Politika Dergisi - Yaşar Nuri Öztürk Mülakatı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
PD Roportaj Ekibi: 
Emrah ÖZDEMİR
PD Roportaj Ekibi: 
Gökhan DAĞ
PD Roportaj Ekibi: 
Miraç ÇEVEN

   Yaşar Nuri Öztürk Kimdir?*

   Bayburtlu bir anne ile Trabzonlu bir babanın çocuğu olarak 1951 yılında doğdu.

   Time Dergisi’nin gerçekleştirdiği “20. Yüzyılın En Önemli Kişileri” (The Most Important People of 20th. Century) anketinin “En Önemli Bilim Adamları ve Islahatçılar” (The Most Important Scientists and Healers) listesinde, dünya kamu oyunca belirlenmiş yüz ismin, 2001 yılı itibariyle ilk onu arasında yer alan Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi’nde doğup büyüdü.

   Türk üniversitelerinde öğretim üyesi ve dekan olarak 26 yıl görev yaptı. ABD- New York’ta (The Theological Seminary of Barrytown) bir yıl misafir profesör olarak “İslam Düşüncesi” dersleri okuttu. Aynı süre içinde, The World Scripture’ın İslam bölümünün hazırlanışında görev aldı.

   Türkiye, ABD, Avrupa, Afrika, Ortadoğu ve Balkanlar’da İslam düşüncesi, insan ve insan hakları konularında birçok konferans verdi.

   “Kur’an’ın Yorum Katılmamış İlk Türkçe Çevrisi”ni yapan bilim adamı olarak da anılır. 1993-2003 yılları arasında 126 baskı yapan bu çeviri, “Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin En Çok Baskı Yapan Kitabı” sayılmaktadır.

   ***“İslam-Batı İlişkileri ve Bunun KEİ Ülkelerindeki Yansımaları” (Chelovecheskiy Faktor: Obschestvo i Vlast, 2004-4), “İslam ve Avrupa” (Die Zeit, 20 Şubat 2003), “İslam ve Demokrasi” [Desperately Seeking Europe, London, (Archetype Puplications), 2003, sayfa, 198-210; Europa Leidenschaftlich Gesucht, München-Zürich, (Piper Verlag), 2003, sayfa: 210-224] gibi uzun makaleleri ile, İslam-Batı-Laiklik konularındaki uzun röportajları [örnek olarak bakınız, al-Ahram (Weekly), 1-7 February, 2001] Batı’da ve İslam dünyasında derin yankılar yapmıştır.

   Türkçe, Almanca, İngilizce, Farsça ve Rusça basılan eserlerinin sayısı kırkı aşkındır. Şu ana kadar 41 baskı yapmış bulunan “Kur’an’daki İslam” adlı hacimli eseri, İslam’da “Kur’an’a Dönüş Hareketi”nin öncü kitaplarından biri kabul edilmektedir. Öztürk’ün, bu hareketteki rolü ve faaliyetiyle düşünce dünyası, değişik üniversitelerde yapılan Türkçe, Almanca, İngilizce, Fransızca tezlerle incelendi.

   3 Kasım 2002 seçimlerinde İstanbul Milletvekili olarak TBMM'ye giren Öztürk, öncülüğünü yaptığı Halkın Yükselişi Hareketi'ni Halkın Yükselişi Partisi (HYP) adıyla siyasal partiye dönüştürmüş ve bu partinin genel başkanlığına getirilmiştir.

   Türk ve dünya basınında Öztürk’le ilgili makale, şiir ve röportaj olarak yayınlanan ve hacimli bir arşiv oluşturan yazılar, yürütülmekte olan bağımsız çalışmalarla kitaplaştırılmaktadır.

* http://www.hyp.org.tr/page.asp?id=39

 

   Yaşar Nuri Öztürk ile yaptığımız röportajı sizlere sunmadan önce, Öztürk’ün Bursa Anatolia Hotel’de bizim de dâhil olduğumuz basın mensupları için düzenlediği toplantıdan notlar sunmak istiyoruz. Çünkü Öztürk; bu konuşmasında bizim sorduğumuz veya sormayı düşündüğümüz konulara açıklık getirdi.

Basın toplantısından seçtiğimiz notlar:

   Y. Nuri ÖZTÜRK:  “Allah ile Aldatmak” kitabımız basında oldukça büyük bir ilgi uyandırmıştır. Bu oldukça geniş bir çalışmanın yan ürünüdür. Atatürk mirası ile İslam mirasının ilişkileri açısından oldukça önemlidir. Halkımız bizzat kitap tarafından “Allah ile aldatılmayın” diye uyarılmış olduğundan habersizdir. Biz bu kitapla Türkiye’yi 1000 yıllık dinini kullanarak çökertmek isteyen iç ve dış kıyamet odaklarını deşifre ediyoruz. Bunların, din üzerinden nasıl insafsız ve vicdansız bir oyun oynadıklarını ve bu dinin düşmanları ile Türkiye aleyhine nasıl işbirliği yaptıklarını; bu ülkenin kurucusu olan, bağımsızlığın ve aydınlanmanın kurucusu olan, emperyalizme karşı savaşı başarıya ulaştıran ve bu devleti kuran insana; onun arkaya bıraktığı değerlere, nasıl şuursuzca ve vicdansızca saldırdıklarını; bunun için dini nasıl kullandıklarını bu millete; sanıyorum ki Türkiye de ilk defa bu kitapla çok açık, net ve etkili bir biçimde anlattık.

   Y. Nuri ÖZTÜRK: Kitap mizanpaja gittiğinde 520 sayfa toplam çıktı. Kitabı mizanpaj’dan geri çekip yeniden okudum, süzdüm. Mümkün olduğu kadar sayfa sayısını azaltmaya çalıştım. Ancak 400 sayfaya indirebildim. Bu kitabı halkın okumasını istiyorum. Bu çok önemli bir konu o yüzden olabildiğince kısa ve net olmasını sağlamaya çalıştım.

   PD Yazarı Miraç ÇEVEN’in sorusu: Kitaptan çıkardığınız bölümleri sonradan genişletilmiş bir versiyon halinde ya da diğer kitaplarınız içerisinde yayımlamayı düşünüyor musunuz?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Şimdi buradan bir şey çıkarmadım ben (aman) onu tasfiye edeyim. Hiçbir bölüm ya da başlık oradan çıkarılmadı. Mesela; yalnızca 7 sayfa olan bir bölüm 5 sayfaya düşürüldü, o kadar. Daha rafine haline getirdim. Bana göre bu haliyle bile biraz büyük; çünkü kitap bir araştırmacı kitabına dönüşürse halk bunu okuyamaz. Bu önemli bir konu; bunu halkın okuması lazım! Ancak kitap geniş halk kitlelerine ulaştığında ve görevini yaptıktan sonra ben bu kitabı konjonktürel kitap olmaktan çıkarıp. Artık tarihe vesika olarak kalacak bir kitap haline dönüştürecek bir operasyon yapacağım. Belki buna bir sekiz, on konu daha ilave edeceğim. Mesela benim projeme göre; Allah ile Aldatmanın yol açtığı en ciddi tahribat Köy Enstitülerinin kapatılmasıdır. Amerika, enstitüleri kapatabilmek için her yolu denedi; hiçbir şekilde kapatamadı. En son, Allah ile aldatarak kapattı. “Oradan İslam düşmanı komünist yetişir” dediler ve bitti! Kapanışın karşısında İsmet İnönü gibi bir Atatürkçü bile duramadı.1947’de süreci açan kendisidir. 1954’te Menderes kapatarak işin resmi tescilini yapmıştır. Bu konu bir bölüm olarak buraya girecek. Bunun gibi daha beş, altı bölüm daha var. Eğer bu bölümleri de koysaydık kitap 600 sayfaya çıkardı. O işi şimdi yapmam.

 

   PD Yazarı Miraç ÇEVEN: 1. Dünya Savaşı sırasında Berberiler de kitabınız paralelinde Allah tarafından aldatılmış ve yanlış yollara sapmışlardır. Bu konu hakkında da bir şeyler yazmayı düşünüyor musunuz?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Kuran-ı Kerim o uyarıyı sadece Türkler için yapmıyor ki bütün Müslümanlar için yapıyor. Arap dünyasının aldatılışı bizden belki elli kat daha ağırdır. Ama Türkiye bir Atatürk yetiştirdi, bir Atatürk aydınlanması yaşadı, aklın prangalarını kırdı, ışığın yolunu açtı. Ufuk koydu insanlarımızın önüne, bunu kurumsallaştırdı ve devletleştirdi; fakat maalesef biz onun kıymetini bilemedik. Şimdi Arap’ı, Acem’i bir kenara bırakıp da evvela şu evimizin içinde gerekeni yapalım, onlara zaten örnek oluruz. Bakın bugün Türkiye, İran’dan daha kötü durumdadır. Ben, kitabım Farsça’ya ilk çevrildiğinde devlet misafiri olarak İran’a gittim. Orada 20 gün kaldım ve 8 konferans verdim. Bu sayede İran’ın en iç kısımlarına kadar da girdim. Resmî misafir olduğum için bana sorarak program yapıyorlardı, çünkü. Molla rejimini yakından görmüş oldum. Ücra kasabalara kadar gittik. Şu anda İran’da bir sıkıntı var. Dünya; İran, Türkiyeleşiyor mu diye soruyor. “Türkiye, İran mı oluyor?” soruları gerilerde kaldı, arkadaşlar. Mollalar şimdi tam tersini soruyor. Türkiye’nin İran gibi olma ihtimali yok. Çünkü ilk neden parası, petrolü yok Türkiye’nin. İkincisi ise İran her şeye rağmen İran’dan yönetiliyor. Şu an Türkiye’de bu irade yok. Bu dirayet yok! Bakınız: Molla İranı ve Atatürk Türkiyesi!..

   İran’ın şu an ki kaygısı şudur; biz şeriat meriat dedik, kadınların başlarını örtmeyi mecburi kıldık ama kimsenin saçını gösterememesi diye bir şart yok! Saçınızın bir teli görünürse 40 yıl yanarsınız, sahtekârlığı burada oynanmamış. İslami kıyafet diye türbanı zorla Türkiye’ye getirdiler. Sonra bu rahibe kıyafetini anayasaya sokarak legalleştirmek istediler. İran’da bile olmayan bir uygulamayı, “bu gelirse başımız derde girer” dedikleri türbanı bu hale getirdiler. İşte Türkiye’nin bulunduğu yer burasıdır. Türkiye’ye bu son iktidarın yaptığı budur! Bu, tarihimizin en büyük vahametlerinden biridir. Bizi İran’ın bile gerisine attılar. İran şimdi Türkiyeleşiyor muyuz, diye sorarken şunları da düşünüyor; Türkiye dışarıdan yönetiliyor, Türkiye’nin bağımsızlığı laftan ibaret. Devlet başkanı olan bir takım insanlar geliyorlar. Avrupa’dan Türk parlamentosuna girip konuşuyor ve Türk milletini tokatlayıp gidiyor. Barrosso denen utanmaz adam, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne gidiyor; gitmeden önce korumalarına oturacağı odada güvenlik kontrolü yaptırıyor. Bu bize ana, avrat küfretmekten daha beterdir. Burası Cumhurbaşkanlığı köşkü! Hangi sıfat ve haysiyetle bunu yapıyor. Bu resmen bize hakaret etmek için yapılan bir harekettir. Buna kimse sesini çıkarmıyor! Ben o mevkide olsam, bu adamı “Persona Non Grata” (İstenmeyen Adam: Diplomaside bir devletin bir diplomatı ülkesi içinde istemediği anlamına gelir.) ilan eder ve anında sınır dışı ettirirdim; yapmazsam şerefsizim. Böyle 30 tane daha adama yapılması lazımdı bunun; ama hiçbirine bunu yapmadılar. Türkiye bunların cirit attığı, tokatladığı, tarihi kin ve ihtiraslarını tatmin ettiği bizi söverek keyif yaptıkları bir çadıra dönüştü. Ve çadırın başındakilerde diyor ki biz bu ülkeyi yönetiyoruz. Türkiye’yi mahvettiler. Hakikaten İran bugün bunu der ve diyor: “Biz Türkiye olursak, din min diyerek bizi acayip hale sokacaklar. Türkiye’ye benzersek Kelime-i Şahadet’in haysiyetini koruyamaz hale düşeceğiz. Bizim bin yıldır yaşadığımız dine birileri müdahale edecek ve onu yeniden şekillendirecekler. Kuran İncilleştirilecek, namaz karmalaştırılacak” bu kaygıları duymaz mı? Biz bunları yaşamadık mı? Bunları ekranlardan bu millete deşifre ettim. Bakınız, Afganistan gibi güvenliğini Birleşmiş Milletler yani Amerika’nın sağladığı bir ülkeye, yaklaşık 1 ay önce Dick Chenney gidiyor. Hükümet Sarayına girmeden kapıdaki polis Chenney’i durdurup ayakkabılarından saçına kadar, tepeden tırnağa arıyor. Chenney pişkin bir diplomat; bir şey demiyor, etrafına bakıyor. Etrafındakiler polise “sen ne yapıyorsun” deyince bu adamın kim olduğunu bilip bilmediğini soruyorlar. Polis bildiğini söylüyor ve “İşime karışmayın, burası devlet sarayıdır, buraya giren herkes aranır” diyor. Biz bunu yapamadık. Bazen diyorlar, Türkiye Afganistan mı oluyor? , İran mı oluyor? , Arabistan mı oluyor? Geçin bunları, hayal kurmayın; hiçbiri olamazsınız. Şimdi o adamlar biz Türkiye mi olacağız diye korkuyorlar. İşte Türkiye’yi getirdikleri yer burasıdır. Bu kitap bu kahırlı, bu onur kırıcı, bu büyük acıyı deşifre eden ve bundan çıkış yollarını gösteren bir kitaptır ve bunu yazmış olmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum.             

 

   PD Yazarı Miraç ÇEVEN: Sizce, eğer İran Mollaların değil Ali Şeriati’nin bakış açısına yakın bir perspektifte yönetilseydi durumları nasıl olurdu?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Muhteşem olurdu. İranlılara ben kendim de söyledim. Bana göre en büyük yanlışları; çok doğru yaparak, yıllarca Ehlibeyt İslamı’nı savunup, Arap-Emevi İslamı’na karşı çıktılar; ama Humeyni’den itibaren bütün siyasetlerini Emevi siyaseti üzerine oturttular. İşte felaket budur. Şimdi İran’ın Emevi İslamı’na karşı çıkışının arkasından, ondan bekleneni Muhammed Hatemi, başkanlığının son günlerinde telaffuz etti; bu kitapta da göreceksiniz; Jacques Chirac ve Hatemi’nin beraber yaptıkları konuşmaları verip, değerlendirdim. Hatemi “Biz yıllarca laiklik ve İslam’ın uyuşup, uyuşmadığını tartıştık, hata yaptık. Bırakın uyuşup, uyuşmadığını Müslümanlığın bir mutlu geleceği varsa bu da laikliğe geçmeleri ile mümkündür” dedi. Bu konuşma NTV’de yayınlanması dışında asla gündem yapılmadı. Bana göre bu Gorbaçov’un Rusya’da yaptığından daha önemli bir hadiseydi.

   (…)Niye Türkiye’de iki direnç ve enerji kaynağı var: Bizde iki tane önemli miras var; birisi özgün İslam; anti-emperyalisttir. Diğeri ise Mustafa Kemal mirasıdır ki o da anti-emperyalisttir. Kurtuluş Savaşı’nda da ikisi kol kola verdi. Mehmet Akif, Çanakkale şehitleri ile Bedir şehitlerini bir tutarken sürçi lisan etmiyor ya da şehir fantezisi yapmıyor. Ne dediğinin gayet farkında! Biz buradan yürüyerek, bu zihniyeti egemen kılamadık. Altında tek imza olan hain Dürrizade ve fetvasının dinciliğine ülkeyi teslim ettik; altında 153 büyük İslam âliminin imzası olan Börekçizade fetvasındaki din anlayışını egemen kılamadık. Bundan sonraki kitap bu temel başlıktan yürüyerek yazılmış bir kitaptır. 70 yıldır bunu başaramadık. Bunu başarmamız lazım; burada bunun bir kısmını yaptım. Basında bazı arkadaşlar bu kitaba Cumhuriyet’in ikinci yarısının manifestosu diyor. “Silahlı kısmını Mustafa Kemal’i bitirdi, öbür kısmını tamamlamaya ömrü vefa etmedi. Onu bu kitap tamamladı.” diyen arkadaşlar var. Bunu Cengiz Özakıncı’dan dinledim ve bunu yazacak. Bu işin tamamlanması lazım; yoksa Türkiye’yi ABD ve AB’nin 35. sınıf memurlarına tokatlatmak devam eder ve Türkiye yi bitirirler.

   Basın toplantısından sizlere aktaracağımız notlar bu kadar. Şimdi size Sayın Yaşar Nuri Öztürk ile yaptığımız özel röportajı sunmak istiyoruz:

 

   Politika Dergisi Yazarları (P.D): Sayın Öztürk, akademisyenliğiniz ile tanınıyor ve halka katıldığınız programlarla bir şeyler vermeye çalışıyordunuz. Böyle bir misyonunuz varken, siyasete neden atıldınız?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Bu onun devamı… Madem halka bir şey vermeye çalışıyorduk; daha iyi şeyler vermek için ve halka elle tutulur hizmetler vermek için bu yola girdik.

 

   P.D: Peki, bu riskli bir yol değil mi hocam?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Gayet tabi riskli; ama o benim tercihimdir. Risk almayan insan ot gibi yaşmayı seçecektir ve benim seçimim o yönde olmadı. Benim zaten fikir hayatım da risklerle doludur. Biz 9-10 asır üstü örtülen gerçekleri açtık, bu millete söyledik. Bunu bütün dünya biliyor. Dünya’da çok ünlü üniversitelerde benim fikir hayatım ile ilgili on civarında tez yapıldı. Demek ki bunu tarih tescil etti. Biz yaptığımız işi çok düşünerek, çok yerinde yaptığımız kanaatindeyiz. Hatta belki biraz daha erken yapsaydık daha iyi olurdu. Mesela; rahmetli Ecevit’in 1999 yılında beni siyasete davet ettiği zaman bu işe girmediğim için pişmanım. Çünkü Türkiye’de artık; temiz, birikimli, vizyonu kuvvetli aydınların siyasete girmesi gerekli. Siyaset; çapulcular, vurguncular, talancılar ve yalancılar mesleği olmaya süratle gidiyor. Bunu durdurmazsak bizim çocuklarımızın geleceği karanlık olur.

 

   P.D: Temizlenmesi için de sizin gibi aydınların siyasete girmesi gerekir.

Y. Nuri ÖZTÜRK: Kesinlikle… Bize isnat edilen suç nedir? “Sizin gibi temiz adamın siyasette ne işi var.” O zaman ben de soruyorum; “temiz adamların siyasette ne işi varsa, Türkiye’yi yönetmeyi pis adamlar mı yapacak?” O zaman biz nasıl temiz bir Türkiye bekleyeceğiz.

 

   P.D: Hocam, Halkın Yükselişi Partisi’nin (HYP) genel çizgisi ve partinizin faaliyetleri hakkında bilgi verebilir misiniz?

Y. Nuri ÖZTÜRK: “Halkın Yükselişi Hareketi” adlı kitabımızda açıkça her şey anlatılmaktadır. HYP, Cumhuriyet tarihinde önce siyaset felsefesini yapıp, bunu bir kitapla ortaya koyup; sonra parti kuran ve programını oluşturup, ortaya koyan tek siyasi partidir. Hâlbuki bizim siyaset felsefemiz benim kitaplarımda dağınık hâlde var. Biz bunları “Halkın Yükselişi Hareketi” kitabında birleştirdik. Ve onun üzerinde de siyasi partiyi kurduk. Partiyi üç, dört cümle ile özetleyim: Biz ideoloji partisi değiliz, sağcı ya da solcu olarak tanımlamayız kendimizi. Biz insan merkezli ve manevi kimliği de Anadolu Hümanizmine bağlı, yani 13. yüzyılda Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş’la; 20.yüzyılda Mustafa Kemal ile devletleştirilen anlayışa manevi kimliğimiz olarak bağlıyız. Ama modern siyaset açısından baktığımız zaman; biz Türk Anayasası’nın 2. maddesinde ifade edilen demokratik, laik, sosyal hukuk devleti zihniyetini temsil eden siyasetçileriz. Bizim burada siyasi proje olarak diğer partilerden temel ve en önemli farkımız; Mustafa Kemal mirası ile Muhammed Peygamber mirasının asla birbiri ile çelişmediğini, birbirini tamamladığını düşünmemizdir. Ve bu ikisinden milletimizin emperyalizme karşı, cehalete karşı, bölüşüm bozukluğuna karşı, kavgaya karşı bir kurtuluş reçetesi oluşturmasıdır. Biz bunu derken; ülke yönetiminde biraz Mustafa Kemal’den, biraz dinden alacağız diye bir şey asla demiyoruz. Bize göre gerçek İslam mirası laikliği emreder; sadece hoş görmez. Bunu ben “Laiklik” kitabımda da açıklıkla belirtmiştim. Kuran mirası ile Muhammed mirasının birleşmesinden laik hukuk devleti ortaya çıkar. Biz bunları dediğimizde bize diyorlar ki biz biraz dinden alacağız, biraz da şundan… Böyle bir şey yok. Gerçek adres olan Kuran’a gittiğinizde, o sizi birkaç adrese gönderir. O adreslerden birisi de laikliktir. Biri akıldır, biri bilimdir, bir de ortak insanlık değerleridir. Bunları ben bilimsel anlamda 20 yıldır yazıyorum. Bunları biz bir gecede kafamızdan geçirmiş, yazmış değiliz. Biz “Muhammedî miras ile Mustafa Kemal mirasını bütünleştireceğiz ve buradan milletimize çıkış üreteceğiz” dediğimiz zaman; laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti işleteceğiz diyoruz. Diğerlerinden farkımız ise ne dinciler gibi “laiklik ve İslam birbirine aykırıdır” yalanını söyleyeceğiz, ne de kendini laik diye tanıtıp, Atatürk dayatması yapanların savunduğu gibi “Atatürk din dışıydı, biz de din min tanımayız; onun yerine laiklik olacak” diye dayatacağız. Çünkü ikisi de yanlış. Laiklik ve İslam arasında çekişme yok ki sen onu, sen de onu dayatıyorsun. Pragmatik olarak konuşursak, Türkiye’nin en acil meselesi; Türkiye’nin Türkiye‘den yönetilmesidir. Bir defa Türkiye’yi dış vesayetten kurtaracağız. Bunu yapmadan Türkiye kendine yarayacak hiçbir karar alamaz, alamıyor da zaten. İlk işimiz bu olacak. İkincisi ise Türkiye’yi borçlardan kurtaracağız. Bunun planını, projesini yapmış ve dosyalamışız. Sadece iki, üç kalem yapacağımız işi söyleyeyim; ilki gümrük kapılarına egemen olacağız. Bu, yılda 150 milyar $ demektir. İkincisi belediyelerdeki ‘rant çeteciliğini’ durduracağız. İmar rantı denen çeteyi durdurmak da yılda 200 milyar $ demektir. Üçüncü ve en önemlisi ise; ekonomiyi kayıt altına almaktır. Bütçenin yüzde 60’ı kayıt dışıdır. Başka bir devlet var mıdır ki kayıt dışı ekonomi kalemiyle bütçeye yüzde 40’lık bir kısım koysun; bu intiharın itirafıdır. Böyle devlet olur mu? Yerin altına filan inmeye de lüzum yok. Yok bor madeni, yok altın madeni; geçin bunları. Onlar daha sonraki işlerdir. Yerüstündeki bu iki, üç şeyle borç işini halledeceğiz. Sonra ziraatı süratle ayağa kaldıracağız. Hiçbir kayıt şart yok. AB, ziraatı yüzde 8’e indirin diye bastırıyor. Canları cehenneme!.. Burası hâlâ bir ziraat ülkesidir ve milletimizin karnı bu ziraatla doyuyor. İhracatımızın temel girdileri, sanayimizin temel girdileri ziraata dayanıyor. Tarımı öldürüp, Türkiye’yi çorak bir toprağa dönüştürüyorlar. Bunu süratle durduracağız. Özelleştirme İdaresi’ni bir hıyanet idaresi gibi görüyoruz; orayı derhal kapatacağız. Özelleştirme gerekiyorsa yaparız. Toplarsın bir komisyon, raporunu yazar ve orayı özelleştirirsin. Bu iş dünyada böyle yürüyor. Bir hükümet, anayasaya özelleştirme diye bir kavram koyar mı? Bu, devletin kendini tasfiye etmesi demektir. Devam ediyorum; programımızda yazılı olduğu üzere, Gümrük Birliği’ni askıya alacağız. Bu birlik ülkeye 230 milyar $ kazık atmıştır, Düyun-u Umumiye’yi hortlatmıştır. Bir kuruş kârımız da olmamıştır. Ziraatı batıran da, KOBİ’leri bitiren de odur. Hemen askıya alacağız. Son bir şey daha söyleyeyim; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ortaklık talebini geri çekeceğiz. Bu gayet açıktır. Çünkü böyle bir şey olmayacak, böyle bir şey olamaz. Böyle bir şeyin olmayacağını adamlar kendisi söylemiş. Bunun hâlâ olabileceğini söyleyip insanları kandıranları, şerefsizlik ve beyinsizlik ile itham ediyorum. Avrupa Birliği’ne ortaklık talebini geri çekeceğiz. Daha sonra onlar konuşsunlar, biraz da onlar konuşsunlar. Eğer onlar bu talebi getirmiyorsa bu olmaz. Biz işimize bakacağız.

   P.D: Hocam, 1945’den sonra Türkiye’nin Atatürk’ün ilerleme anlayışından uzaklaşıp, Batı özentisi bir yöne sürülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Atatürk Batıcı filan değildi; Atatürk akılcı ve bilimci idi. Tıpkı Hz. Muhammed gibi “ilmi ve irfanı nerede görürseniz alın” demiştir. Atatürk esasında Doğucudur. Batı’da bugün olan ilimlere, doğu maneviyatının mahsulleridir diyor. Bunu Muhammed İkbal de söylüyor. Atatürk, Batı’ya rağmen ilerlemeyi keşfeden ilk Doğulu liderdir. Atatürk, aklın ve bilimin peşindedir. Akıl ve bilim Batı’nın babasının malı değil. Zaten temelini Doğu’dan aşırmışlar. Temellerini bizim Müslüman dedelerimiz atmıştır. Muhammed İkbal şöyle diyor; “biz onları alırken komplekse kapılmayalım, onlar zaten bizim malımız”. Atatürk de aynı şeyi söylüyor. İsmet Paşa farklı bir kişiliktir. Büyük bir vatanperverdir, büyük devlet adamıdır, Cumhuriyet’e sadıktır. Bunlara hiçbir itirazım yok ama Atatürk’ün o büyük dehasını ilk kırılmaya uğratan şahıstır. Ama fazla üzerinde durmayın bu konunun, bugüne gelin. Bugün, Atatürkçülük Türkiye’de tez olmaktan çıkarıldı. Kurtuluş Savaşı’nı verdiğimiz emperyalist güçlerle içerideki hıyanet odakları birleşerek Atatürk’ü tez olmaktan çıkardılar. Onun yerine Arap-Emevi İslamı’nı tez olarak koydular. Biz HYP olarak; Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nı veren ruhu yeniden tez yapmak istiyoruz.

 

   P.D: Hocam, sizce BOP’un Türkiye üzerindeki iki büyük emeli; gerçek İslamiyet’i Ilımlı İslam projesi ile zihinlerden silmek ve Mustafa Kemal mirasını bu topraklardan silmek mi?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Gayet doğru. Zaten Atatürk mirasını yok etmeden diğerini yapamazlar. İkisini de yok etmek istiyorlar. Müslüman ülkelerin hepsini zaten bitirmişlerdir. Bir tek Türkiye’de gerçek İslamiyet kalmıştır; onun sebebi de Atatürk’tür. Atatürk aydınlanmasını yok etmek istiyorlar ki öbürünü de bitirsinler. Şimdi “sizi İslam dünyasına model göstereceğiz” derken, çok namussuzca bir yalan söylüyorlar. Esas istedikleri; bizi model olmaktan çıkarmaktır. Biz rahatsız ediyoruz onları. Bunun sebebi Atatürk’tür ve onun için de Atatürk’ü yok etmek istiyorlar.

 

 

   P.D: Peki, hocam AKP hükümeti hangi cephededir?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Bunu bana sormayın, cevaplarını kendileri veriyorlar. Son kitabımda da bunu gayet açık anlattım. AKP deyince akla kim gelir: Tayyip Erdoğan. Ne diyor Sayın Erdoğan? Kendi görevini kendi tanımlamış: “Biz, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bu coğrafyadaki eş başkanıyız, bizim esas görevimiz budur” demiştir. Görevini tanımlamıştır..

 

   P.D: Öncelikle ziraat ülkesiyiz diyorsunuz. Zirai kalkınmayı nasıl başarmayı düşünüyorsunuz?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Türkiye’yi genetik modifiye ürünler ithal ederek karnını doyuran ülke olmaktan kurtarmak lazım. Bunun yolu da tarımı kalkındırmaktır. Şimdi bakın, bana sorduğunuz soru işin teknik tarafıdır. Bu tarafına çalışan, bu işi dosyalayan arkadaşlarımız var. Ben işin siyasi ufkunu ve boyutunu anlatıyorum. Türkiye tarımı ihya edecektir. Daha birkaç yıl öncesine kadar kendimizi ithalatsız besliyorduk. Şimdi A’dan Z’ye bütün gıda maddelerini ithal ediyoruz. Bu bir faciadır. Topraklar çoraklaşıyor, tohumumuz yok. Türkiye tohumunu kendi üreten, yiyeceğini kendi üreten ve genetik modifiye olmayan tohumlarla dünyaya açılan bir ülke haline getirilmelidir. Ziraat ülkesi dediysem, bu sizi şaşırtmasın. Bu sanayi ülkesi olamayacağız demek değildir. Dünyanın en büyük sanayi ülkesi de ziraat ülkesi de Amerika’dır, Almanya’dır, Fransa’dır, Hollanda’dır. Bunlar bunu yapıyor da biz niye yapamayalım? Bizim topraklarımız onlarınkinden çok daha değerli.

 

   P.D: Hocam, Batı dünyası artık İslamiyet’i terörle eşdeğer görmeye başladı. İslamî terör diye bir kavram çıkarıldı. Bunun yanında İslamiyet’in içi de Ilımlı İslam söylemleriyle boşaltılıyor. Buna karşı biz gençler olarak nasıl bir tavır almalıyız?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Ilımlı İslam’ın, İslam olmadığını halkımızın kabul etmesi lazım. Bunun için Türkiye’deki Allah ile aldatma tezgâhının dağıtılması gerekiyor. Şimdi türban ile dini eşitleyip; “türbanı savunan en iyi Müslümandır” ihanetini millete dayattığınız zaman; “türbanı savun, arkadan haçlılar ile işbirliği yap”, “Türkiye’yi haçlılara istediğin gibi sat”; ve “tüm bunların hiçbir mahsuru yok” zihniyetinin yıkılması gerekir. Ve türban dayatmasının anayasaya sokulmasına türbanı savunan çevrelerin bile, mesela Nevzat Yalçıntaş’ın “Bu bir nifak unsurudur. Bununla Türkiye’yi perişan edecekler” diyerek karşı çıkmalarına rağmen bunu yapmışlardır. Bu tarz karşı çıkışlar ise bizde sevinç kaynağı olmuştur. Demek ki halk, burada oynanan oyunu son perdede fark etmiştir. Ve nitekim bu oyun tutmadı. Yani burada adam türban meselesini İspanya’dan yaptığı açıklama ile gündeme getiriyor. Ve “Siyasi simge olsa ne yazar?” demesi ne anlam taşıyor? Niye Konya’dan, İzmir’den değil de İspanya’dan? İşte ayağına dolandı, arkasından da kapatma davası geldi. Bundan daha isabetli bir şey olamaz. Bir hukuk devletinde, bundan daha güzel bir hesap sorma sistemi olamaz.

 

   P.D: Kapatma davası hakkında iddialar var. Başsavcının CHP ile işbirliği yaptığı yönünde söylentileri yaymaktalar. Bu konuda görüşleriniz nelerdir?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Bunlar namussuzca iddialardır. Bu iddiaları ortaya getirenler kendi namussuzlukları ile kalırlar ve bunların altında ezilirler. Türk yargısını, Türk adliyesini, Türk hâkimlerini işlerine gelmeyecek kararlar alabilecekleri durumlarda böyle şeylerle itham etmek, şerefli insanlara yakışmaz.

 

P.D: Gülen cemaati “dinler arası diyalog”adı altında kelime-i şahadeti bile kullanmamaya başladı. Kelime-i Tevhitten “Muhammeden Resullulah”(Muhammed Allah’ın elçisidir) kısmını çıkarıp attılar. Bunların tabanlarında cahil olup da yaptıklarının manasını anlamayan insanlar da var. Sizce bu hareketle ulaşmak istedikleri nedir?

Y. Nuri ÖZTÜRK: “Allah ile Aldatmak” bunlar için yazıldı. Beşinci bölümde Allah ile aldatmanın küresel tezgâhları incelenir. Bunlardan biri de Vatikan tezgâhıdır. Dinler arası diyalog; Papalığın 1965’de açıkladığı gibi “yeni şartlara uyarlanmış bir misyonerlik hareketi”dir; ama Müslüman camia içinden dinler arası diyalogdan hayır beklediğini söyleyenlerin samimiyetleri yoktur. Yahut da basiret özürleri vardır. Dinler arası diyalogu bu bahsettiğiniz cemaatin yaptığı gibi kabullenmek demek bana göre irtidat (İslami terminolojide dinden çıkmak) demektir. Çünkü bunların diyalogu sürdürmek adına İslam’ı soktukları şekil Kuran’a göre dinden çıkmak demektir. Durum aynen budur. Bunun birini tercih edecekler. Ben şu an kendilerini itham etmiyorum. Yalnız “yaptıkları işin götüreceği yer oradır” uyarısı yapıyorum.

 

   P.D: Atatürk’ün rakı içmesi gibi meselelere kafayı takıp, Atatürk’ün İslamiyet dışı gösterilmeye çalışılmasının sebebi nedir?

 Y. Nuri ÖZTÜRK: Bugün, Atatürk’ün rakılarına takılanların gazetelerde bol bol ne hallere düştüklerine dair felaket manzaralarını izliyoruz. İyi o zaman Fatih de çok şarap içiyordu; o zaman onu da yok edelim. Zaten onu bile yapıyorlar. Patrikhane’yi oluşturup Fatih’in kemikleri üzerinde Ortodoks bir Rum devleti kurmak istiyorlar. Bunların hepsini İslam dışı, akıl dışı ve vicdan dışı görüyorum. Bunlar, Atatürk’ün bu ülkeden tepeleyip kovduğu emperyalist haçlı odakların söylemleridir. Hem bu ülkenin nimetlerinden yararlanıp, hem de emperyalizmin papağanı gibi belli şeyleri tekrar edenlerin de şerefli adamlar olduklarını düşünmüyorum.

 

   P.D: Vakıflar Yasası da bir haçlı saldırısı gibi düşünülebilir mi?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Gibi değil; aynen haçlı saldırısıdır. Vakıflar Yasası Sevr Anlaşması’nın kılık değiştirmiş bir şeklidir. Türkiye’de gayrimüslim dükalıklar oluşturacaktır. PKK ile yapamadıklarını bu yasa ile yapacaklardır. Bu yasayı Anayasa Mahkemesi’nin iptal edeceğini düşünüyorum; yoksa yeni bir kurtuluş savaşı vermek mecburiyetinde kalırız.

 

   P.D: Sizce Şeyh Sait isyanın bu ülkeden götürdükleri nelerdir?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Şeyh Sait isyanı bu ülkeden bir şey götüremedi. Ama Şeyh Sait isyanını yaptıranların zihniyetleri; yani İngiliz zihniyetinin İslam, Cumhuriyet, Mustafa Kemal, Hz. Muhammed ile ilgili düşünceleri bugün subaşlarına oturmuş durumdadır, maalesef.

 

   P.D: Siyasete Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile girdiniz ve bildiğim kadarıyla aranızdaki sürtüşmeden dolayı CHP’den ayrıldınız. Sizin CHP veya başka partilerle blok oluşturma veya birleşme düşünceniz var mı?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Onu siyasetin yeni dinamikleri tayin eder. Türkiye’nin hayrına olan bir şey olursa, biz onu yaparız. Ben CHP ile de sürtüşmedim. Verdikleri sözleri yerine getirmediler ve bunun için ben partiden ayrıldım. Bana bir saygısızlık yapmadılar. Yalnız istirahat et, keyfine bak dediler. Sana saygımız var; ama yeni projeler üretme teklifi filan yapma dediler. Şimdi de Deniz Baykal konuşmalarında ayet, hadis okuyor; oraya geldiler.

 

   P.D: Harem-selamlık uygulaması İslami bir uygulama mıdır?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Kesinlikle değildir, İslam dışıdır.

 

   P.D: AKP hükümetinin Alevilere yönelik politikaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Hezimet… Hezimet ama Alevilerin de akıllarını başlarına toplamaları lazımdır. Aleviler kadar aldatılmaya müsait bir kitle görmedim, ben. Kim yüzlerine gülüyorsa peşinden gidiyorlar. Ve AKP’ye aldanmak gibi bir oyuna gelirlerse tarihlerinin en büyük hüsranlarına uğrarlar.

 

   P.D: Türkler tek tip, Arap-Emevi İslamı’na teslim mi olmuşlardır?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Biz, hilafeti Yavuz alıp getirene kadar Arap-Emevi İslamı’na teslim olmadık. Selçuklu’yu kuran da, Osmanlı’yı kuran da Ehlibeyt İslamı’nı güden Alperenlerdir. Yunus’ta da, Mevlana’da da Arap-Emevi İslamı yoktur, Hacı Bektaş’ta hiç yoktur, Ahilerde hiç yoktur. 2. Murat’a kadar bu anlayış yoktur. Oraya kadar tamamen Alevi ve Ehlibeyt İslamı egemendir. Ondan sonra biraz karmalaşmıştır ama Yavuz’un hilafeti getirmesi ile yanında bir miktar Arap İslamını taşıyan adam da getirmiştir. Yıkım ondan sonra başladı. “Allah ile Aldatmak” kitabında da “Aldatılmamız Nasıl Başlatıldı?” başlığı altında bu konu irdelenmiştir. Hilafetin bize gelmesi, İslam’ın bizim hayrımıza işlemesini durduran ve aleyhimize çalışmasını başlatan olaydır. Bu bizi mahfeden başlangıçtır.

 

   P.D: Mehmet Akif Ersoy ile Atatürk arasındaki sürtüşme Allah ile Aldatanların hep gündeminde… Bu konuda bizi aydınlatır mısınız?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Akif’in Muhittin Nalbantoğlu’ya yazdığı mektubun bir bölümünü son kitaba koydum. Mektupta Akif : “11 yıldır Mısır’dayım, 11 dakika daha durursam çıldıracağım. Hemen Türkiye’ye geliyorum. İnsanlık da, dindarlık da, milliyetçilik de, hürriyet de Türkiye’de. Allah varsa benim ömrümden kessin ve Mustafa Kemal’e versin.” diyor. Akif’in son geldiği nokta budur. Bu sürtüşme olayı külliyen yalandır. Bunlara hizmetkârlık yapan, haçlıların çiftliklerinde ense yapanların bu konuda ağızlarını açmamaları lazım gelir. Çünkü hiç güven vermiyorlar. Önce gidip haçlı hizmetkârlığından istifa etsinler; ondan sonra konuşsunlar.

 

   P.D: Bunların esas hedefleri sokaktaki cahil insanlar. Zaten sorunda burada başlıyor sizce?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Halk da cahil olmasın, kardeşim. Bu kadar acıyı çekmiş bir halkın cahillik edebiyatı yapmaması gerekir. Biz bu kitapları niye yazıyoruz? Cahillikten kurtulmak kolaydır, hainlikten kurtulmak zordur. Cahillikten kurtulsun, okusun halk. Kendisine üç çuval kömür atan haçlı işbirlikçilerine teslim olmak yerine geleceklerini düşünsünler. İnsanların “Benim çocuklarım yarın bu üç çuval kömürle mutlu olabilecek mi?” diye sormaları gerekir. Siz bizim halkımızın kafasının bunlara basmadığını mı zannediyorsunuz? Bizim halkımızın zaafı ucuzcu olmasıdır. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” diyor. Halkımız biraz zahmete girip ayağını toplamıyor. Onun için halkımızın biraz acı çekmesi gerekiyor.

 

   P.D: Sayın Öztürk, son olarak politikadan uzak duran gençlerimize ne söylemek istersiniz?

Y. Nuri ÖZTÜRK: Politikadan uzak dururlarsa işlerini kuramaz, eşlerini doyuramazlar. Onurlu bir biçimde aşlarını işlerinden kazanmak ve eşlerini geçindirmek istiyorlarsa işe el koymalılar. Ve bunun yolu da 12 Eylül’ün Türkiye’ye oynadığı büyük zulümü, kötülüğü kırarak tekrar siyasete dönmeleridir. Yani Türk gençliğine birileri diyor ki “siyaset yapacaksan adam bıçaklayacaksın, duvar yazacaksın yahut başka ne yapıyorsan yap ama siyasete karışma!” Biz de diyoruz ki “siyasete sonuna kadar gireceksin ama bıçaklamayacaksın, öldürmeyeceksin, duvar yazmayacaksın, siyaset yapacaksın!” Partilerimiz PKK’yı düz ova siyasetine çağıracağına, gençliği çağırsalardı. Tertemiz, pırıl pırıl gençlerimizi kahvehanelere, kafelere, evlere, diskoteklere hapsettiler. Bilinçaltlarını boşalttılar. Ondan sonra PKK’nın kanlı cellâtlarını siyasete çağırdılar. Bunların akıbetleri de ne oldu, gördünüz.

 

   P.D: Çok teşekkür ederiz, sağ olun.

Y. Nuri ÖZTÜRK: Siz sağ olun.

 

    Yaşar Nuri Öztürk, bize verdiği özel röportajdan sonra Uludağ Üniversitesi’nde tertip edilen “İslam ve Cumhuriyet” adlı konferansa gidiyor. Biz de kendisine çok teşekkür ediyor ve çıktığı bu yolda başarılar diliyoruz.

 

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.