herhangi bir şeyin unutulması çok zor değildir. Yine de bir yerlerde, derinlerde, örtülü kalmış bir yerlerde o his var. “Unutmasa” diyor. Ama neyi unutmasın, hangi büyülü anı saklasın, bir fikrim yok. Öyle bir “an” yaşamadık zira. Egzotik olan tek şey Hindistan’ın kendisiydi. Kalanlar hep gölgede... Sandal ağaçlarının ve mangrove ormanlarının gölgesinde… Küçük olduğum ve bunları bilmediğim, öğrenecek ve kat edecek çok yolum olduğunun gölgesinde… Bu biraz yaraladı sanırım, her şeyi bilme hastası değilim, bazı konularla ilgiliyim, belki ondandır mesela. Bilmiyorum, hiç düşündün mü bunu. Belki mesleğimin etkisi olmuştur buna. Senin yanında fazlaca sessizim, olmadığım biri gibi değil ama yabancı hissetmekle alakalı olabilir. Fark etmiş olman gerekir. Rakı masalarının şen kahkahalı kızı kayboluveriyor senin yanında. Oysa aynı insanım işte, bir süre bunu görmeni beklemiş olabilirim, bilmiyorum; hatta farkında bile değilim ne yaptığımın. Kafamda onlarca şey döndü durdu günler boyunca, hangi sesi izleyeceğimi bilemedim, acemisiyim ben bu sevme işinin.

   Burada gecenin köründe gözlerimden yaşlar ve uykunun karmakarışık aktığı bir durumda bir şeyler karalamanın doğru fikir olduğunu bile bilmiyorum, acaba bir iki psikoloğa mı danışsam diyorum bazen ve sonra gülüyorum. Karar mekanizmalarım ciddi arızalarda… Dileğim bu yazının ilişkimizi değiştirmemesi. Beni görünce gözlerini yere indirmemen. Buruğa kaçan bir gülümsemeye rastlamamak gözlerinde. Mümkünse oku ve unut. Git bir bardak soda filan iç. Tasalanma, ismini vermiyorum, sevgilinden kablo yanığı kokuları yükselmesin diye. (Sırf o yüzden yani, cesaretle ilgisi yok bunun). Okuyup anlamaman da mümkün, ah keşke o kadar odun olsan, ne kadar işime gelirdi anlatamam. Bu salak duygusal kız yazısından sıyrılıverirdim. “Bir buhran anımda yazdım, ne kadar saçmalamışım”, filan der riviera modunda su yüzüne çıkardım.

   Galiba sadece bu hissin hastası, kulu, köpeğiyim ben. Zira çok farklı insanlar olmaktan öte, alakamız yok. Tabii, aşağıdan bakınca asıl güzel olan bu kadar farklı olmak olabilir. Bak bak, küçük kız neler de söylüyor... Okumaktan sıkıldığını biliyorum, ister istemez vıcık bir romantizme kayıyorum; tema şu aslında, ben birini seviyorum…

   Birinin gülüşünü sevmek ya da estetik anlayışı gelişmiş gözlerini sevmek, çatık kaşlarına rağmen gülümseyen birini görmek, matrak ve çoğu zaman sağduyulu, nazik birini sevmek, birinin mis kokusunu sevmek, sabah uyanır uyanmaz şarkı söyleyen birini sevmek… Büyütecek bir şey yok ortada. Hayat bir okyanuuuuuus, sen bir dalgaaaa, ben bir dalgaaa (“aaa”lar uzatarak, lütfen). Birbirimizin ayaklarına dolanıverdik. Hatta ben bile bile soktum ayaklarımı o denize. Şimdi eski yerlerimizdeyiz. Ben denize girmeye bayılan çocuk, sen denizden korkan... O dalgaların yenileri gelecek hem, değil mi? Hiç olmadı beş yıl vadesi vardır. Biraz beceriksizim bu konuda, mücerreptir. Hepsini kendimi telkin etmek için söylediğimin de farkında olmalısın. Ya da sıkıldın okumaktan, son paragraftaki dörtlüğe takılıyor gözlerin. Kaşların hâlâ mı çatık, seçemiyorum?

   Sana ulaşabilmenin mümkün olmadığı o herhangi bir andan biridir belki bu da. Ve sadece on günlüğüne uyumadan önce gördüğüm son şey senin gözlerin olabilir. Sadece o kadar. İnsanın üzerine yapışan Bombay sıcağı kadar ısrarcı değilim ya da Kalkütalı dilenciler kadar… Ben herhangi bir konuda diretemem. Beceremem bunu. Hele ki mevzu bahis X’in Y’ye olan ilgisiyse… Y’nin ilgi duyduğu en az bir kişi varsa ve o kümede X yer almıyorsa…

   Her şey bir yana, benim minicik bir dileğim var senden, belki bir kerecik bakarsın fotoğraflara. Havaalanındaki minimal döşenmiş irrite edici salonda Akın’ın tavandaki aynadan çektiği fotoğraftan başlarsın, Sunderban’da on çeşit yemeğin başında elimde bomboş tabakla masaya dönüşüme bakarsın, Nethidopani Camp’ın kapısındaki umut dolu bekleyişimizi(!!) anımsar,  bomboş nehirde sıkıntıdan ölmek üzereyken son çare olarak fotoğraf makinelerimize sarıldığımız anlara döner, derken safariye çıktığımız jipin arka koltuğunda ceylanları izlediğimiz fotoğrafı görüp gülümseyip filin üzerinde gergedanı görmenin keyfini yakaladığımız anlara kadar bakarsın... Kalküta’daki restorandaki akşam yemeğimize de bak ama. O gece gözlerimde yıldızları göremeyişine içerliyorum, evet… Bunu unutmayacağım (gülümseyerek yazmaktayım, tasalanmayınız).

   Belki bunları görünce bir anlığına için ılık ılık olur. Belki bir damlacık şansım vardır gözlerinde kaybolmak için bir kez daha ve o zaman belki de biraz sonradır. Ya da bir minicik gülümseme de olur, yeryüzünün herhangi bir noktasında, Hindistan’a gitmeye gerek kalmadan mesela, seni seven birilerinin olduğunu bilmek sana iyi gelir belki. Ben böyle hissederdim senin yerinde olsaydım. Bilmiyorum. Ne istediğini, ne yaptığını, ne düşündüğünü bilmiyorum ve sanırım böylesi daha güzel. Unutmaya çalışmayacağım bu hissettiğim şeyi, fil hafızam izin vermez buna nasılsa, zamanla kabullenir ve hazmederim ama. Bundan eminim. Hem belki bunu yapabilecek kadar olgunumdur, ne dersin?

   Gökten üç yazı düşmüş Hindistan dönüşü bir kızın aklına, birini sana yazmış meğer…“

   Dönmektir sanırsın marifet

   Arş dönüyor, yıldızlar dönüyor dersin

   Zahirdir gördüğün, zahirde dönersin

   Marifet dönmek değil bulmaktır,

   Bilesin… “ *

   * Mevlana Celaleddin Rumi

 

 

iletisim@politikadergisi.com

 

                                 

 

 

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 19’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 19’u indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

P—Film: Noviembre

Yazar: 
Timur Veysel Doğruok

 

   > Timur Veysel DOĞRUOK

Sanata değer vermenin, inanılan değerlerle anlatıldığı bir başyapıt Noviembre. Achero Manas imzalı 2003 yapım bu filmde mükemmel bir anlatımla; insanların inandıkları değerlerin peşinden nasıl koştuğunu ve bunu hem sanat için hem de diğer insanlara da bu sanatı yine inandıkları üslupla anlatmak için… Hem de insanlar için.

   Ana karakterimiz Alfredo, Noviembre isimli tiyatro grubunun lideri konumundadır. Noviembre’nin temelinde yatan bazı olmazsa olmazları, kurallar belirlemektedirler. Bu kuralların da temelinde, toplumun da sanata dâhil edilmesi, putlaşmış bir seyirci kitlesinden öte, katılımcılar olması ve oyunların para karşılığında olmaması yatmaktadır.

P—Kitap: Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor

   > Emrah ÖZDEMİR

 

Araştırmacı yazar Soner YALÇIN’ın “Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor” adlı inceleme kitabı, çıktığı günden beri “çok satanlar listelerinde” üst sıralarda yer alıyor. Yazar kitapta, ülkemizdeki Müslümanların -hadi İslamcılar da diyelim- çoğumuzun farkında olmadığı dönüşümü, çarpıcı özneler ve olaylar üzerinden gösteriyor bizlere. Kitapta, Türkiye Müslümanları’nın Nurettin Topçu’lardan, Cemil Meriç’lerden, Nezihe Araz’lardan, “bir lokma bir hırka” inancından; Fenerlere (e.V), Gladiovari oluşumlara, CIA’den alınan desteklere, liberallerle yapılan ittifaklara, yeşil faşizmin yükselişinin eşiğine nasıl gelindiğine ilişkin önemli noktalara değiniliyor.

VT

Yazar: 
Mert Atalay

   > Mert ATALAY

 

Gözlerinin feri kanalların bilişsel boyuttaki farkındasızlığını bana veriyor. Seni tanıyorum; eğlenmenin dozajını kumanda tuşlarıyla ayarlayan, vereceğin oyun gidişatını medyanın tutumuyla eş tutansın, binlerce sıfat velâkin sıfatsızlıksın.

 

   Gündüz güneşinde esen radyoaktif hadiselerin boyutunu belirleyen, kolayca belirleyen ve değiştiren memleket; yazdığım dilin ülkesi. Burada insan canının kıymetini az bin liralara döken ve şehit feryatlarında fark ettirmeden ses fazlalılığını evlere, odalara, beyinlere boşaltan ajanslar, toplum bakımından zamanında saygı duyulan bireyleri, yaşlıların evlendirildiği sızdıvaç programları, cahiliyet sembolü, kanalizasyon kokulu cıvık sohbetler, dekolte arayan, frikik gözeten kameraların yansıttığı acayip seksi kadınları odamıza misafir ederek sunulması, yasaklanan mavi adamlı çizgi filmler, sözümona romandan alınmasıyla gişesini izlemelerden belirleyen dizisizliklerin bitmek bilmeyen şatafatları, duygu sömürüleri, eleştirel boyutta kalayımları, ‘aman başıma bir şey gelmesinler’in dolup taştığı politikal konuşmaların yansıtıldığı ürkek adamlarla gösterilen tiyatrolar, on bir de başlayıp sabah denilen, şu memleketin kadınlarına ait olmayan kadın programları, tüm bunların hepsini yerden yere vurarak haz sağlayan Fransız devşirmesi, taklitçi zeki adam ve adamların gösterileri…

Mevcut, mevcudumuz.

 

   Reklam sanatının, sanat sanat içindir diye haykırmasını gören sağır sultanın en küçük oğulları bugün yönetimimizin çizelgecileri. Bilmem hangi dünyanın bilmem hangi şehrinde kitap okuyan gözlerin gözaltı morluklarının övünç kaynağı olduğu yerde, sevişmeleri dahi tutku değil aşk ile edildiği yerde, dalga geçilen sınırsal harita bütünlüğü burası. Sistemin robotlaştırdığı vücudunun esneksizliğinden beceriksizce nefes alman, beceriksizce düşünmen, / hayat beceriksizi/ o düşünebilme yetinin evine giren dört köşeli hırsız tarafından çalınması…

 

   Dün, bugün ve yarın günlüğüne farklı harflerle evire çevire yazmaya kastığın duygu kabarcıkları;

 

   Sevgili Günlük,

 

   Sabah kalktım. Kahvaltı yaptım. İşe gittim. Çalıştım. Akşam alışveriş yaptım. Eve geldim. Yemek yedim. Televizyon izledim. Uyudum.

 

Mert.Atalay@PolitikaDergisi.com

 

 

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 19’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 19’u indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Kriz Yılı: 2009

Yazar: 
Timur Veysel Doğruok

2008 yılının sonlarına doğru yoğunluğunu hissettiren küresel mali kriz, 2009’u tümden bir kriz yılı temeline bırakmıştır.