İçeriği Yazan: Sevda EĞER Zaman: Salı, 24/11/2009 - 10:18
...25 aralık 1935’de Tunceli kanunu çıkartılır.
Dersim adı Tunceli olarak değiştirilmiştir. 6 Ocak 1936’da ise bölgede kurulan Elazığ merkezli genel valiliğin başına sivil bir amir değil, General Abdullah Alpdoğan getirilmiştir.
Yaşanan karışıklık ve doğallığında olagelen kanlı çatışmalar bundan sonra başladı fikri oluştursa da; 1927’de kurulmuş Milli Amele Hizmeti adlı istihbarat teşkilatının ve, Birinci Umum Teşkilatı’nın kaynaklığında basılan Jandarma Umum Kumandanlığı’nın, ‘Dersim’ adlı kitabında, dönemin iç İşleri Bakanı Şükrü Kaya’nın başkanlığa verdiği 18.11.1931 tarihli raporunun ek bölümünün ‘Lahika’ başlıklı yazısı, sürgünün bu olaylardan çok önce netleştiğini göstermektedir. Söz konusu raporda yaklaşık 3500 kişinin iskanları bölge bölge hesaplanıp, başkanlığa şöyle iletilmiştir: 72 aile Tekirdağ’a, 38 aile Edirne’ye, 56 aile Kırklareli’ne, 65 aile Balıkesir’e, 73 aile Manisa’ya, 34 aile İzmir’e… Pek tabi bu liste, 1938 sürgününe kadar çoğu aynı kalmak üzere bir takım değişiklik ve ilavelere muhatap olacaktır.
Aynı etnik grubun ve yörenin insanı olarak kabul etmem gerekir ki; Dersim’in, Anadolu’daki idare biçimlerinin dışında kendi örfi idaresiyle yıllar yılı oluşturduğu farklı bir hükümranlığı vardır. İnanç biçiminin eşgüdümünde gelişip şekil bulan bu idare anlayışı, geleneksel yapılanmayla kurulmuş ve kendi yasama, yürütme ve ceza kurallarıyla bölge insanı tarafından benimsenen bir sosyal koloni halini almıştır. Cem evleri ve buralarda fiil bulan törenler adeta bir meclis görevi görmüştür. Dini vecibelerin gerçekleştirilmesinin dışında, husumetler görüşülerek uzlaşma yöntemleri aranmış, şahsi meseleler ileri gelenlere bildirilmiş, haklı haksız müzakereleri yapılmış, istekler ve ihtiyaçlar görüşülmüş, cezalar ( düşkün ilanı gb.) kesilmiş, ikrar( kirvelik, müsaiplik gb) verilmiş kısaca halk kendi hukuk sistemini kendi içinde oluşturmuş –zorunda bırakılmıştır. Zira eylem bulan bu kavramların, görüşülen meselelerin ve olası sonuçların, uygulamaların ve yöntemlerin bir çoğunun Alevi olmayanlar tarafından anlam bulması güçtür. Değil midir ki tüm bu eylemler, sonunda bir inanç biçiminin gerekleri paralelinde vuku bulmuştur. Örneğin bir sunniye göre çok mühim görülen haremlik selamlık durumu Aleviler’de konu bile edilmezken, aynı sunni vatandaş için kirvelik veya sağdıçlık( müsaiplik) herhangi bir kimsenin yapabileceği o anlık sıradan bir görevdir. Gelin görün ki Alevilikte bu görevler hayati önem taşımaktadır ki Müsaip veya kirvelik sözü verilen bir kimseyle yedi göbek nikah bile düşmemektedir. Kardeş bağından farksızdır ve envai merasimlerle ve çocukluktan itibaren seçilerek Cem töreniyle atanmışlardır. Elbette ki bu manevi oluşumlarla var olmuş yüzlerce insan için olası bir sürgün; yıllarca emek verdikleri doğup büyüdükleri kendi topraklarından koparıldıklarıyla kalmayıp tüm bu değerlerinden de uzaklaştırılıp adeta geçmişi yağmalanmış geleceği karartılmış insanlar olarak yaşamaya zorlanmaları demekti. Ve korkarım gidişatta bunu gösteriyordu.
.....
Seyid Rıza olacakları biliyordu. Tunceli olarak ismi değiştirilen Dersim’in önünde sonunda ‘insansızlaştırma’ aşamasına gittiğinin farkındaydı. Bir yandan aşiret büyükleriyle uzlaşma toplantıları yapıyor(birine dedem ve kardeşi de katılmıştır) bir yandan da ‘Dersim Kanunu’nun’(resmi raporlarda böyle geçmektedir) geri çekilmesi ve karakol yapımlarının azaltılması konusunda hükümete bir çok kez itirazlarda bulunuyordu. Çünkü yapılan karakollar muhalif çeteler tarafından sürekli kundaklanıyor jandarmalar öldürülüyor ve her vukuattan sonra tüm bölgeye bomba yağıyordu.
...
(7-8 yıl önce yazdığım bir kitapçıktan alıntıdır..)
Dersim'li biri olarak, ailesi sürülmüş, öldürülmüş, pek çok yakını bu sırada kaybolmuş, yıllarca bizzat o yanan köylerde birinci ağızlardan yaşananları dinlemiş, okumuş biri olarak, taaa sürgün gidilen Konya'da dedesinin mezarını arayıp bulmuş, sürgün yerlerinde onların edindikleri dostlarıyla sohbet etmiş, özellikle o sunnilerin ağzından kendi atalarının kişilik ve davranışlarını, amaç ve görüşlerini gururla mutlulukla dinlemiş biri olarak;
Aftan sonra Dersim'e -ismi, sınırları değiştirilmiş, evleri ahırları yıkılmış, tarlaları yakılmış Dersim'e- dönen insanlarının nasıl sıfırdan başladığına şahit olmuş biri olarak, önce merhametli bir insan sonra Alevi bir yurttaş olarak yazdım ben bütün bunları ve devam edeceğim yazmaya. Üç maymunların peşine takılanlara, zorbalığı, tecriti, asimilasyonu sindirenlere, makul görenlere rağmen, koltuk yapışkanlarını koca bir milletin kırılmış onuruna takas edenlere rağmen, içi boş vatan demokrasi milliyet bayrak lakırtılarıyla koca bir geçmişi vicdansızca halı altına süpürmeye çalışanlara, her şeye rağmen yazacağım. Her sözümü ısbat etmeyede hazırım.
Sizde yazınız. Alınmadan kırılmadan isbat ederek sözlerinizi, yazınız.
Üstü ötülü olan 'gerçek' acı ve korkutucudur. O örtüyü kaldırabilecek, orada 'gerçek' olduğunu söyleyebilecek yüreği olanlar, işte onlar 'gerçeğin' kendisinden bile daha korkutucudur. Kalanlar ise gülünç olmaya devam edecektir.
Yorumlar
inanılabilirmiş!
...25 aralık 1935’de Tunceli kanunu çıkartılır.
Dersim adı Tunceli olarak değiştirilmiştir. 6 Ocak 1936’da ise bölgede kurulan Elazığ merkezli genel valiliğin başına sivil bir amir değil, General Abdullah Alpdoğan getirilmiştir.
Yaşanan karışıklık ve doğallığında olagelen kanlı çatışmalar bundan sonra başladı fikri oluştursa da; 1927’de kurulmuş Milli Amele Hizmeti adlı istihbarat teşkilatının ve, Birinci Umum Teşkilatı’nın kaynaklığında basılan Jandarma Umum Kumandanlığı’nın, ‘Dersim’ adlı kitabında, dönemin iç İşleri Bakanı Şükrü Kaya’nın başkanlığa verdiği 18.11.1931 tarihli raporunun ek bölümünün ‘Lahika’ başlıklı yazısı, sürgünün bu olaylardan çok önce netleştiğini göstermektedir. Söz konusu raporda yaklaşık 3500 kişinin iskanları bölge bölge hesaplanıp, başkanlığa şöyle iletilmiştir: 72 aile Tekirdağ’a, 38 aile Edirne’ye, 56 aile Kırklareli’ne, 65 aile Balıkesir’e, 73 aile Manisa’ya, 34 aile İzmir’e… Pek tabi bu liste, 1938 sürgününe kadar çoğu aynı kalmak üzere bir takım değişiklik ve ilavelere muhatap olacaktır.
Aynı etnik grubun ve yörenin insanı olarak kabul etmem gerekir ki; Dersim’in, Anadolu’daki idare biçimlerinin dışında kendi örfi idaresiyle yıllar yılı oluşturduğu farklı bir hükümranlığı vardır. İnanç biçiminin eşgüdümünde gelişip şekil bulan bu idare anlayışı, geleneksel yapılanmayla kurulmuş ve kendi yasama, yürütme ve ceza kurallarıyla bölge insanı tarafından benimsenen bir sosyal koloni halini almıştır. Cem evleri ve buralarda fiil bulan törenler adeta bir meclis görevi görmüştür. Dini vecibelerin gerçekleştirilmesinin dışında, husumetler görüşülerek uzlaşma yöntemleri aranmış, şahsi meseleler ileri gelenlere bildirilmiş, haklı haksız müzakereleri yapılmış, istekler ve ihtiyaçlar görüşülmüş, cezalar ( düşkün ilanı gb.) kesilmiş, ikrar( kirvelik, müsaiplik gb) verilmiş kısaca halk kendi hukuk sistemini kendi içinde oluşturmuş –zorunda bırakılmıştır. Zira eylem bulan bu kavramların, görüşülen meselelerin ve olası sonuçların, uygulamaların ve yöntemlerin bir çoğunun Alevi olmayanlar tarafından anlam bulması güçtür. Değil midir ki tüm bu eylemler, sonunda bir inanç biçiminin gerekleri paralelinde vuku bulmuştur. Örneğin bir sunniye göre çok mühim görülen haremlik selamlık durumu Aleviler’de konu bile edilmezken, aynı sunni vatandaş için kirvelik veya sağdıçlık( müsaiplik) herhangi bir kimsenin yapabileceği o anlık sıradan bir görevdir. Gelin görün ki Alevilikte bu görevler hayati önem taşımaktadır ki Müsaip veya kirvelik sözü verilen bir kimseyle yedi göbek nikah bile düşmemektedir. Kardeş bağından farksızdır ve envai merasimlerle ve çocukluktan itibaren seçilerek Cem töreniyle atanmışlardır. Elbette ki bu manevi oluşumlarla var olmuş yüzlerce insan için olası bir sürgün; yıllarca emek verdikleri doğup büyüdükleri kendi topraklarından koparıldıklarıyla kalmayıp tüm bu değerlerinden de uzaklaştırılıp adeta geçmişi yağmalanmış geleceği karartılmış insanlar olarak yaşamaya zorlanmaları demekti. Ve korkarım gidişatta bunu gösteriyordu.
.....
Seyid Rıza olacakları biliyordu. Tunceli olarak ismi değiştirilen Dersim’in önünde sonunda ‘insansızlaştırma’ aşamasına gittiğinin farkındaydı. Bir yandan aşiret büyükleriyle uzlaşma toplantıları yapıyor(birine dedem ve kardeşi de katılmıştır) bir yandan da ‘Dersim Kanunu’nun’(resmi raporlarda böyle geçmektedir) geri çekilmesi ve karakol yapımlarının azaltılması konusunda hükümete bir çok kez itirazlarda bulunuyordu. Çünkü yapılan karakollar muhalif çeteler tarafından sürekli kundaklanıyor jandarmalar öldürülüyor ve her vukuattan sonra tüm bölgeye bomba yağıyordu.
...
(7-8 yıl önce yazdığım bir kitapçıktan alıntıdır..)
Dersim'li biri olarak, ailesi sürülmüş, öldürülmüş, pek çok yakını bu sırada kaybolmuş, yıllarca bizzat o yanan köylerde birinci ağızlardan yaşananları dinlemiş, okumuş biri olarak, taaa sürgün gidilen Konya'da dedesinin mezarını arayıp bulmuş, sürgün yerlerinde onların edindikleri dostlarıyla sohbet etmiş, özellikle o sunnilerin ağzından kendi atalarının kişilik ve davranışlarını, amaç ve görüşlerini gururla mutlulukla dinlemiş biri olarak;
Aftan sonra Dersim'e -ismi, sınırları değiştirilmiş, evleri ahırları yıkılmış, tarlaları yakılmış Dersim'e- dönen insanlarının nasıl sıfırdan başladığına şahit olmuş biri olarak, önce merhametli bir insan sonra Alevi bir yurttaş olarak yazdım ben bütün bunları ve devam edeceğim yazmaya. Üç maymunların peşine takılanlara, zorbalığı, tecriti, asimilasyonu sindirenlere, makul görenlere rağmen, koltuk yapışkanlarını koca bir milletin kırılmış onuruna takas edenlere rağmen, içi boş vatan demokrasi milliyet bayrak lakırtılarıyla koca bir geçmişi vicdansızca halı altına süpürmeye çalışanlara, her şeye rağmen yazacağım. Her sözümü ısbat etmeyede hazırım.
Sizde yazınız. Alınmadan kırılmadan isbat ederek sözlerinizi, yazınız.
Üstü ötülü olan 'gerçek' acı ve korkutucudur. O örtüyü kaldırabilecek, orada 'gerçek' olduğunu söyleyebilecek yüreği olanlar, işte onlar 'gerçeğin' kendisinden bile daha korkutucudur. Kalanlar ise gülünç olmaya devam edecektir.