"Kayseri Zulası" Fena Patladı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
HAYRİ GÜNEL
Yazının Yazıldığı Tarih: 
28 ARALIK 2010

 

  
   CUMHURBAŞKANI OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ VE “MALİYETİ”

   Konum, görev ve temsiliyet anlamında hareket ve yetki alanı yasalarla belirlenmiş olan cumhurbaşkanı “siyaset” yapamaz.
Yaparsa eğer bunun adı cumhurbaşkanlığı değil, başka bir şey olur ki, bunu burada söylemeye aldığımız terbiye izin vermez.
Kayseri belediye başkanı için “Ben ona kefilim.” demiştir Abdullah Gül.
Evet, aynen böyle demiştir ve derken de basbayağı ve fütursuzca “siyaset” yapmıştır.
Oysa cumhurbaşkanlığı makamı “siyaset yapma makamı” değildir.
Cumhurbaşkanlarının siyaset yapmaları şeklinde tarif edilebilecek çirkin ve de ahlak dışı anlayış bu ülkede kendisine Turgut Özal aracılığıyla yer bulmuştur.
Cumhurbaşkanı herkesin cumhurbaşkanı olmak zorundadır.
Önümüzdeki günlerde, Kayseri Büyükşehir belediyesindeki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları gerçeklik kazanırsa Abdullah Gül bu defa ne yapacak, ne söyleyecektir diye çok ama çok merak ettiğimizi belirtmek isteriz.

   Bu arada altının çizilmesi gerekiyor; kimi hâkimlere, özellikle de HSYK üyesi hâkimlere, gündemle ilgili olarak her görüş belirttiklerinde Recep Tayyip tarafından “Çıkarırsın o cübbeni, girersin bir siyasi partiye, siyasetini o zaman yaparsın.” diyerek dizginleyemediği bir öfke ve kinle saldırıldığını hatırladıkça, aynı tavrın Abdullah Gül için de neden gösterilmediğini sormak galiba hakkımız olsa gerek.

   Siz Recep Tayyib’in Abdullah Gül için, “İnersin o makamdan ve kime kefil olacaksan olursun, siyasetini de o zaman yaparsın.” dediğini duydunuz mu? ya da duyabileceğinizi umuyor musunuz?
İşte zurnanın zartladığı yer tam da burasıdır.
Abdullah Gül kimin cumhurbaşkanıdır?
Özhaseki’nin mi, sizin mi?
Bunu hep söylüyorum, yineleyeyim…
Kayseri zulası fena patlamıştır ve hepsi birden altında kalmışlardır.
 
PATLAMADA ETRAFA SAÇILANLAR

1) Var olduğu iddia edilen “Rüşvet Skandalı” savcı tarafından soruşturulmamıştır. Olay medyaya yansıyınca da söz konusu savcı, biraz da zorunluluktan olsa gerek, “elinde belge olan getirsin” demiştir. Bu cümleyi sarf eden bir adama savcılık yaptırılmamalıdır. Kendi görevini başkalarına yıkan bir kişi savcılık yapamaz. Belge bulmak, suçu ve suçluyu soruşturup kovuşturmak kamuoyunun değil, savcının görevidir. Bu anlamda olmak üzere, savcının o cümlesi ibretliktir, acizliktir, çaresizliktir.
 
2) “Rüşvet Skandalı” iddialarının soruşturulması işi yalnızca bir tek kişiye, evet bir tek kişiye havale edilmiştir. O kişi de, olayların şu an ki baş şüphelisi bir belediye müfettişidir. Dram da bu noktada başlamaktadır. Vali ve adli makamlar dururken artık her ne hikmetse, belediye başkanı, yani bir başka “şüpheli”, olayın “baş şüphelisi” bir müfettişi soruşturma için görevlendirmiş ve koskoca Kayseri’de bu garip, tuhaf ve tamamen ahlak dışı duruma hiç kimse sesini çıkarmamıştır.
 
3) Kayseri valisi de, sorumlular arasında baş sıraları işgal etmektedir. Vali, olayların üzerine gitmek bir yana, sorunu vali yardımcısına havale etmiş, vali yardımcısı da bu işe bir dakika bile mesai harcamadan “soruşturmaya gerek yoktur” sonucuna ulaşabilmiştir(!).
 
4) Olayla ilgili “bilirkişi raporu” meselesi de bir hayli ilgi çekicidir. İddiaların doğru olup olmadığı hakkında gerekli olan “bilirkişi raporu”nun tanzim tarihi, bilirkişi raporunu hazırlayan bilirkişi heyetin atanma tarihinden tam 2 (evet, yazıyla –İKİ-) öncesine aittir. Yani bir başka deyişle, BİLİRKİŞİ HEYETİ GELMEDEN, artık nasıl oluyorsa, RAPORU GELMİŞTİR.
 
5) Olayla ilgisi olduğu söylenen ve içinde, bir takım paraların kimlere hangi tarihlerde verilip dağıtıldığının not ve bilgileri bulunan bir defter şu an CHP Genel Başkanı’nın elindedir. İçişleri Bakanlığı koltuğunu işgal eden Beşir Atalay, “belgeyi açıklasana görelim” diye bir çıkış yaptığı sırada, CHP’nin 2 gün öncesinde belgeleri medyaya dağıttığından haberdar bile değildir. Aynı “BİHABERLİK” vali ve savcı için de geçerlidir. Skandal iddialarını soruşturup kovuşturmaları gerekenler birçok gelişmeden BİHABERDİRLER!
 
6) Koskoca Kayseri vilayetinde, meseleyi ciddiye alıp üzerine giden tek resmi makam, Kayseri Emniyet Müdürüdür. Fakat söz konusu emniyet müdürü, bu mesaisi karşılığında İÇİŞLERİ BAKANLIĞININ EMRİYLE GÖREVDEN ALINMIŞ VE HAKKINDA BİR SORUŞTURMA BAŞLATILMIŞTIR! TIPKI ERZİNCAN CUMHURİYET BAŞSAVCISINA VE TIPKI HANEFİ AVCI’YA YAPILDIĞI GİBİ.
 
7) İddiaların ayyuka çıkması üzerine meseleyle ilgili olarak konuşmak zorunda kalan Recep Tayyip, skandalın baş aktörlerinden birinin cezaevinde olduğunu açıklayıp, CHP genel başkanını yine “sınıfta kalmakla” suçladığı anda, Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle, danışmanları tarafından yanlış yönlendirildiği için asıl faka basanın kendisi olduğunu bilmediği CHP genel başkanı tarafından dillendirilmiştir.
Kılıçdaroğlu, Recep Tayyip’in “cezaevinde” dediği kişinin bu durumunu zaten bildiklerini, ama Recep Tayyip’in danışmanlarınca yanıltıldığını söylerken ki “İYİMSERLİĞİNE” katıldığımız söyleyemeyiz. Hani insan bazı şeyleri önceden hissedermiş ya, bizimde içimizde, Recep Tayyip’in birçok şeyden, hatta her şeyden haberdar olduğuna dair kuvvetli bir duygu kendine yer bulmuş durumdadır.
 
8) CHP’nin elindeki en küçük bir belde belediyesine bile, bir yolsuzluk, bir usulsüzlük iddiası olduğunda, neredeyse bir “MÜFETTİŞ ORDUSU GÖNDEREN HÜKÜMET”, Kayseri Zulası için kılını bile kıpırdatmamış ve daha vahim olanı, skandal iddialarının ÜSTÜNÜ ÖRTMEK İÇİN DERİN VE YOĞUN BİR ÇABA SARF ETMİŞTİR.

BENZER DURUM, “DENİZ FENERİ” OLAYINDA DA SAHNELENMİŞTİR.
 
   DENİZ FENERİ DEDİK DE AKLIMIZA GELDİ
 
   Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalarda anında reaksiyon gösterme kabiliyeti (!) ve hassasiyeti (!) içinde olan savcılar, DENİZ FENERİ SOYGUNUNDAN TAM 3 YIL SONRA nihayet BİR İLK ADIM atmayı başarmışlar (!) ve yine nihayet Alman adli makamlarının 3 yıldır bekledikleri “İŞBİRLİĞİ” için birtakım ifadeler almak üzere Almanya’ya gitmeyi akıllarına getirmişlerdir.
Siz siz olun ve DENİZ FENERİ SOYGUNUNU ASLA UNUTMAYIN.
BU DAVA DA TIPKI “KAYSERİ ZULASI” GİBİ TAM 3 YILDIR ÜSTÜ ÖRTÜLMEYE ÇALIŞILAN BİR SOYGUN OLAYIDIR.
Hem de, “YÜZYILIN EN BÜYÜK VİCDAN SOYGUNU”
Bunu biz değil, dünyaca ünlü Alman yayın organı DER SPIEGEL söylemektedir.
Aykut Zahid Akman’ın, dünyanın bir ucuna kumar oynamaya gitmesine karşılık, tam 3 yıldır Almanya sınırları içerisine ne olur ne olmaz düşüncesiyle adımını bile atmamış olması boşuna değildir.
   “İZMİR, YÜZÜ KİR PAS İÇERİSİNDE, SÜMÜKLERİ AKAN BİR ÇOCUĞA BENZİYOR”
diye buyuran Hüseyin Çelik ve benzerleri ne yapsa, ne etse, o İzmir, Hüseyin Çelik’in de içerisinde bulunduğu güruh tarafından asla zaptedilemeyecek ve ele geçirilemeyecektir.

   Kapasitesi artık ihtiyaca cevap veremeyen Tahtalı Barajı’nın yerine, yeni bir baraj için her şeyi hazırlayan İzmir Belediyesi’nin bu çabalarına karşılık Recep Tayyip tarafından “BARAJI BEN YAPACAĞIM, OYU ONLAR ALACAK, YOK ÖYLE YAĞMA.” dediğini sadece İzmirliler değil, bütün Türkiye biliyor ve aklından çıkarmıyorken Hüseyin Çelik’in bu şehir için sarf ettiği sözler tıpkı Kayseri’deki savcının “elinde belgesi olan getirsin” sözleri gibi ibretliktir! Ve derslerle doludur aslında.
Mevcut iktidar, son çare olarak İzmir’ ve İzmirlileri; “BELEDİYELERLE HÜKÜMET BİR AHENK, BİR UYUM İÇİNDE OLMALIDIR, BİRBİRLERİNE BENZEMELİDİR” sözleriyle açıkça tehdit etmiştir. Bu tehdit geleneğini, tıpkı cumhurbaşkanlarının siyaset yapmaya başlamaları gibi, bu ülkenin sıradan bir refleksi haline getiren de Turgut Özal’dır.
Hani şu tam 18 yıldır, her sonbahar başlangıcında “Babamı öldürdüler.” deyip ortalıklara fırlayan Ahmet Özal’ın babası Turgut Özal…
Bozacı, şahit ve şıracı hesabı yani…

Son söz: “İZMİR BUNLARA TESLİM OLMAYACAKTIR!
 
iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.