Yargıdaki ve Emniyetteki F Tipi Yapılanma

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Yiğit ACAR

Türkiye 2010 yılına girerken yaşanan olaylar ve 2010’un ilk üç ayında ardı ardına yaşanan gelişmeler neticesinde siyasi ve hukuki gündemi ile belki de ülke tarihinin en yoğun gündemli günlerini geçirmiştir. Başka ülkelerde on yıl ya da yirmi yıl içinde yaşanacak olaylar silsilesinin, ülkemizde dört ay içinde yaşanmış olması dikkat çekicidir. 2009 Kasımında yüksek yargının dinlemesi suretiyle yargıyı abluka atlına alma girişimi, Aralık ayında Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla başlatılan soruşturma çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı “Kozmik Odalar”da yapılan aramalar ile 2009 sona ermişti. Yeni yıla girdiğimizde ise Türk Ordusunun hedef alındığı Balyoz, Kafes, Poyrazköy tertiplerinin yanında, Türk yargısının hedef alındığı Erzurum-Erzincan hattında yaşanan gelişmeler ve neticesinde ortaya çıkan iddianameler herkesin malumdur.

Sıcak gündemin ülkemizde yarattığı gelişmelere baktığımızda, ilk kez Türk Ordusunun muvazzaf orgenerali bir iddianamede 1 numaralı sanık olarak ilan edilmiştir (Haliyle TSK sanık sandalyesine “yine” oturtulmuştur). İlk kez bir Cumhuriyet Başsavcısı hakkında terör örgütü üyesi olmaktan iddianame hazırlanmıştır. İlk kez kuvvet komutanları adliyelere mutfak kapısından başlarını eğerek, yüzlerini beyaz kâğıtlarla örterek, önlerine etten duvarlar çekilerek girmişlerdir. İlk kez TSK “Toplum ne hale geldi” diye açıklama yapmıştır. (1)

Bugünlerde yaşadığımız sorunların Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin normal sancıları mı olduğu yoksa Cumhuriyet Devrimine düşman çevrelerce örgütlenen bir süreç mi olduğu tartışma konusudur. Gladio propagandasına göre Atatürk Devrimi’ni savunanlar vatana hizmet suçu işlemişlerdir! Peki, Türk Devrimin aydınlamacı hareketini savunanlar nasıl, ne biçimde ve kimlerce terörist, ülke düşmanı ve vatan haini konumuna getirilmek istenmektedir? Hangi örgüt bunun taşeronluğunu üstlenmiştir? Geçmişten günümüze doğru bir inceleme yapmadan bu soruları yanıtlamak, olanaksızdır. İncelememize başlıyoruz…

Kontrgerilla’nın Ordudan Tasfiyesi ve Emniyet İçerisine Yuvalanış Süreci

1991'den günümüze siyasi ve askeri alanda yaşanan gelişmelerin ve ülkemiz üzerinde oynanan oyunların açık ve nettir. 91’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tek kutuplu dünya düzenine geçiş neticesinde emperyalist ABD’nin ileri karakolu konumundaki NATO işlevini yitirmişti. Komünizme karşı her ülkenin içinde NATO tarafından örgütlendirilmiş bulunan Kontrgerilla daireleri 90’lardan itibaren artık o ülkelerin ordusu içinde barınamaz duruma gelmişlerdi. Bu süreçte Gladio yaşamak için ya yer altına inecekti ya da kendisine örgütlenecek başka mevziler bulacaktı. İşte emperyalist karargâhın Türkiye’de ordunun içinden Emniyetin içine geçiş süreci bu dönemde yaşanmıştır.

Son yirmi yılı iyi analiz etmeden gerçek sonuçlara ulaşmanın mümkün olmadığı bir gerçektir. 1950’lerde girilen “Küçük Amerika” sürecini incelemek bir kenara son yirmi yıllık süreç incelendiğinde karşımıza çıkacak durum nettir: Kontrgerilla Emniyet içinde örgütlenmesi, eylemleri bu çatı altında icra etmesi ve neticesinde yargıyı tahakkümü altına alması…

Emperyalizm, amaçları doğrultusunda eylem planını adım adım ilerletirken kendisine yerli işbirlikçi bulmak zorundaydı ve bu, yurduna düşmanla işbirlikçilik yaparak 80 darbesinin nimetlerinden faydalanan irtica düşkünü gerici zihniyetten geldi. ABD’de yaşayan Fethullah Gülen işin taşeronluğuna soyundu.

Fethullah Gülen cemaatinin yargı ve emniyette örgütlenmesinin 20 yılı aşkın süreye dayandığı aşikârdır. Öncelikle emniyet içindeki yapılanmasına değinmek gerekiyor. Deneyimli gazeteci Yalçın Bayer 24 Şubat 2010’da kendi köşesinde bir mektup yayımladı. Mektubun yazarı Polis Meslek Yüksek Okulundan eğitim görmekte olan bir öğrenci. Polis adayının mektubunu özetlemek gerekirse:

“Fethullah Gülen grubunun kendi dershanelerinde PMYO sınavı soruları dağıtılmakta. Liseyi zor bitirmiş, ÖSS'den barajı kılı-kılına geçmiş öğrenciler bu dershanelerde soruları alarak, ezberlemek suretiyle sınava giriyorlar ve doğal olarak kazanıyorlar.”

“Bizim okulda gazete panosunda Zaman Gazetesi başı çeker ve okula başka gazete sokmak kesinlikle yasaktır. Bizim okuldaki öğrenci gazinosunda televizyonda Kanal 7 ve Samanyolu kanallarından başka bir kanal izlenmez, izlenemez.”

“Bizim okulda mescide gitmeyenler dışlanır. Namaz kılmayanlara değişik yöntemlerle psikolojik baskı yapılır. Hafta sonları üniversitelerden belirlenmiş ‘Fethullahçı abiler' geziler düzenler. Toplu evlere giderler, sohbetler beyin yıkama merasimleri yapılmakta.”

“Bizim okulda mescide gitmeyenler dışlanır. Namaz kılmayanlara değişik yöntemlerle psikolojik baskı yapılır. Bizim okulda Atatürk'ü savunmak yürek ister. Bizim okulda Atatürk ilkelerinden bahsetmek (özellikle laiklik) dışlanmak, yüzünüze bakılmamak gibi sonuçlar doğurabilir.”

“Bizim okulda, Türk Silahlı Kuvvetleri düşmandır. Benim bu okulda harcanmam an meselesidir. Çünkü Atatürk ilkelerine bağlıyım. Atatürk ilkelerine bağlı olduğum için benim onların gözünde bir sürüngenden farkım yok.” (2)

Polis adayı arkadaşımızın Cumhuriyet Devrimine ve Atatürk'e bağlılığının sonucunun okulundan atılmak olabileceği sadece içimizi kanatmaz aynı zamanda bize F tipi yapılanmanın nerelere ulaştığını net biçimde gösterir.

Tertipleri Hazırlayan Örgütün Kuruluşu ve Eylemleri

Ergenekon duruşmalar 20 Ekim 2008’de başlarken 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı “belki beni de dinliyorlar” demişti. 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanını, İstanbul Başsavcısını, Yargıtay’ı Danıştay’ı kimler diniyor, TSK’nin kozmik odalarına kimler giriyor diye soracak olursak eğer hep tek bir yanıt karşımıza çıkıyor: Yargı ve emniyet içindeki F tipi yapılanma.

F Savcılığı, Cumhuriyet Başsavcısını dinliyor, gammazlıyor ve onun üzerinden tüm Cumhuriyet Savcılarını tehdit ediyor, kontrol etmeye çalışıyor. Türk yargısının içine çadırlar kuruluyor. Habur’da PKK’lılar demokrasi ve barış elçisi diye karşılanıyor, Silivri’de yurtseverler zulüm altında zindanlara atılıyor. Kim peki bu F tipi yapılanma ve nerden nasıl çıktı da işler buralara kadar geldi?

Bu örgütün ilk izlerini, 2003 yılında gazeteci Yavuz Donat saptamıştı. Donat gazetesinde yazmıştı:
“Doğrudan Başbakana bağlı bir organizasyon. İçişleri ve Adalet Bakanlığı’nın bilgileri dâhilinde bir yapılanma. Bütün iç güvenlik birimleri de bu organizasyonun içinde. Çalışmalar gizli. Operasyon niteliği yüksek, tribünlere oynamayan bir takım. Bu işlerin yürütüldüğü karargâha gelince: O da gizli… TBMM’ye yürüme mesafesinde bir yer… Bu organizasyonun çalışmaları belli bir noktaya geldikten sonra, iki ayrı düğmeye aynı anda basılacak. Bazı kişiler, doğrudan Yargı’ya gönderilecek”(3)(4)

2000’li yılların başında deşifre edilerek yayınlanan Karen Fogg’un e-postalarından anlaşılabileceği gibi zamanında Adalet Bakanlığı içinde ABD ve AB güdümünde çalışan gizli bir örgüt oluşturulmuş. Bu yasadışı örgütlenmenin silahlı gücünü ise polis içindeki Fethullahçı yuvalanma oluşturmakta. Daha AKP iktidara gelmeden “Haçlı İrtica” derin devletini kuruyor aslında…

2003 yılında Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı ile birlikte faaliyetine başlıyor bu örgüt. Bu gizli örgüt için ne anayasa, ne yasa ne de hukuk var. “Çalışmalar gizli, karargâhları gizli, operasyon yetenekleri yüksek…” İşte bu Meclis’e yürüyüş mesafesindeki “gizli karargâh”, Beşiktaş adliyesinin içine gönderdiği F tipi hukukçuları ile Türk Hukuk Sistemi içerisinde bir güzel örgütleniyor yıllar içinde. 2006 yılında yasa değişikliği ile Başbakanlığın görevleri arasına iç ve dış güvenlik ile terörle mücadelede eşgüdümünün sağlanması çalışmaları eklenmişti. AKP mutlak denetime ulaşabilmek için bu hamleyi yapmıştı. Başbakana bağlı “polis odaklı yapılanma” resmiliğini o zaman kazanmıştı.

Kontrgerillanın gözbebeği F tipi yapılanmasının finansal kaynağını ise Başbakanlık Örtülü Ödeneği oluşturmaktadır. 60. Hükümette Ekonomi Koordinasyonunda Sorumlu Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren, örtülü ödenek harcamalarının 2006’da 210 Milyon Dolar ve 2007’de 240 Milyon Dolar olduğunu belirtmişti. Fakat çok eskiye değil sadece 2005 yılının Örtülü Ödenek giderlerine bakarsak karşımıza 30 Milyon Dolar diye bir meblağa çıkmaktadır. Örtülü ödenek giderleri 2006 ile birlikte akıl almaz bir artış göstermiştir. Bu durumun Mecliste o dönemin tek muhalefet partisi olan CHP tarafınca sorulması üzerine Bakan Ekren artışı “gizli haber alma giderleri” ile açıklamıştı. Oysa Başbakanlığın gizli haber alma diye ayrı bir harcaması olması yasalarca imkân dâhilinde değildir. Çünkü MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kendilerine has örtülü ödenekleri vardır ve yasalarca sadece bu ödenekler meşrudur. Örtülü ödenekler hakkında vahim bir iddiada 19 Şubat 2010 günü CHP Konya Milletvekili Atilla Kart’tan gelmiştir: “Örtülü Ödeneğin başında Başbakanın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden ilişki içinde olduğu, sahtecilikten mahkûm biri bulunuyor.” (5)

Neticede F tipi yapılanma nedeniyle Türk Yargısının içinde gizli bir örgüt kurulmuştur. Bu örgüt başta ABD tertibi olan Ergenekon’da taşeron olarak görev almış, bu ülkenin ulusal değerlerine karşı çamur savaşında karşı cephe olarak görev almıştır. Milli değerleri savunanları, Türk Ordusunu sanık sandalyelerine oturtmuştur. Tuncay Güney’i İstanbul Emniyetine getirtip Ergenekon yalanlarını söyletmiş, sonrasında onu ABD ve Kanada’ya kaçırarak oralarda beyler gibi yaşatmıştır. Bu örgüt önce hedef aldığı kişileri saptamış, onları sanık ilan etmiş, sonrasında o kişiler üzerinden delillere gitmeyi kendine yöntem olarak belirlemiştir. Bu örgüt eski MİT Müsteşarı Atasagun’nun “bilgi kirliliği” dediği uydurmaları rapor haline getirtmiştir. Bu örgüt hâkimlere kanunsuzluk yaptırmış, bu kanunsuzluğa göz yummamaya uğraşan yargıçların ise telefonlarını dinlemiştir. Bu örgüt nedeniyle hâkimler davadan çekilmek istemiştir. Bir yargıç davadan çekilmesine gerekçe olarak “üzerimde kurumsal baskı var” demiştir.

Türkiye'de Artık Hiç Kimsenin Hukuk Güvencesi Kalmamıştır

Bu örgüt belki bir gün Anayasa'nın 83. ve 14. maddeleri kapsamında Beşiktaş Adliyesindeki savcılar ve Vatan caddesinde polisler aracılığı ile ya da başka özel yetkili savcılıklarca ve F polisleri ile milletvekillerini de gözaltına alaca hatta tutuklayacaktır.

Ülkemizde artık hiçbir kişinin, kurumsal sıfatı ne olursa olsun, hukuki güvencesi kalmamıştır. Her an herkes gözaltına alınabilir, tutuklanabilir konuma gelinmiştir. Türkiye'de hukuk katledilmiştir. Hukuk ayaklar altına alınmış ve çiğnenmiştir. Bu süreç, Cumhuriyet’in temel niteliklerine bağlılık gösteren herkese karşı sürek avı haline dönüştürülmüştür. Anayasamızın 2.maddesinde olan hukuk devleti ilkesi temelden sarsılmış ve AKP’nin “ben yaptım oldu” anlayışı neticesinde polis devletine geçiş süreci bu ülke insanına layık görülmüştür. Türk Yargısı emniyetteki F tipi yapılanma tarafından teslim alınmak istenmektedir. Gladio hukuku yaratılmıştır Cumhuriyet Hukuku’nun yerine. Zekeriya Özler, Osman Şanallar, Turan Çolakkadılar, Haşim Kılıçlar fink atmaktadırlar ortalıkta. Hukuk sisteminin yaşamsal ciddilikte yara aldığı bu süreçte hukuk kuralları yok farz edilip Tayyip Erdoğanların istediği bir düzen kurulmaktadır. Kanunları yok farz edilip, Türk yargısı aşağılanmaktadır. Fethullah’ın otuz yıllık planları neticesinde yargı içinde mevzilenmiş F tipi savcı ve hâkimlerce bazı adliyeler işgal altına almıştır. F savcı ve F hâkimler 1950’lerde Demokrat Parti’nin son dönemindeki Tahkikat Komisyonlarının görevini üstlenmeye kalkışmaktadırlar.

Türk Yargısı F tipi yapılanmaya teslim olacak mıdır?

Yargı sisteminin ağır bir saldırı altında olduğu bu dönemde yargı sistemimiz savunmadadır. Fakat Yargıtay, Danıştay ve HSYK gibi yüksek yargı onları son ses bağırmaktadırlar bu durumlar karşısında. YARSAV, Türkiye Barolar Birliği ve İstanbul Barosu aylardır mücadele etmektedirler bu içler acısı durumlara karşı. Ülkemizin genel uygulamalarına bakıldığında fotoğrafın nasıl değiştirildiği gören ve aslanlar gibi mücadele eden hukukçularımız mevcuttur. Bugün AKP’nin sisteme ve Anayasaya karşı yaptığı bir sivil darbenin farkında olan barolar buna karşı mücadele etmektedir. “Askeri darbelerin kabul edilmesi ne kadar olanaksızsa sivil darbelerin kabul edilebilmesi de o kadar olanaksızdır” ilkesinden yola çıkarak hukuk ve demokrasi mücadelesi veren kurumlar toplumsal örgütlenme ve bilinçlendirme için mücadele etmektedirler. Bağımsız yargının rahat çalışması ve yargı süreçlerinin sorunsuz işlemesini gerçek hukukçuların tümü arzulamaktadır.

Bağımsız yargıyı etkisizleştirmeye, sindirmeye yönelik hukuk dışı girişimlerin, yasa dışı dinlemelerin, iletişim özgürlüğünün ciddi biçimde ihlalinin suç oluşturduğunun ve anayasal rejime saldırının her defasında altını çizmektedir cesur hukukçularımız. Her defasında AKP’yi mevcut düzenlemelerin özüne ve amacına uygun hareket etmeye, hukuka ve hukukun üstünlüğüne uymaya, sistemi zorlamamaya, tam bağımsız yargının ve hukuk devletinin tesisi için toplumsal bir uzlaşı çerçevesinde gerekli düzenlemeleri yapmaya ve yargıya saygı göstermeye çağırmaktadırlar.(6)

Sonuç olarak ülkemizde yaşanan karşı devrim sürecinin sona erdirilip Kemalist Devrim rotasına geri dönüş için, artık her kurumun içinde bulunan F yapılanmaların ayıklanıp temizlenmesi öncelikli görevdir. Tayyip Erdoğanların Yüce Divana gideceği, aydınlığın karanlığı boğacağı günler yakındır…

Yiğit ACAR
iletisim@PolitikaDergisi.com

_____
1) http://www.tsk.tr/10_ARSIV/10_1_Basin_Yayin_Faaliyetleri/10_3_Bilgi_Notl...
2) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=13888327&yazarid=42
3) 11.07.2003 Sabah gazetesi, Yavuz Donat'ın haberi
4) 17.01.2010 Aydınlık dergisi, Doğu Perinçek'in başyazısı
5) 19.02.2010 Milletvekili Atilla Kart'ın basın açıklaması
6) 18.11.2009 İstanbul Barosu Başkanı Av. Muammer Aydın'ın basın açıklaması-

 

Yorumlar

F tipi

O F tipi yaypılanmanın tohumunu kim atmıştır?Satırlarınızda bunlar yok.F tipi yapılanma yetmişli yıllarda başlamıştır.12 Martta bizzat asker tarafından 12 Eylülde iyice abartılarak bir kadrolaşmasya gidilmiştir.İçeri alınmalarından şikayet ettiğiniz şahısların geçmişteki muadillleri bu tohumları attı Yiğit Bey.İster kabul edin ister etmeyin Türkiyede yaşanan süreçleri günümüzdeki durumu TSKyı bir kenara çekip açıklamaya çalışırsanız yanlış yaparsınız.Çünkü yapamazsınız.Türkiyenin her döneminde Türkiyede yaşanmış 3 tam bir de yarım darbenin etkisi vardır.F tipi yapılanma gökten bir anda inmedi beyefendi

1995 yılında dönemin emniyet

1995 yılında dönemin emniyet müdürü Mehmet AĞAR tarafından yapılanmanın tamamlanmak üzere olduğu ortaya çıkarılmış ve soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmalar Oğan GÜNEŞ, Hayri KOZAKÇIOĞLU ve Mehmet AĞAR Milletvekili seçilince durmuş ve hiçbir ilerleme kaydedilemiştir. Bu yüzden 1997 yılı önemlidir. 1997 yılından itibaren TSK'lerine karşı başlatılan karalama kampanyası incelenmeye değerdir. Özellikle 1999 yılından itibaren, sayın Ecevit'in "F" tipi yapılanmanın tamamlanması için cansiperane mücadelesi gözardı edilmemelidir. Devletin varlığı ve bölünmez bütünlüğü adına hiçkimse kılını bile kıpırdatmadı. Herkes şahşi çıkarlarını Ülke menfaatlerinin önünde tuttu.
"TÜRK" kelimesini kullanan kaç Milletvekili var?
"Devletin varlığı ve Bölünmez bütünlüğü" cümlesini TBMM açılışındaki yemin dışında kullanan Milletvekili gören duyan var mı?
Bugün Durum değerlendirmesini doğru tahlil edip, Halka açıklama cesati gösterebilecek bir BABA YİĞİT kaldı mı?
Birkaç iyi adam bu özgür düşünceye saygı duyan birkaç sitede öğrenebildiğimiz kadarıyla gerçeğin % 01'ini tartışıyoruz.
Anlatmaya çalıştığımız felaketin tamamının boyutlarını ne zaman öğrenebiliriz?
Bizden geçti. Torunlarımız belki...

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.