İran, ABD; Türkiye Politikaları

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Doğan ORMANKIRAN

ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra artık sınır komşumuz ABD oldu. Bu durum hem Tahran hem de Ankara için yeni şartlar oluşturuyordu.

Türkiye’nin klasik İran politikasının fırsat/tehdit algılaması rejim ihracı boyutundan, nükleer silah elde etme çabaları başlayınca, bu klasik algılamayı farklı bir boyuta taşıdı. Türkiye, İran ve ABD arasında yeni bir denge politikası oluşturmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle sorunun genel yapısına bakmakta yarar var.

İran ile ABD arasındaki sorunları; a) bölgesel bir savaş b) İran’ın nükleer güç sahibi olması ve uzun dönemli bir soğuk savaş ve her an çıkacak sıcak bir savaş olarak nitelersek, bunların biri ya da her ikisi Türkiye için önemli maliyet ve riskler içerecek biçimde gelişebilir. Bu olumsuz olasılıkların birden fazlası aynı anda ya da birbirini takip ederek de gerçekleşebilir.

ABD, Türkiye olmadan da İran’ı vuracak askerî seçeneklere sahiptir. Ancak yine de, Washington Türkiye’yi bu harekâtın bir yerinde olaya dahil etmek isteyebilir. ABD’nin Irak harekâtından çıkarması gereken sayısız derslerden biri de siyasi/askerî koalisyonu olabildiğince geniş tutmanın önemiyle ilgilidir. Türkiye’yi bu harekata destek olması için hangi vaatler teklif edilecektir?
Ahmedinejat ve bu rejim iktidarda olduğu süre içerisinde, eğer İran nükleer silah elde ederse, bu durum ABD ve İsrail için kabul edilebilir değildir

Bu nedenle ABD ve İsrail’in bunu engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını söylemek gerekir. Hatta sürpriz bir hava harekatı bile olası seçenekler arasında masada durmaktadır.

İran, coğrafyası, enerji kaynakları, nüfusu, Rusya ve Çin ile olan ilişkileri, sınır ötesindeki Şii müttefikleri ve uzun yıllara dayanan devlet tecrübesinin üstüne bir de nükleer silahı eklerse bölgenin en önemli gücü haline gelecektir. İran nükleer gücünü dış politika çıkar sağlamaya yönlendirebilir; ayrıca bölgesel politika ve söylemlerinde daha da sertleşerek uzlaşmaz ve saldırgan hale gelebilir ve nükleer gücünü “korkutma ve şantaj” aracı olarak kullanabilir.
İran, nükleer güce ulaşması durumunda “müdahale edilemez” bir ülke haline gelecektir. Kendisine misilleme yapılamayacağını düşünerek nükleer güç kullanmaya daha istekli olabilir.

Nükleer İran, bölgedeki başka devletlerde de nükleer güç edinme isteği uyandırabilir, bu da silahsızlanma rejimini zayıflatabilir.

Türkiye İran’ın nükleer kapasite kazanmasından sonra karşı tedbirler geliştirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde güvenliği tehdit altına girecektir. Türkiye İran arasındaki stratejik denge, İran lehine bozulacak ve bölgesel hiyerarşide İran ön plana çıkacaktır. Bu silahların zaman içerisinde kime karşı kullanılacağını şimdiden kestirmek mümkün olmadığı gibi “Bize karşı kullanmaz” gibi böyle safiyane bir tavır üzerinden de politika üretilmez. Bu nedenle;
Türkiye bir an önce istihbarat toplama kapasitesini arttırmalı; analiz, eğitim, doktrin, organizasyon ve bu organizasyonu yönlendirecek personel durumunu üst düzeye çıkarmalıdır.

Nükleer silahın salt varlığı bile üçüncü tarafların hesap, algı ve politikalarını değiştirebilir. İran’ın nükleer silahları, bölgesel stratejik denklemin kalıcı bir unsuru haline geldiğinde, bölgedeki küçük aktörlerin İran’a gösterdikleri hürmet ile Türkiye’ye yaklaşımları arasında önemli bir fark oluşabilir. İsrail, Rusya ve Pakistan’dan sonra İran’ın da nükleer silah sahibi olması durumunda Türkiye, başka birçok artısına rağmen, stratejik olarak sıradanlaşır ve bölgesel bir güç olma iddiasını kaybeder. Türkiye’nin başta ABD olmak üzere Batı’ya olan güvenlik bağımlılığı muhtemelen artacak ve dolayısıyla aradaki asimetrik ilişki kemikleşecektir.

İran’ı dengelemek için, Türkiye’nin sınırları ötesine yoğun ölçek ve şiddette güç projekte etmesi gerekecektir. Bu da Türkiye’nin savunma harcamalarını arttırmak zorunda bırakacaktır. Türkiye’nin üstün hava kuvvetlerinin İran’ın nükleer avantajını dengeleyeceği iddia edilse de bu kesin değildir. Türkiye’nin nükleer güce ulaşmak istemesi ise; uzun ve meşakkatli bir yol olduğu gibi, bunun ülke üzerinde özellikle Bati ile arasında bir takım sıkıntılar yaşatacağı da aşikardır.

Türkiye’nin İran ile ilgili uluslararası diplomatik sürece kendi aklını ve sesini katması gerekir. İran’ı korumak için ya da savaşa ilke olarak karşı durmak gerektiği için değil; savaşın Türkiye için çok ciddi maliyetler ve riskler getirecek olması nedeniyle Ankara, süreci kendi çıkarları doğrultusunda etkilemeye çalışmalıdır. Aksi takdirde ABD Başkanı Obama’nın “havuç ve sopa politikası” devreye girmeye devam edecektir.

İran’ın kontrollü bir şekilde nükleer enerji elde etmesine de izin verilmelidir. İran’ın, taktik alandaki başarılarını, stratejik boyuta aynı ölçüde taşıyamayan bir ülke olduğu belirtilmektedir. Ankara’nın sorunun çözümüne katkısı: İşler askerî harekât noktasına gelmeden, İran rejimine orta bir yol bulunması konusunda arabulucu ya da yol gösterici olabilir. Hatta Türkiye BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğindeyken BM’den de destek alarak bu arabulucu rolünü üstlenmelidir...

Doğan ORMANKIRAN
iletisim@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

Cözüm Bagimsizliktan gelir Yüksek Yargi görevini yapmali

Ülkede ki Libos takimi irak.da öldürülen müslümanlar ile ilgilli birsey yazamadi ayni durum iran icin gecerli olacakdir. DEVletin iran islam cumhuriyeti ile yapacagi ( YAZILI ) isbirligi bütün Dünya kurumlarini baglayacak nitelikte olmali ne Pentagon ne Beyaz Saray ne bilmem neyi buraya nifak tohumu ekememesi icin caydirici önemler alinmasi zorunludur. Bildigimiz gibi iran bop kapsaminda suc isleyenler tarafindan tekrar vurulursa Türk Devleti önceden hazirlikli olmali ve kardeslerinin yaninda safhinda yer almali bunu yapmazsa kendisi hedef olacagini zaman belirleyecek zaten degil mi !

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.