Kalleşlerin Kardeşliği

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Meçhulyolcu
Yazının Yazıldığı Tarih: 
26.06.2012

Hiç kuşku yok ki, ülkemizin birinci gündemi PKK Terördür. Gün geçmiyor ki ülkemiz şehit haberleriyle sarsılmasın, gün geçmiyor ki büyük şehirlerimizde insanların en yoğun olduğu bölgelere bombalar konulmasın. Bu mücadelede 40 bine yakın sivil ve askerimiz şehit oldu. Hükümet, iktidara geldiği günden bu güne kadar PKK Terör Örgütü ile hem siyasal ve hem de askeri alanlarda çözüm üretmeye çalıştı. “Kürt açılımı” denildi olmadı, “demokratik açılım” denildi, yine olmadı. “Dağdakiler de bizim evladımız, onları dağlardan indirelim, topluma kazandıralım” denildi yine olmadı. Daha ileri adımlar atıldı; PKK Terör Örgütü’nün üst düzey yetkilileri ile gizli-kapaklı görüşmeler yapıldı, yine olmadı. Yani atılan her adımda PKK Terör Örgütü daha da güçlendi ve daha fazla can almaya başladı. PKK Terör Örgütü’nü bu kadar güçlü yapan bazı faktörler var. Bu faktörlerin başında, Türkiye üzerinde hain emelleri olan ülkelerin PKK Terör Örgütü’ne silah, mühimmat, para, istihbarat ve eğitim kampları açmaları gelmektedir. PKK Terör Örgütü’nün beslendiği bu kaynaklar kurutulmadan bu terör belasından kurtulmamız asla mümkün olmayacaktır.

 

Siyasi irade, her fırsatta ülkemizin Avrupa ülkeleri üzerinde ciddi bir yaptırım gücünün olduğundan bahsetmektedir. ABD ile Stratejik Ortak olmamız buna örnek olarak gösterilmektedir. Siyasi irade daha da ileri giderek, Türkiye’nin bölgesinde lider bir ülke olduğundan bahsetmektedir. Tüm bu söylenenlerin doğru olduğunu kabul ettiğimizde hemen akıllara şu sorular gelecektir: Öyle ise Türkiye neden ABD’yi ve Avrupa ülkelerini, Barzani’yi ve Talabani’yi ikna edemiyor? Neden onların desteğini alamıyor? Obama neden silahlı insansız istihbarat uçağını Türkiye’ye tahsis edemiyor veya etmek istemiyor? Neden topu kendi senatolarına atıyor? Bu tablo, PKK Terör Örgütü’nün neden yok edilemediğini apaçık ortaya koymaktadır.<?xml:namespace prefix = o />

 

Ermenilerin, ülkemiz üzerinde bir vatan hayalleri vardır; tıpkı PKK Terör Örgütü’nün olduğu gibi. Bu istekler, ister istemez Asala Terör Örgütü ile PKK Terör Örgütü’nü aynı amaçlar etrafında birleştirmiştir. Bu sürecin nasıl başlayıp, nasıl geliştiğini geçmişten günümüze kadar kısaca özetlemeye çalışalım:

 

Osmanlı’nın en sadık tebaası durumunda olan Ermeniler, dış güçlerin kışkırtmaları sonucunda Osmanlı yönetimine baş kaldırmıştır. Bu baş kaldırış ile birlikte Türk-Ermeni beraberliği büyük bir yara almıştır. Milli Mücadeleden sonra da bu beraberlik tamamen sona ermiştir. Fransa’nın işgalinde bulunan Güney Anadolu vilayetlerinden ayrılan Ermeniler, Ortadoğu ülkelerine, Avrupa’ya ve ABD’ye göç etmişlerdir. Kilikya (Adana) Ermenileri, Beyrut’a yerleşerek kendi yerleşim birimlerini oluşturmuşlardır. Kozan (Sis) kentinde asırlar boyu dini çalışmalarını aralıksız sürdüren Kilikya Kilisesi, Beyrut’ta yeniden örgütlenerek dini faaliyetlerde bulunmuştur. 1940-1959 yıllarında Kilikya Kilisesi Ortadoğu, ABD ve Avrupa Ermeni Kiliselerinin hem dini ve hem de siyasi merkezi haline getirilmiştir. 1965 yılında ise; Erivan’da, Beyrut’ta ve Fransa’nın Marsilya şehrinde 1915 olaylarının hatırlatıcısı olarak peş peşe “Soykırım Anıtları” inşa edilmiştir. 1973 yılında Mıgırdıç Yanıkyan, ABD’den Türk diplomatlarına seslenerek, tarihi eserleri vereceğini belirtmiştir. Davete icabet eden Bahadır Demir ve Mehmet Baydar isimli iki Türk diplomat, bu yaşlı bunağın silahından çıkan mermilerle bir otel odasında şehit edilmiştir. Böylece 1915 olayları hortlatılmıştır. Bu olay, yaşlı bunağın ilk cinayeti değildi; zira bu yaşlı bunak, 1919 yılında Adana Fransız işgalinde iken, valilikte memurluk yapan Kemal isimli bir Türk’ü de öldürmüş; bu olayı işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtarmak adına yaptığını beyan etmiştir. Terör olaylarının daha organizeli bir şekilde yapılması için ASALA isimli bir Ermeni Terör Örgütü kurulmuştur. ASALA Terör Örgütü’ne göre devletleri; Doğu Anadolu Bölgesi’ni ve Çukurova’yı kapsamaktaydı. ASALA Terör Örgütü, 1974 yılına gelindiğinde Türk Diplomatlarını hedef almaya başlamıştır. Bu saldırılarda pek çok Türk diplomatı eşleri ve çocuklarıyla hayatlarını kaybetmiştir. Beyrut merkezli bu terör olayları, 1984 yılında eski hızını kaybetmiştir. 1984 yılı; ASALA Terör Örgütü ile PKK Terör Örgütü’nün anlaştığı ve ASALA’nın terör görevini PKK Terör Örgütü’ne devrettiği yıl olmuştur. Zira Osmanlı’nın son dönemlerinde Türkiye’nin taksim edilmiş topraklarını gösteren haritalar ortaya konularak (Sevr Dayatması) paylaşım için anlaşmalar yapılmıştır. Haritaya göre; Doğu Anadolu’da Kars-Erzurum-Erzincan, Maraş-Adana-Mersin’i kapsayacak biçimde Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Ermenistan ve Kürdistan olarak belirlenmişti. İlerleyen yıllarda PKK Terör Örgütü eylemlerini artırmış; sonuç olarak göçler yaşanmış, ülkemiz büyük oranda ekonomik sıkıntıya düşürülmüş ve pek çok insanımız ve askerimiz şehit edilmiştir.

 

1990 yılından itibaren siyasi çalışmalarına hız veren Ermeniler, Sovyet Rejiminin dağılmasından hemen sonra bağımsızlığını ilan etmiştir. Öteden beri, Azerilerle Karabağ sorunu yaşayan Ermeniler, bu sorunu gündeme getirerek Rus askerleriyle birlikte Azerbaycan’a saldırarak işgal etmiştir. İşgal ile talan, katliam gibi insanlık dışı eylemler yapılmış ve Azerbaycan topraklarının %20’si Ermenilerin eline geçmiştir. Katliamdan kaçan yaklaşık 1 milyon Azeri, Azerbaycan’ın başka yerleşim bölgelerine göç etmiştir.

 

Amerika’ya ve Avrupa’nın değişik coğrafyalarına dağılan Ermeniler, lobicilik faaliyetlerinde bulunmak amacıyla ANI, ANCA ve ZORYAN gibi lobiler kurarak Avrupa ülkelerine 1915 olaylarını “Ermeni Soykırımı” olarak kabul ettirmiştir. Ermeni Diasporası olarak ta bilinen bu hareketin amaçları şöyleydi:

 

a-) Tehcir Yasası ile Ermeniler 1915 yılında Türkler tarafından katledilmiştir; özür dilemelidir.

b-) Tehcir döneminde Ermenilerin ellerinden alınan taşınmaz mallar için tazminat ödemelidir.

c-) Nihai olarak, Ermeniler topraklarına dönmeli ve Büyük Ermenistan Devletini Kurmalı.

 

Ermeniler, Rus askerleriyle birlikte, başta Azerbaycan’ın Hocalı Kasabası olmak üzere pek çok köy ve kasabasında büyük bir Azeri Katliamı gerçekleştirmiştir. Ayrıca; Anadolu’nun işgal yıllarında Doğu Anadolu Bölgemizde de insanlık dışı katliamlar gerçekleştirmiştir. Ermeniler, yaptıkları bu insanlık dışı katliamları dünya insanlığının gözünden düşürmüş; mağdur ve mazlum olanların sadece kendileri olduğu yalanına dünya insanlığını inandırmıştır. Ermeniler, yalana dayalı bu iddialarını tüm dünyaya inandırabilmek için büyük bir ekonomik harcama yapmıştır. Ayrıca; Avrupalı basın-yayın kuruluşları ile akademik çevrelerinde desteğini alarak yalanlarını dünya insanlığına aktarmıştır. Zoryan Enstitüsü, Avrupalı aydınları yanına çekmekle kalmayıp Türkiye’de de aydın avına çıkmıştır. Ermeni soykırımı ile ilgili yazı yazan, araştırma yapan Türk aydınlara para, ödül ve akademik kariyer vaadinde bulunmuştur. Elif Şafak, Taner Akçam, Orhan Pamuk ve Fatma Göçek, Ermenilerin sözde Ermeni Soykırımı için kalem oynatarak ödül, para ve kariyer sahibi olmuşlardır.

 

Liberal ve demokrat görünen Murat Belge, 2005 yılında bir aydınlar hareketi başlatmıştır. Bu harekete Bilgi, Sabancı ve Boğaziçi üniversitesi iştirak etmiş ve bir “Ermeni Paneli” düzenlemişlerdir. Bu panelde, gerçekleri ortaya koyacak ne bir bilgi, ne de tarihi bir belge ortaya konulmamıştır. Ayrıca 2008 yılının Aralık ayında da; “Ermenilerden Özür Dilerim” isimli bir imza kampanyası başlatılmıştır.

 

1909 yılına bir mercek tuttuğumuzda önümüze şu tarihi gerçekler çıkacaktır: 1909 yılında, Adana Vilayeti’nde Ermeni Papaz Muşeng’in kışkırtmalarının farkına varan ve onu Cebelibereket (Osmaniye) Sancağı’ndan kovan bir yönetici vardı; adı Mehmet Asaf idi. Bu zat, 14 Nisan 1909 tarihinde Adana’da Ermeniler ile Türkler arasında iç savaş başladığında kendi idari bölgesinde hem Ermeniler ve hem Türklerin zarar görmemesi için yoğun gayret göstermiştir. Aldığı önlemler neticesinde kan dökülmesini önemli ölçüde önlemiştir. Ancak Ermeni komitacılar, olaylar sonrasında Asaf Efendi’yi suçlamışlardır. Yoğun suçlama kampanyası sonucunda Asaf Efendi görevinden uzaklaştırılmıştır. 1955 yılında vefat eden Mehmet Asaf Efendi, yaşadığı olayları Osmanlıca olarak kaleme almış; yüzlerce tarihi belgesini ailesine ve torunlarına miras olarak bırakmıştır.

 

Mehmet Asaf Efendi’nin torunu olan Murat Belge, dedesinin yaşadığı gerçekleri dile getirmemiş, dedesinden kendisine miras kalan belgeleri dahi ortaya koyacak cesareti gösterememiştir. Mehmet Asaf Efendi, yaşadığı olayların acısını yıllar boyu içinde hissetmiş ve neticede dayanamayıp kahrından ölmüştür. Torun Murat Belge ise, dedesinin yaşadığı gerçeklere soğukkanlılıkla sırt çevirerek “Ermenilerden Özür Diliyorum” kampanyasında başrol oynayarak tarihi misyonunu yerine getirmiştir!

 

İnsanların birleşebileceği tek bir payda vardır; hakça yaşam, insanlık hukukuna riayet, adil bir yönetim ve insanların sefaletten kurtarılması. İnsanların ortak paydası böyle olması gerekirken; Beyrut’ta faaliyet gösteren Kilikya Kilisesi’nin ayin odasına girildiğinde; bol miktarda kafatası görülür. Kilisede, Tanrı’ya dua etmeye gelen kişiler bu kafataslarını gördüğünde acaba ne düşünebilir? Bir intikam mı, bir husumet mi? Yoksa barış ve kardeşlik mi? Elbette ki Kilikya Kilisesi papazları, kin ve nefret duygularını körüklemek maksadıyla kafataslarını iyi bir propaganda malzemesi olarak kullanmıştır.

 

İşin esası tarihi kayıtlarda aranmalıdır. “Ben söyledim oldu” şeklindeki bir dayatmacılık asla kabul edilmemelidir. Ne Türkler ve ne de Ermeniler tarih ile yüzleşmekten çekinmemelidir. Bu cesur adımlar atıldığında görülecektir ki, tarihi gerçekler bir bir ortaya çıkacak; Türkler haklı ise haklarını, Ermeniler haklı ise haklarını talep edebilecektir. Ancak şu kadar var ki;  Türk yönetimi defalarca; “tarihi kayıtları esas alalım, bir tarih komitesi oluşturalım ve olayı enine boyuna araştıralım” şeklinde çağrıda bulunmuş; ancak bu güne kadar Ermeni Diasporası’ndan bir cevap gelmemiştir. Bu olay karşısında Türk tarafının başı hiçbir zaman eğik olmamış, daima dik olmuştur. Masadan kaçan, yalana ve iftiraya sarılan, kaçak dövüşen taraf hep Ermeniler olmuştur.

 

Not: Makale hazırlanırken, Cezmi Yurtsever’in araştırmalarından faydalanılmıştır.

 

Halit DURUCAN

iletisim@politikadergisi.com

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.