Gül Aday Değilmiş. Erdoğan mı? Seçilmiş...

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Tamer YAZAR
Yazının Yazıldığı Tarih: 
29/06/2014

Tabi ki böyle bir şey yok ama, “oldu da bitti maşallah” diyen geleneksel Türkiye yaşamının bilinen repliği bu önemli seçim için de tekrar edilir olmuş, hatta AKP noktasında duranlar, Erdoğan’ın olası KUTLAMA konuşması için BALKON kısmında toplanmaya başlamış… !!!

 

Olmayacak bir senaryo değil… !

Hatta eldeki tek senaryo…

 

Aslında Abdullah Gül’ü dinlerken, gülümsememek zor… !

 

Niye mi?

 

Cevap vermeden önce, okuyalım…

 

 

“Ben aday olmayacağım. Bunu aslında 30 Mart mahalli seçimlerinden önce de biz kendi aramızda konuşmuştuk Tayyip Bey'le, kendisine de söylemiştim. Dolayısıyla aday olmayacağım. 28 Ağustos'ta inşallah görev sürem bitecek benim.”

 

 

Sahi, bir Cumhurbaşkanı, olası adaylık konusunu iktidar partisinin genel başkanı ile neden tartışır?

İcazet noktası değilse ya da olası bir onay beklentisi, böylesi bir diyaloğa neden gereksinim duyulur?

Peki ya o “kendi aramızda” ifadesi ile, Halkın Cumhurbaşkanı olması gereken bir makam ne demek ister?

 

Aslında sorunumuz da bu… !

 

Sorumuz da…

 

Zira, geldiği siyasi oluşumdan kopamayan bir Cumhurbaşkanı tam olarak ne yaşar, onu izliyoruz… !!!

Ve verdiği kararlar noktasında Halk ve Hükümet arasında kalan bir makam ne sıkıntı yaşar, ona şahitlik ediyoruz…

 

Haklısınız, Abdullah Gül’ün yaşadığı BASKI’nın derecesi nedir, bilinmez…

Ama o BASKI’nın finalinde gelen alkışlara bakacak olursak, Hükümet gayet memnun… !

 

“Sayın Cumhurbaşkanımız da 7 yıldan bu yana örnek bir Cumhurbaşkanlığı yaptı. Kendisine teşekkür etmemiz lazım” diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç noktasında izlediklerimizi sıralarken hele ki… !

 

Bu ifade, TEŞEKKÜR’den öte bir teşekkür…

“Bu kadarmış” diyen bir TEŞEKKÜR…

Sıradakine yol açan bir TEŞEKKÜR…

 

Peki, sıradaki kim?

Erdoğan mı?

 

Ha bu arada, Arınç, EMPATİ de yapmış… !

 

“Kısaca şunu söyleyeyim, ben İhsanoğlu'nun yerinde olsaydım ve bu teklif bana yapılsaydı, şahsen bunu reddederdim” demiş…

 

Ve eklemiş de… !

 

“Önce ismi üzerinde bir tartışma oldu. Kimse doğru dürüst telaffuz edemedi. Kimisi Faruk Bal gibi İslamoğlu demeyi tutturdu. Kimisi Ekmaleddin, kimisi Ekemeddin kimisi bir başka şey söylemeye başladı. Hatta bir karikatür vardı söylemeyeyim. Bütün bunlar yapılırken bir şey oldu. Sonunda Ekmeleddin İhsanoğlu, hatta Ekmeluddin İhsanoğlu 'Herkes bana Ekmel bey der zaten' deyip kestirdi attı. Bunu ben çok büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Madem ki seni aday yapmışlardır, içinde din kelimesi geçen ismine de saygı duyacaklardır.”

 

Şu an bu yazıyı yazarken gülümsediğimi itiraf etmeliyim.

 

Hele ki, ismin içinde geçen DİN kelimesi ile DİN karşıtlığı yapıldığına işaret eden bir Hükümet temsilcisinin Ankara’dan bizi yönettiği, yönetebildiği bir ülkede yaşarken, ama yaşadığıma da hayret ederken, hatta nefes alabildiğim her ana şükrederken ve o şükür halim için tahtalara vururken...

 

Sahi, ismin söylenmesindeki zorluğu bahane eden kesimler o DİN kelimesine mi takılı kalmışlar?

Tüm derdimiz, zorumuz, o DİN kelimesinin verdiği rahatsızlık mıymış?

Bugüne ekli Dün’ün tüm gündemi bu muymuş?

 

Bu kadar mıymışız?

 

Ötesi yok muymuş?

 

Sahi, DİN, bu kadar mı BATTI siyasetin içine?

Bu milleti yönetmek için bu kadar mı ELZEM oldu?

Elde avuçta kendimizi inandıracak başka bir şey kalmadı mı?

Ya diğerlerini YANLIŞ göstermeye yarayacak başka ARGÜMAN… !

 

Yok mu?

 

Bıraksak mı DİN VE YARATANI kul vicdanına ve siyaseti de uzak tutsak kutsallığımızdan, kutsal bildiklerimizden, kirletmesek hırslarımızla, doymak bilmeyen düşmanlığımızla, kazanmak için kaybettirme telaşımızla…

 

Sahi, zor mu?

 

Tamer YAZAR

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.