İçeriği Yazan: Mehmet ÇAĞIRICI Zaman: Paz, 15/06/2014 - 13:11
Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezinin en tutarsız ve en çürük noktası, ne kültürel ne de ekonomiktir. Fukuyama “Tarihin Sonu” tezinin en tutarsız ve en çürük noktası, onun dayandığı dünya görüşüdür.
Çünkü Fukuyama “Tarihin Sonu” tezini, Avrupa’da Hitler faşizminin ve SSCB ve Doğu Avrupa’daki komünizmin çökmesi gibi iki önemli tarihsel olaya dayandırmaktadır. Yani ona göre tarih; insanlığın çeşitli rejim ve sistemleri rastgele denediği, başaramayınca, elde olan, uzun yıllar denenmiş olan ve de insanın doğasına en uygun olan “liberalizmin” insanlığın eriştiği en son ve bir rejim veya sistem olduğu sonucuna varıyor.
Fukuyama’nın bu tarih anlayışı veya felsefesi, toplumsal gelişimde insanlığın istediği toplumsal düzeni, “deneme-yanılma” yöntemiyle istediği şekilde keyfi olarak düzenleyebileceği, dolayısı ile artık daha fazla denemeye ihtiyaç kalmadığını, çünkü sonunda liberalizm bu denemeler içinde en başarılı bir rejim olarak kendisini kanıtladığını ifade eden, nesnelliği inkâr eden “idealist” bir görüştür.
Tarihi yapan özne olarak insan açısından, elbette her teorinin kanıtı pratiktir. Fakat her pratiğin de aslında kast edilen doğru bir teorinin uygulaması olduğu söylenemez! Teori ile pratik arasında çelişki her zaman vardır; çünkü tarih yazan özne insan yanılan, hata yapan bir varlıktır.
Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" ile ilgili dünya görüşü, nesnelliği temel olan Marksist dünya görüşüne tamamen ters bir görüştür; çünkü Karl Mark’a göre “Evet, tarihi insan yapar” ama “istediği koşullarda değil, önünde bulduğu koşullarda yapar” .
Bunun anlamı; özgürlük ve özgürlüğün genişletilmesi, insanoğlunun en büyük ideallerinden biridir. Fakat insan için özgürlük, sürekli değişen nesnel koşullarla sınırlıdır. Dolayısı ile özgürlük; öznellik veya keyfilik değil, nesnel koşulları sürekli dikkate alan, hatta nesnel koşullardan faydalanan bir gerçekçiliktir.
İçinde yaşadığımız dünyada da emperyalist/kapitalist sistem ve onun sınıflara ayrılmış toplumsal yapısı ve koşulları nesnel bir gerçekliktir. Dolayısı ile günümüzde tarih, emperyalist/kapitalist sistemin egemen olduğu, yani emperyalizmin egemen olduğu koşullarda yazılmaktadır.
Bilindiği gibi, bundan 22-23 yıl önce Marksist düşüncelerle ve teorilerle kurulan ve II. Dünya savaşı sonrası bir dünya sistemi haline gelen “reel” sosyalizm çöktü. Bu bir tarihi gerçek! Ancak bu olayda yanıt arayan temel soru; acaba çöküşe neden olan Marksist teori ve fikirler miydi? Yoksa Marksizm’in yanlış yorumlanması ve uygulanması mıydı?
Bence bu temel sorunun doğru yanıtı, ikinci şıktır.
Bilindiği gibi her doğa ve pozitif bilim gibi diyalektik materyalist dünya görüşü de nesnellik temelinde teori ve tezlerini geliştirir.
Bilimsel bir karakter taşıyan diyalektik materyalist dünya görüşüne dayanan Marksizm’in bir ilkesinden hareketle; reel sosyalizmin çöküşünün gerçek nedenlerinin uygulanan sistem içi hatalardan kaynaklanan iç çelişki ve sorunların belirleyici olduğunu, sosyalizmi kuşatan dış emperyalist baskı ve provokasyonların ise sadece bu iç çelişkileri keskinleştiren, çöküşü hızlandıran koşul olduğunu peşinen tespit edebiliriz.
Elbette bu konu mutlaka bilimsel olarak incelenmeli ve bu çöküşün nedenleri analiz edilmelidir. İnceleme yöntemi yine Marksizm olmalıdır. Çünkü Marksizm; toplumsal olayları, nesnel veri ve gerçeklerinden hareket ederek inceleyen, nesnel, gerçekçi, zaman ve mekân bakımından koşulları her zaman göz önünde tutan bir bilimsel yöntemdir. Çöken sosyalizmin pratiği ile bilimsel bir mantıkla hesaplaşmadan, emperyalist ideologların bilim dışı çeşitli teori ve tezleri popülaritesini koruyacak; sosyalizm fikirleri hep defansifte kalacaktır.
Çöken sosyalizmin pratiği ile bilimsel hesaplaşma; SSCB ve Doğu Avrupa’daki sosyalizmin iflasının sadece Marksizm’in yanlış yorumlanmasından ve uygulanmasından kaynaklandığını, Marksist fikirlerin hala bilimsel tutarlılığını koruduğunu, Sovyet tipi sosyalizmin çöküşünün, Fukuyama’nın iddia ettiği gibi, “Tarihin Sonu” olmadığını da kanıtlayacaktır.
Sonuçta “Neo” liberal bir ekonomi politikayla emperyalizmin egemenliğinde kapitalizmi küresel çapta yaygınlaştırmaya(Küreselleşmeye) ideolojik alet olarak kullanılan Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezi de tarihin çöp sepetine atılacaktır. Böylece başta emekçiler olmak üzere bütün insanlık, emperyalist/kapitalist sistemin miadını doldurduğuna, bu sistemin kaçınılmaz ve nesnel olarak tarih sahnesini terk edeceğine, gerçek bir Marksist anlamda sosyalizmin geleceğin toplumsal düzeni olacağına çok daha rahat olarak ikna edilebilecektir.
Yorumlar
Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” Tezi Nesnel Değildir!
Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezinin en tutarsız ve en çürük noktası, ne kültürel ne de ekonomiktir. Fukuyama “Tarihin Sonu” tezinin en tutarsız ve en çürük noktası, onun dayandığı dünya görüşüdür.
Çünkü Fukuyama “Tarihin Sonu” tezini, Avrupa’da Hitler faşizminin ve SSCB ve Doğu Avrupa’daki komünizmin çökmesi gibi iki önemli tarihsel olaya dayandırmaktadır. Yani ona göre tarih; insanlığın çeşitli rejim ve sistemleri rastgele denediği, başaramayınca, elde olan, uzun yıllar denenmiş olan ve de insanın doğasına en uygun olan “liberalizmin” insanlığın eriştiği en son ve bir rejim veya sistem olduğu sonucuna varıyor.
Fukuyama’nın bu tarih anlayışı veya felsefesi, toplumsal gelişimde insanlığın istediği toplumsal düzeni, “deneme-yanılma” yöntemiyle istediği şekilde keyfi olarak düzenleyebileceği, dolayısı ile artık daha fazla denemeye ihtiyaç kalmadığını, çünkü sonunda liberalizm bu denemeler içinde en başarılı bir rejim olarak kendisini kanıtladığını ifade eden, nesnelliği inkâr eden “idealist” bir görüştür.
Tarihi yapan özne olarak insan açısından, elbette her teorinin kanıtı pratiktir. Fakat her pratiğin de aslında kast edilen doğru bir teorinin uygulaması olduğu söylenemez! Teori ile pratik arasında çelişki her zaman vardır; çünkü tarih yazan özne insan yanılan, hata yapan bir varlıktır.
Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" ile ilgili dünya görüşü, nesnelliği temel olan Marksist dünya görüşüne tamamen ters bir görüştür; çünkü Karl Mark’a göre “Evet, tarihi insan yapar” ama “istediği koşullarda değil, önünde bulduğu koşullarda yapar” .
Bunun anlamı; özgürlük ve özgürlüğün genişletilmesi, insanoğlunun en büyük ideallerinden biridir. Fakat insan için özgürlük, sürekli değişen nesnel koşullarla sınırlıdır. Dolayısı ile özgürlük; öznellik veya keyfilik değil, nesnel koşulları sürekli dikkate alan, hatta nesnel koşullardan faydalanan bir gerçekçiliktir.
İçinde yaşadığımız dünyada da emperyalist/kapitalist sistem ve onun sınıflara ayrılmış toplumsal yapısı ve koşulları nesnel bir gerçekliktir. Dolayısı ile günümüzde tarih, emperyalist/kapitalist sistemin egemen olduğu, yani emperyalizmin egemen olduğu koşullarda yazılmaktadır.
Bilindiği gibi, bundan 22-23 yıl önce Marksist düşüncelerle ve teorilerle kurulan ve II. Dünya savaşı sonrası bir dünya sistemi haline gelen “reel” sosyalizm çöktü. Bu bir tarihi gerçek! Ancak bu olayda yanıt arayan temel soru; acaba çöküşe neden olan Marksist teori ve fikirler miydi? Yoksa Marksizm’in yanlış yorumlanması ve uygulanması mıydı?
Bence bu temel sorunun doğru yanıtı, ikinci şıktır.
Bilindiği gibi her doğa ve pozitif bilim gibi diyalektik materyalist dünya görüşü de nesnellik temelinde teori ve tezlerini geliştirir.
Bilimsel bir karakter taşıyan diyalektik materyalist dünya görüşüne dayanan Marksizm’in bir ilkesinden hareketle; reel sosyalizmin çöküşünün gerçek nedenlerinin uygulanan sistem içi hatalardan kaynaklanan iç çelişki ve sorunların belirleyici olduğunu, sosyalizmi kuşatan dış emperyalist baskı ve provokasyonların ise sadece bu iç çelişkileri keskinleştiren, çöküşü hızlandıran koşul olduğunu peşinen tespit edebiliriz.
Elbette bu konu mutlaka bilimsel olarak incelenmeli ve bu çöküşün nedenleri analiz edilmelidir. İnceleme yöntemi yine Marksizm olmalıdır. Çünkü Marksizm; toplumsal olayları, nesnel veri ve gerçeklerinden hareket ederek inceleyen, nesnel, gerçekçi, zaman ve mekân bakımından koşulları her zaman göz önünde tutan bir bilimsel yöntemdir. Çöken sosyalizmin pratiği ile bilimsel bir mantıkla hesaplaşmadan, emperyalist ideologların bilim dışı çeşitli teori ve tezleri popülaritesini koruyacak; sosyalizm fikirleri hep defansifte kalacaktır.
Çöken sosyalizmin pratiği ile bilimsel hesaplaşma; SSCB ve Doğu Avrupa’daki sosyalizmin iflasının sadece Marksizm’in yanlış yorumlanmasından ve uygulanmasından kaynaklandığını, Marksist fikirlerin hala bilimsel tutarlılığını koruduğunu, Sovyet tipi sosyalizmin çöküşünün, Fukuyama’nın iddia ettiği gibi, “Tarihin Sonu” olmadığını da kanıtlayacaktır.
Sonuçta “Neo” liberal bir ekonomi politikayla emperyalizmin egemenliğinde kapitalizmi küresel çapta yaygınlaştırmaya(Küreselleşmeye) ideolojik alet olarak kullanılan Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezi de tarihin çöp sepetine atılacaktır. Böylece başta emekçiler olmak üzere bütün insanlık, emperyalist/kapitalist sistemin miadını doldurduğuna, bu sistemin kaçınılmaz ve nesnel olarak tarih sahnesini terk edeceğine, gerçek bir Marksist anlamda sosyalizmin geleceğin toplumsal düzeni olacağına çok daha rahat olarak ikna edilebilecektir.
Saygılarımla.