Bir Devrim, İki Darbe

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

27 Mayıs tartışmaları üzerine bununla ilgili bir yazıyı ele almanın çok zamanlı olduğunu düşündüm.

İşte 27 Mayıs 1960 sonrası Türkiye halkının kazanımları:

-Grev hakkı
-Sosyal devlet anlayışı
-Anayasa Mahkemesi
-İdarenin bütün kararlarına ve işlemlerine yargı yolunu getiren ilke
-Sendikal haklar
-Sosyal güvenlik hakkı
-Toplu sözleşme düzeni
-Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı
-TRT’nin tarafsızlığı

Kısacası bugün dahi elde etmeye uğraştığımız, fakat 12 Eylül darbesiyle devletin tozlu raflarına kaldırılan haklarımız 27 Mayıs sonrası elde edilmiştir.

Yukarıda gördüğünüz bütün haklar 27 Mayıs 1960’dan sonra ülkemizde uygulanmaya başlanmıştır. Herhangi bir hareketi incelerken önyargılardan uzak durabilmek gerekir. 27 Mayıs’ın bir darbe olduğunu söyleyenler şuna cevap verebilmeli: Kime darbe?

Öncesi ve sonrasıyla incelenmesi farz olan bir harekettir 27 Mayıs. Bunu salt askerlerin iktidar hırsına ve demokrasi dışı hareketlerine bağlamak bilim dışı bir durumdur. 27 Mayıs öncesinde “mutlak iktidar” anlayışıyla göreve gelen Demokrat Parti var. Lafı fazla uzatmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Mutlak iktidarının elinden gideceğini anlayan DP ve kurmayları ülkedeki iktidarlarını kaybetmeme amacıyla baskının dozajını artırdılar. Günümüze ne kadar benzemekte, değil mi? Ancak bizim siyaset felsefesinden bildiğimiz bir tezimiz var. Mutlak iktidar mutlaka bozulur. Bozulmaya başladıkları anda da toplumun her kesimine özellikle de muhalif isimlere terör uygulamaya başlarlar, yani onları terörize ederler. Demokrat Parti de 1957 seçimlerinden sonra iktidar hırsı ve hesap vermeme arzusuyla baskının dozajını geri dönülemeyecek biçimde artırdı. Öte yandan DP dönemini Kemalizme karşıt olan bir dönem olarak görmemeliyiz. Bir karşıdevrim dönemi değildir. Her ne kadar 27 Mayıs’ta onları indiren hareketin üyeleri DP’nin bir karşıdevrim hareketi olduğunu belirtseler de, DP döneminde “Atatürk’ü Koruma Kanunu” çıkarılmış, Cumhuriyet’e ve Atatürk’e karşıtlığıyla bilinen Ticani tarikatı kapatılmıştır. Bu dönemi bir Kemalist restorasyon sayabiliriz. Devletin Soğuk Savaş zamanı içerde birlikteliği sağlamak için dinselliğe ve DP’ye ihtiyacı vardı. DP de buna cevap vermiştir fakat özellikle 1960 nisanında kurulan Tahkikat Komisyonlarıyla muhalif avına çıkan, dünya konjonktürüne ve iç yapıya ters düşen DP, ordu ve halk birliği ile tasfiye edilmiştir.

DP’nin şansızlığı o dönemin bir sosyal devletler çağı olmasıydı. Bunu kavramışlar mıydı, bilemiyorum. ABD ile içli dışlı olmaları, ülkede ABD yandaşlarının artışı ve önemli yerleri kontrolleri altına alması onlara güven ve iyimserlik aşılamış olabilir. Bununla birlikte dışarıdaki yapıyı göremediklerini düşünüyorum. Dışarıdaki yapı ise çok net şekilde Keynes’in formüle ettiği sosyal devlettir. Buna göre devlet, liberalistlerin söylemlerinin aksine, ekonomiye gerektiği oranda müdahale etmeliydi. İnsanlarının ihtiyaçlarını özel sektörün karşılayamadığı yerde karşılamalıydı. Esasında 2.Dünya Savaşı sonrası harap olmuş ülkelerin ve insanlarının sosyalizme kaymalarını engellemek için ortaya konmuş bir fikirdir. Sermaye için savaştığını anlamaya başlayan acı dolu insanların komünizme kaymaları sadece an meselesi olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak 2.Dünya Savaşı sonrası Avrupasını komünist iktidarlardan koruyan başlıca güç sosyal devlet olmuştur.

Avrupa’da bunlar yaşanırken ülkemizde DP tahkikat komisyonları ile aydınları, muhalifleri, öğrencileri sindirme amacını ortaya koyuyordu. Bunun üzerine dışsal desteğini henüz tam olarak bilemediğimiz 27 Mayıs hareketi, yönetimi ele aldı. Dışsal yanını ancak çok değerli arşivlerin açılmasıyla öğrenebiliriz. Türkiye’de bu arşivler kapalıdır.

Elbette gelen yapının, sabık yönetimin önemli isimlerini idam etmesi büyük bir acı olmuştur. Bunu görebildiğinizden ötürü buraya girmek istemiyorum.

Her meselede dışarıya bakmak içeriye ve bilime ihanettir. Ancak içerisi ve dışarısıyla birlikte yapılan tahliller bize bilim yolunu açar.

Şunu da söylemeliyim: Kuhn bize paradigmaların yani bilimsel düşünce kalıplarının, kanunların, son derece tutucu olduğunu söyler. Çünkü bir kanun kabul edildikten sonra onun etrafında çalışan bilim adamları bir cemaat gibi bu kanundan başka yeni doğruları istemez, eski paradigmaya tutunur ve onunla çalışmak ister. Türkiye’de 27 Mayıs’ın bir darbe olarak düşünülmesi de bu yöndedir. Kim yaptı? Askerler. Öyleyse bu bir darbedir, fakat ortaya çıkan sonuçlar bir demokratik bir sosyal devlet anlayışını getiriyor. O zaman ortada Kuhn’un belirttiği gibi kavramlar ve bilimsel kanunlardan dolayı bir tutuculuk var. Halbuki öncesi ve sonrası irdelendiğinde 27 Mayıs’ın bir darbe değil bir devrim olduğunu görüyoruz.

Öğrenci hareketinin doğrudan içinde bulunduğu bir harekete darbe diyorsak, öyleyse kime darbe, diye kendimize sormalıyız.
Grev hakkını, toplu sözleşme düzenini, toplu gösteri yürüyüşü hakkını işçisine ve öğrencisine yani halkına veren bir harekete nasıl darbe deriz?

Öte yandan şunu söylemekte yarar var: Bu haklar anayasal güvenceyle birlikte verilmiştir.1960 ile 1970 arası dönemde kurulan pek çok Kemalist, solcu ya da sağcı dernek, sendika ve örgüt bu haklarla ortaya çıkmıştır. 68 gençliğinin bu döneme denk gelmesini 27 Mayıs’ı es geçerek analiz edemeyiz. Cumhuriyet tarihimizde toplumsal yaşantımızın en hareketli dönemini 27 Mayıs ile 12 Mart arası oluşturur.

12 Mart ile 12 Eylül’ü ise bir başka yazıya bırakarak bunların halkını düşünmeyen, halkın zararına ve bundan dolayı da halka yönelik darbeler olduğunu söylemeliyim, ama bunlar bir başka yazının konusudur.

 

 

Alphan TELEK
iletisim@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.