Terör Sorunu Barışçı Yöntemlerle Çözülebilir mi?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mehmet ÇAĞIRICI

19 Haziran 2012 Salı günü, Hakkâri ili Yüksekova ilçesi Yeşiltaş bölgesindeki emniyet mensuplarına terör örgütü PKK 300 kişilik bir kuvvetle saldırdı. Hakkâri bölgesinde teröristlerin geçiş güzergâhlarını kontrol eden Yeşiltaş bölgesindeki emniyet birliğimize yapılan bu saldırıda 8 askerimiz şehit olmuş 19 askerimiz de yaralanmıştır. PKK terörizmi; bir kere daha anaları, babaları, bacıları ağlatmış, yeniden bütün Türkiye'nin yüreğini dağlamıştır.

PKK'nın bu son kanlı Dağlıca saldırısını birçok köşe yazarı, akademisyen, siyasetçi hemen PKK'nın son zamanlarda "Kürt Sorunu" denen sorunun çözümü için gelişen olumlu atmosferi baltalamak maksadıyla yaptığına yorumlamışlardır. PKK'nın son dönemde Türkiye siyasetinde yükselen "barışçı yöntem" iradesine karşı "kanlı yöntem" ile yanıt vermesi arasındaki çelişkiyi ise bu aklı evveller, PKK içindeki farklı liderlerin farklı eylemlerine bağlamışlar. Güya baskın emri, PKK'nın Kandil'deki lideri Karayılan'a rağmen Bahoz Erdal tarafından verilmiş.

Bu yorumcular; 29 senede 40 bin insanın yaşamına mal olan, kanlı terör uygulayan bu gaddar ölüm makinesinin içinde bu çapta bir eylemin asla liderden bağımsız yapılamayacağını, bunun kendileri için de ölüm demek olduğunu düşünemeyecek kadar şaşkınlar!

Evet doğru, son günlerde CHP ve lideri Kılıçdaroğlu "Kürt Sorunu" denen sorunun "barışçı" yoldan çözümü için mecliste bir uzlaşma komisyonunun kurulmasını önermiş; Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana, "Başbakan Erdoğan'ın bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum" demiş, Başbakan yardımcısı Arınç ve CHP Başkanı Kılıçdaroğlu PKK lideri Öcal'ın koşullu olarak "Ev hapsine" alınabileceğinden bahsetmişlerdi. Bunlar gerçekten çok barışçı düşünceler! Ama ne var ki PKK barışçı değil!

Bizim aklı evveller bir türlü bir terör örgütünün istediğini almadan asla barışa yanaşmayacağını kabul etmek istemiyorlar. Tutturmuşlar, "Bu sorun silahla çözülmez, siyasi çözüm şart!" diye. Alın size bir siyasi çözüm!

Ben "Kürt Sorunu" denen sorun bağlamında "CHP’nin Toplumsal Mutabakat Arayışı" yazımda bu sorunun “Kürt Sorunu” olarak tanımlanmasının doğru olmadığını, "Terör" sorunu ile "Kürt Sorunu" denen feodal bölgesel geri kalmışlık sorunun birbirinden mutlaka ayrılması gerektiğini, terör sorunun ise ancak Ankara hükümetinin yüksek siyasi irade ve kararlılığı eşliğinde devletin güvenlik güçleri tarafından çözülebileceğini yazmıştım.

Terörün özünü iyi anlamak, onunla etkili mücadele için çok önemlidir. Her terör örgütünün bir siyasi amacı vardır. Örgüt bu amacına demokratik yollardan erişemeyeceğini bildiği için terör uygular. Onun amacı ne demokrasinin gelişmesi, ne özgürlük, ne eşitliktir. Demokrasi isteyen birisi demokrasiyi zehirleyen, yok eden bir yöntemi uygular mı hiç? Yani PKK normal demokratik araç ve yöntemlerle istediğini alamayacağını çok iyi bildiği için hedefine masum insanlara terör uygulayarak, halk içinde korku, dehşet ve acı yayarak, halkın "Lanet olsun, ne istiyorlarsa verilsin!" demesini sağlamak için terör uyguluyor.

İki hafta önce CHP'nin "Kürt Sorunu" konusundaki toplumsal uzlaşma kurulması girişimi gösterdi ki mecliste vekili olan, aşağı yukarı % 80 temsil gücü olan partilerin yöneticileri Kürt sorununda "barışçı" yöntemlerle, "Akil Adamlarla" çözme eğilimindeler. Sadece MHP bu girişime HAYIR dedi. Üstelik Mecliste bütün partilerden oluşan bir komisyon da "Yeni Anayasa" çalışmaları yapmaktadır. Buradaki ana soru acaba terör sorunu "barışçı" yöntemle çözülebilir mi? sorusudur.

AKP iktidarının son üç yıllık PKK politikasına bir göz attığımızda dikkati çeken iki önemli olaya rastlıyoruz. Birincisi, 2009 yılı yaz aylarında AKP'nin ilan ettiği önce "Kürt Açılımı", daha sonra "Demokratik Açılım", en sonunda da "Milli Birlik ve Kardeşlik Açılımı" olarak adlandırdığı, güya "Kürt Sorunu" denen sorunun çözümüne yönelik içeriği belirsiz politikadır. İkincisi ise Anayasa değişikliği paketi nedeniyle 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referandum öncesi ve nihayet 12 Haziran 2011 tarihindeki genel seçimler öncesi PKK temsilcileriyle yürütülen müzakerelerdir.

2009 yılı Ağustos başında AKP grup toplantısında Başbakan Erdoğan Kürt açılım sürecini başlattıklarını ilan etti. Ondan önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 8 Mart 2009’da İran’a giderken, uçakta "Kürt sorunu" konusunda "Türkiye için güzel şeyler olacak” sözleriyle açılımın müjdesini zaten vermişti. Gül'ün "tarihi fırsat" olarak değerlendirdiği "Açılım" sürecinin politik içeriği hiç bir zaman kamuoyuna açıklanmadı. Ancak bazı AKP yandaşı basının yayınlarına göre "Biz Almanya'daki Türkler için hangi hakları istiyorsak, Kürtlere' de o halklar verilecek" mealinde bir dedikodu ile kamuoyu bilgilendirilmeye çalışıldı. Oysaki Erdoğan Açılımın ilanında "Açılımın Kürtler için değil, terörü durdurmak için" olduğunu söylemişti.

Erdoğan ülkenin kalburüstü sanatçılarından açılım için destek istedi. Sezen Aksu dâhil birçok sanatçı da bu girişimi desteklediler. Kamuoyunda somut bir program olarak tartışılamayan açılımın görünüşteki hedefi PKK terörüne son vermekti. Açılımla amaç PKK'yı dağdan şehire indirmek, PKK'yı güya silahsızlandırmaktı.

Erdoğan açılımın yöntemi için ise PKK'yı kast ederek "İllegal Örgütle masaya oturmuyoruz" güvencesini veriyordu. Fakat gerçekler iki sene sonra internette yayınlanan bir video ile ortaya çıktı ki hükümet MIT üzerinden PKK ile sıkı pazarlıklar yapıyordu. Hatta onunla Oslo'daki pazarlıktan sonra bir de mutabakat protokolü dahi imzalamıştı. Aslında Erdoğan ve onun adına devletin milli istihbarat teşkilatı (MIT), teröristlerle devletin ve toplumun çıkarına görüşmemiş; referandum ve seçim öncesinde PKK'ya vaatler vererek onunla "eylemsizlik" anlaşması sağlayarak böylece referandum ve seçimlerde AKP'nin oylarının düşmesini önlemişti. Yani AKP nin PKK görüşmeleri sonuçta AKP’nin siyasi rantı içindi!

Açılım politikasında yargı yine siyasi olarak kullanıldı. Habur’da 34 PKK'lının dağdan indirilişini kolaylaştırmak için kurulan portatif mahkemeler teröristleri zorla pişmanlık yasasından yararlandırdılar. Üstelik Habur olayını PKK büyük bir zafer gösterisine dönüştürmüştü. Bütün bu gelişmeler artık terörden zaten canı yanmış olan kamuoyunu büsbütün çileden çıkardı. Kamuoyunda Barzani dâhil bütün Kürt milliyetçilerinin coşkuyla destekledikleri "Açılım" a karşı adeta isyan oluştu. Çünkü açılım süreci sadece terörist PKK'ya umut ve heyecan vermiş, PKK'ya bu süreçte yeni mevziler kazandırmıştı. Açılım politikası sonuçta kamuoyunun duyarlı tepkisi ile başarısız kaldı; AKP’de bu projeyi buzdolabına koyduğunu açıkladı.

Açılımı buzdolabına koyan hükümet işi temelden ve hukuki olarak çözmek için yeni anayasa veya anayasal çözüm fikrine sarıldı. Ne var ki karşısında yüksek mahkemeler vardı. Daha üç sene önce Anayasa Mahkemesi iktidar partisi AKP'yi neredeyse kapatmaya kalkışmamış mıydı? Bunun için AKP bir anayasa değişiklik paketi hazırladı. Amaç, Yüksek mahkemeler dâhil yargıyı olabildiğince kendi kontrolü altına almaktı.  Başardı da! 12 Eylül 2010 referandumunda % 58 oyla anayasa değişiklikleri kabul edildi. Hemen arkasından Yüksek mahkemeler anayasa değişikliğine uygun olarak yeniden yapılandırıldı. Artık Yüksek mahkemeler AKP'nin ayağında bir "Pranga" değil, tam tersine AKP'nin Kemalizm’i tasfiye projelerine destek veren hukuki merciler haline gelmişlerdi.

12 Eylül 2010 Referandumu öncesinde ve de 12 Haziran 2011 seçimlerinde devletin MİT ile yaptığı görüşmelerde AKP tarafından siyasi olarak kandırıldığını anlayan PKK ise AKP’den intikamını terör eylemlerini yoğunlaştırarak almaya çalıştı. Devlet buna karşılık KCK soruşturması ve tutuklamalarıyla karşılık verdi. Arkasından TSK PKK'ya yoğun operasyonlar düzenledi; ta ki Uludere olayına kadar!

Uludere trajedisi ile askeri operasyonların en aza indirgenmesi, arkasından CHP'nin toplumsal uzlaşma arayışı, Öcalan'a evde hapis için af tartışmaları, Kürt milliyetçilerinin AKP'nin müzakereci ve barışçı çözüm iradesine olan çağrıları vs. gibi teröre "barışçı çözüm” yaklaşımları; son Dağlıca baskının da gösterdiği gibi, sadece PKK teröristlerini şımartmış, onları daha gaddar eylemler düzenlemek için cesaretlendirmekten başka hiç bir işe yaramamıştı. PKK, topluma yeniden istediklerini zorla alacağı mesajını vermişti.

Terörist hiçbir uygar dilden anlamaz. Terörist asla demokrasi tanımaz.  Terörün konuştuğu tek dil vardır; o da şiddettir. Devlet ona ancak aynı dilde yanıt verirse sonuç alabilir. Atalarımızın dediği gibi "El mi yaman bey mi yaman" hesabı devlet resmi ve meşru şiddet gücünü teröre karşı göstermek zorundadır. Devletin terörle mücadelede en etkin, en sonuç alıcı yöntemi budur. Fakat bu yöntem sadece ve sadece iktidardaki siyasi iradenin kararlılığı ile başarılı olabilir.

Terörle mücadelede devlet, terör sineklerini öldürmekle baş edemez. Devlet bütün gücü ile terör bataklığını kurutmak zorundadır. PKK Teröristlerinin bataklığı ise Kandil' dedir.

21.06.2012 tarihli Hürriyet gazetesinin bir haberine göre Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici’nin Kandil ile ilgili sorusuna Genel Kurmay Başkanı bakın hangi yanıtı veriyor:

 "(Kandil'e) Elbette gireriz. Eğer siyasi irade bunun için karar verir, uluslararası alandan gelecek baskıyı göze alır ve karar verirse, biz Kandil’e kadar gider, içine gireriz. Bir zayiat olmaz mı? Askeri harekât bu, elbette olur. Az mı olur, çok mu olur bunu kimse bilemez. Ama siyasi irade bunu da dikkate almak zorunda! Bizim işimiz en az zayiat vermeyi sağlamaktır."

Demek ki 29 senedir süren terör sorunun son 10 yılında iktidarda olan AKP sorunun çözümünde yeterince istekli değil. Bu gerçeği şu an AKP iktidarının Genel Kurmay başkanı olan generalden duymak çok zor ama gerçek. “Çözümsüzlük çözüm değil” şiarını her zaman kendisine düstur yaptığını iddia eden AKP, gerçekte terör sorununda çözümsüzlüğünün tek sorumlusudur.

 

Mehmet ÇAĞIRICI

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.