''Dünyanın Tüm Mazlumları Birleşin!''

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Onur AKSOY
Yazının Yazıldığı Tarih: 
26.05.2012

Başlığı Marx’a atıf yaparak attık ama hayır, amacımız gerçek ezilenlerden, sömürülenlerden ve mazlumlardan bahsetmek değil. Bizim işimiz mazlum edebiyatı yapan zalimlerle. Tüm sömürücü icraatlarını mazlum maskesi ile perdelemek isteyenler ile. B u yolda ‘’demokrasi, özgürlük’’ gibi kavramları kullanarak kendi diktasını kurmak isteyenlerle.

 

 

Bir gariptir sahte mazlum. Faşizmin doruklarında gezerken en iyi oyunculara taş çıkarırcasına bunu gizler. Ne zaman aklındakileri meşrulaştırmaya kalksa ‘’küçük Emrah’’ modeline geçer ve ne kadar çok ezildiğinden, zulme uğradığından bahsedip durur bozuk plak gibi. Usta bir oyuncumuz bu mazlum edebiyatını en iyi şekilde kullanan bir başbakan hakkında: ‘’ Onu en iyi ben anlıyorum, çünkü onun işi de oynamak benim işim de’’ demişti.

Evrenseldir bu sahte mazlumlar, dünyanın her ülkesinde görebilirsiniz. En çok da siyasetçiler arsında türemişlerdir. Neoliberal politikalarla, kapitalist emperyalizmin ahtapot kollarına attıkları halkları böyle uyuturlar. Onlar için mazlum edebiyatı bir tür afyondur, sıkışınca dört kolla sarılırlar. Bu afyonu da kullanmak için bazen dini, bazen etnik kökeni, bazen de mezhepleri ve tarihi olayları kendi emellerine alet ederler.

En çok seçim dönemlerinde karşımıza çıkar bu mazlumlar. Amerika ve Fransa bu bakımdan örnek teşkil edebilir. Obama ABD’nin iplerini eline aldığında dünyada büyük bir yaygara koparılmıştı. Artık süper güç Bush’tan kurtulmuş, onun tahtına ‘’siyahi’’ yani ‘’ezilen’’ kesimden biri geçmişti. Savaşlar sona erecek, kan ağlayan Ortadoğu’da yaslar bitecekti. Tarih boyunca sömürülenler içinden çıkıp gelen Obama daha ‘’özgürlükçü’’ olacak ve ‘’demokrasiyi’’ yaşatacaktı. ‘’Ten rengi’’ buna elverişli idi. Kapitalizmin göbek taşında döne döne bir hal olan liberaller bu sevinç çığlıklarını ata dursun, biz değişen bir şeyin olmadığını, ‘’siyahi’’ Obama’nın ‘’beyaz’’ saray ekseninden çıkamayacağını, emperyalistin dininin, ırkının, renginin olmadığını, her tene, her renge ve şekle bürünebileceğini söylüyorduk. Geçen zaman bizi haksız çıkarmadı. Şimdi bir seçim dönemi daha yaklaşırken reklam kokan mazlum edebiyatı ile karşı karşıyayız. Yine özgürlük ve demokrasi vurguları yapılıyor. Üstelik dünya ‘’Arap baharı’’ denen Ortadoğu’ya ‘’yaprak dökümü’’ getirirken baharı kapitalistlere yaşatmaya kararlı bir ABD-AB projesi ile karşı karşıyayken. Ve yine duygu sömürüsü en üst safhada aşılanmaya çalışılıyor. Son olarak Obama’nın, 1955’te bir beyaza yer vermediği için tutuklanarak siyahi direnişin isyan sembolü olan Rosa Parks adlı kadının tarihi otobüsteki koltuğuna oturup ‘’mazlum’’ pozlar verdiğine tanık olduk. Bakalım bu ‘’çok güzel hareketler’’ seçim sonunda ‘’koltuklarının kabarmasına’’ neden olacak mı?

Seçimlerin yakın zamanda kapısını çaldığı bir diğer ülke de Fransa’ydı. Ortadoğu’daki kanlı baharın Avrupa ayağındaki en önemli aktörlerinden olan “mazlum” Sarkozy, henüz elindeki Arap kanı kurumamışken eşitlik ve demokrasiden bahseder oldu. Öyle demeçler veriyor ki gören gaza gelip özgürlük anıtı diker ülkenin tam ortasına! Bu bağlamda sömürülen işçilerin, emekçilerin bayramı 1 Mayıs da Sarkozy’nin seçimlere alet edip kullandığı etkinliklerden bir oldu. Ancak yine de seçim sonuçları gösterdi ki vaziyet pek iç açıcı değil, sonuçta mazlum edebiyatı da bir yere kadar!
 

Bizim ülkemizde ise çarklar Avrupa ve Amerika’dan biraz daha farklı dönüyor. Siyasetçiler, cemaat liderleri, düzenbazlar, sömürücüler her defasında koz olarak kullandıkları duygu sömürüsünden tam randıman alırlar. Çünkü harç sağlam! Duygu sömürüsünün, mazlum edebiyatının merkezine birinci dereceden afyon ‘’dini’’ ya da ‘’milliyetçiliği’’ koyarlar. Şimdi olayı bir kademe daha yükseltip darbelerle harmanlayarak sunuyorlar ezilmişliklerini halka. Başbakan çıkıyor, 28 Şubat sürecinde maruz kaldığı zulmü anlatıyor, şiir okuyup hapse girdiğinden yapabildiği tek edebiyatın mazlum edebiyatı olmadığını belirtirken yine grup toplantısında vekilleri bolca ağlatıyor. Ardından Bülent Arınç çıkıyor, 12 Eylül’deki işkencelerden, hak ihlallerinden bahsediyor, davaya müdahil olduklarını söylüyor. Darbeleri yargılıyoruz çünkü zalimler biz mazlumları zamanında çok ezdi diyor, vekiller yine alkışlıyor. Üstelik 12 Eylül’ün AKP’nin doğum sancıları, 28 Şubatın da sezaryen ile doğum günü olduğu apaçık ortada iken. Üstelik yargılayacağız dedikleri tüm zalimlerle geçmişte kol kola olmalarına rağmen. Adama sorarlar; 16 Mart katliamında nerdeydin, Bahçelievler katliamında nerdeydin, Maraş, Çorum, Malatya katliamlarında, Sivas katliamında nerdeydin! Asıl ‘’mazlumu’’ ve ‘’zalimi’’ görmek istiyorsan bu örneklere bakmak yeterlidir.

En son Bekir Bozdağ çıkmış e- muhtıra olarak bilinen süreçte nasıl haksızlığa uğradıklarını, buna rağmen ‘’boyun eğmediklerini’’ anlatıyordu. Biri de çıkıp dese ya e- muhtırayı kendi yazdığını söyleyen Büyükanıt ile aranızda neler geçti, Dolmabahçe’de neler konuşuldu da sonradan altına zırhlı araç verecek kadar can ciğer oldunuz!

Bu mazlum edebiyatının belki de en hazin, en iç burkan ve en ‘’yaşlı’’ hali kuşkusuz ABD’deki cemaat liderinde görülendir. En ‘’yaşlı’’ hali diyorum zira diğerlerinden farklı olarak burada salya sümük ağlamak gibi ek bir fiil söz konusu. Elde Kuran, gönüllerde Said-i Nursi ve bir tutam gözyaşı, işte tüm gerekenler hazır! Mazlumluğun tarihini Said-i Nursi ile başlatıp, zalimliğin kitabını ise ‘’ergenekoncular’’ ile yazan bu cemaat lideri verdiği vaazlarda her dönem nasıl engellendiklerini, ezildiklerini anlatıp durur. Tabii zamanın ruhuna uygun biçimde, piyonları ile eş zamanlı olarak şimdi bu süreçlere 12 Eylül ve 28 Şubat da eklendi. Ancak ne yazık ki insan aklı unutsa arşiv unutmuyor. Hem 12 Eylül’cüleri ‘’cennetlik paşa’’ olan edeceksin, hem 28 Şubat sürecinde Erbakan’a artık bırak diyip ordunun ekmeğine bal süreceksin, sonra da bunlar üzerinden ezik rolü oynayacaksın. Yemezler! Her şey zamanında bir AKP’linin ‘’Eskiden onlar bizi eziyorlardı, şimdi biz onları eziyoruz’’ dediği kadar açık. Olay dünün ‘’mazlumlarının’’ iktidarı, gücü ele geçirip bugünün ‘’zalimlerine’’ dönüşmesi olayı değil, sadece zalimlerin ‘’oyuncu değişikliği’’ yapmasından ibarettir. Düne kadar zulüm edenlerin yanında sessizce bulunup onlara arka çıkanların artık sahneyi işgal edip iktidara koşmasıdır. Bu amaçla da kendi birikimlerini mazlum edebiyatı şeklinde koza çevirmesidir. Bu kadar basit! Üstelik bu mazlumlar arasında, dünyanın dört bir yanında öyle bir dayanışma var ki, kimisi gidip ‘’patron mazlumun’’ Ortadoğu projesine eş başkan olur, kimisi de seçimler öncesi ona cemaat kuruluşları aracılığı ile yüz binlerce dolar yardım yaparak ‘’propaganda’’ harçlığı verir. Karşılığında da küresel destek alır.

Nasıl bir dayanışma ama gözlerim yaşardı. ‘’Dünyanın tüm mazlumları birleşin!’’ diye haykırıyorum. Bu mazlum edebiyatı karşısında pusup sinene, dönme dolap gibi dönene, sonra asıl zalimin zulmü kendini bulduğunda ağlayana önce geçmiş olsun diyorum, sonra da Yunus Emre’nin aşağıdaki dizelerini armağan ediyorum!

''Korkan varsa konuşmaya
Anlam yükleyip susmaya,
Gerek kalmadı korkmaya
Çünkü korkulan olmuştur''

 

 

Onur Aksoy

 

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.