İçeriği Yazan: Mehmet ÇAĞIRICI Zaman: Cts, 19/11/2011 - 21:14
Sayın Cem Osman TAMTÜRK'ün Suriye olayları bağlamında yaptığı analiz ve tespitler gerçekten çok yerinde ve çarpıcı. Özellikle Suriye'de Esad rejimi etrafında "Arap Baharı" çerçevesinde dönen dolaplar, Suriye'nin iç işlerine Türkiye'nin resmi yetkililerince doğrudan müdahaleleri Türkiye'nin ve bölgenin güvenliğini sarsıcı ve siyasal istikrarını olağanüstü bozucu nitelikte. Sayın Cem Osman TAMTÜRK de analizinin sonucunda çok haklı olarak Ortadoğu'nun kan gölüne döneceğini söylüyor. En çarpıcı tespiti ise Türkiye ile İran'ın anlamsız, yakıcı ve yıkıcı bir sıcak savaşta karşı karşı geleceğine dikkat çekmesidir.
Ben onun bu yazısının sonundaki "Bizim hükümetimiz bu durumu görmüyor mu? "sorusuna bir yanıt vermek istedim.
AKP hükümetinin bu durumu görmesinden geçtik, bu durumu yaratanların baş aktörü olduğu ortada. Bunu ben demiyorum, bizzat ABD Ulusal Güvenlik danışmanı Ben Rhodes: “Türkiye'nin güçlü duruşunu çok memnuniyetle karşıladık” diyerek doğruluyor. O da yetmiyor ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Şam'a baskı sürecinin, Arap Birliği ve Türkiye'nin öncülüğünde yürütülmesi gerektiğini dolaysız ifade ediyor.
Türk Başbakanı ve Dış işleri bakanı artık sabırlarının kalmadığını, son uyarıları yaptıklarını söyleyerek, Esad rejimine açık açık "aba altından sopa gösteriyorlar"
ABD emperyalizmi borç batağında çırpınıyor ve ekonomisi çıkmazda patinaj yapıyor. Haftalardır, Wall Street'te ABD finans sermaye oligarşisine karşı protestolar sürüyor. İşgalci ABD güçleri Afganistan ve Irak'ta askeri olarak yenildi sayılır. Kısaca ABD emperyalizminin kolu kanadı kırılmış durumda; öyle ki Libya'ya bile müdahale edecek gücü kendinde bulamadı; Fransa, İtalya ve Türkiye gibi ülkeleri kullanmak zorunda kaldı. Şimdi de Suriye ve İran'a karşı aynen Libya'da olduğu gibi Türkiye'yi kullanmaya çalışıyorlar. Fransa, dışişleri bakanını Türkiye'ye göndererek "ben yokum" dedi. BM güvenlik Konseyi Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya'nın karşı olmasıyla olaya müdahil olamıyor. Dolayısı ile NATO'nun da müdahale için artık bahanesi yoktur. O halde kabak SADECE Türkiye'nin başında patlayacak demektir. Onun için RT Erdoğan’a emperyalist basında methiyeler diziliyor, Time dergisinde kapak yapılarak "gaza getirilmeye" çalışılıyor.
Öte yandan ülkemizin dışında bütün bunlar olurken iç politikasında ise gözden kaçan çok önemli tartışmalar yapılıyor. Hükümet ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetiyor. Ve en ilginci, büyük çatışmalara gebe bu ortamda Türk silahlı Güçlerini madden ve manen zayıflatacak olan "Bedelli Askerlik" ve "Vicdani Ret" gündeme getiriliyor. Yani hükümet bir yandan Suriye'ye karşı savaş tehditleri, İsrail’e karşı "yapay" düşmanlık, Kıbrıs Rumlarıyla Akdeniz Sahanlık kavgaları yaparken aynı zamanda ordusunu zayıflatan adımlar atıyor. Zaten ordu komutanlarının yarısı Hasdal ve Ergenekon zindanlarında esir edilmiş, geri kalanın morali ise bozuk. Bu ne muazzam bir çelişkidir! İhanet mi desem yoksa aymazlık mı desem?
Meselenin özü, durum çok vahim! Tarihin ilk antiemperyalist ulusal kurtuluşunu yapan ülkemizin ulusal demokratik güçlerine şimdi çok büyük sorumluluklar düşüyor. Herkes gözünü dört açıp olup bitenlere çok duyarlı olmalıdır! Tarih, uyuyanları ve geç kalanları asla affetmez!
Yorumlar
Tarih bizden ne bekler?
Sayın Cem Osman TAMTÜRK'ün Suriye olayları bağlamında yaptığı analiz ve tespitler gerçekten çok yerinde ve çarpıcı. Özellikle Suriye'de Esad rejimi etrafında "Arap Baharı" çerçevesinde dönen dolaplar, Suriye'nin iç işlerine Türkiye'nin resmi yetkililerince doğrudan müdahaleleri Türkiye'nin ve bölgenin güvenliğini sarsıcı ve siyasal istikrarını olağanüstü bozucu nitelikte. Sayın Cem Osman TAMTÜRK de analizinin sonucunda çok haklı olarak Ortadoğu'nun kan gölüne döneceğini söylüyor. En çarpıcı tespiti ise Türkiye ile İran'ın anlamsız, yakıcı ve yıkıcı bir sıcak savaşta karşı karşı geleceğine dikkat çekmesidir.
Ben onun bu yazısının sonundaki "Bizim hükümetimiz bu durumu görmüyor mu? "sorusuna bir yanıt vermek istedim.
AKP hükümetinin bu durumu görmesinden geçtik, bu durumu yaratanların baş aktörü olduğu ortada. Bunu ben demiyorum, bizzat ABD Ulusal Güvenlik danışmanı Ben Rhodes: “Türkiye'nin güçlü duruşunu çok memnuniyetle karşıladık” diyerek doğruluyor. O da yetmiyor ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Şam'a baskı sürecinin, Arap Birliği ve Türkiye'nin öncülüğünde yürütülmesi gerektiğini dolaysız ifade ediyor.
Türk Başbakanı ve Dış işleri bakanı artık sabırlarının kalmadığını, son uyarıları yaptıklarını söyleyerek, Esad rejimine açık açık "aba altından sopa gösteriyorlar"
ABD emperyalizmi borç batağında çırpınıyor ve ekonomisi çıkmazda patinaj yapıyor. Haftalardır, Wall Street'te ABD finans sermaye oligarşisine karşı protestolar sürüyor. İşgalci ABD güçleri Afganistan ve Irak'ta askeri olarak yenildi sayılır. Kısaca ABD emperyalizminin kolu kanadı kırılmış durumda; öyle ki Libya'ya bile müdahale edecek gücü kendinde bulamadı; Fransa, İtalya ve Türkiye gibi ülkeleri kullanmak zorunda kaldı. Şimdi de Suriye ve İran'a karşı aynen Libya'da olduğu gibi Türkiye'yi kullanmaya çalışıyorlar. Fransa, dışişleri bakanını Türkiye'ye göndererek "ben yokum" dedi. BM güvenlik Konseyi Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya'nın karşı olmasıyla olaya müdahil olamıyor. Dolayısı ile NATO'nun da müdahale için artık bahanesi yoktur. O halde kabak SADECE Türkiye'nin başında patlayacak demektir. Onun için RT Erdoğan’a emperyalist basında methiyeler diziliyor, Time dergisinde kapak yapılarak "gaza getirilmeye" çalışılıyor.
Öte yandan ülkemizin dışında bütün bunlar olurken iç politikasında ise gözden kaçan çok önemli tartışmalar yapılıyor. Hükümet ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetiyor. Ve en ilginci, büyük çatışmalara gebe bu ortamda Türk silahlı Güçlerini madden ve manen zayıflatacak olan "Bedelli Askerlik" ve "Vicdani Ret" gündeme getiriliyor. Yani hükümet bir yandan Suriye'ye karşı savaş tehditleri, İsrail’e karşı "yapay" düşmanlık, Kıbrıs Rumlarıyla Akdeniz Sahanlık kavgaları yaparken aynı zamanda ordusunu zayıflatan adımlar atıyor. Zaten ordu komutanlarının yarısı Hasdal ve Ergenekon zindanlarında esir edilmiş, geri kalanın morali ise bozuk. Bu ne muazzam bir çelişkidir! İhanet mi desem yoksa aymazlık mı desem?
Meselenin özü, durum çok vahim! Tarihin ilk antiemperyalist ulusal kurtuluşunu yapan ülkemizin ulusal demokratik güçlerine şimdi çok büyük sorumluluklar düşüyor. Herkes gözünü dört açıp olup bitenlere çok duyarlı olmalıdır! Tarih, uyuyanları ve geç kalanları asla affetmez!