Didem Öğretmen ve Çiçekler

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Burak H. ÖZDEMİR
Yazının Yazıldığı Tarih: 
04.05.2012
Sizler onu tanımazsınız..
 
Onu en iyi 'çiçekleri' tanır..
 
Onlar kadar olmasa da, çok az da ben..
 
Adı Didem..

 
Anadolu'nun ücra köşelerinde görev yapan, binlerce kahraman ve cefakar eğitim neferimizden sadece bir tanesi o..
 
Ağrı Doğubeyazıt'da çiçeklerini büyütüyor.
 
Tıpkı Siirt'den Sinem, Kahramanmaraş'dan Ömer, Erzurum'dan Mehmet, Hakkari'den Selcan ve daha adını bile bilmediğimiz on binlerce öğretmenimiz gibi..
 
Zaman zaman dertleşiyoruz..
 
Sıkıntılarını anlatıyor bazen..
 
En son dertleştiğimizde bana Doğubeyazıt'a ilk gittiği günü kaleme aldığını anlattı. Ve benle yazdıklarını paylaştı..
 
Şimdi izin verirseniz Didem öğretmenin o muhteşem ve beni çok etkileyen kaleminden genç bir eğitim neferinin Doğubeyazıt'da ki çiçekleri ile ilk tanıştığı günü sizlerle paylaşayım.
 
Bu ülkede en önemli görevi yapıp, en azla yetinmeye çalışan, atanamayan, emeğinin karşılığını alamayan, güvenliği sağlanamayan, polisten şiddet gören, hakkını araması engellenen öğretmenlerimizin, herşeye rağmen çiçekleri için verdiği mücadelenin adı Didem öğretmen..
 
Ve işte onun kendi ağzından kendi hikayesi...
 
KORKARKEN
 
Elbet benim de bir hikayem var.
 
Bir başka yerinden yazıyorum yüreklerinizin.
 
Adı unutulmuş, kimileri tarafından daha hiç duyulmamış bir yerinden… Günlerin birbirini kovalamaktan yorulduğu, farklı bir zamandan…. 
 
Uzun zaman önceydi.
 
Topladım valizimi, içinde umut parçaları, idealist ruhum, biraz kıyafet, azıcık gelecek. Başladığım yolculukta, gözlerinde ürkekliği barındıran babam ve bir otobüs refakat etti bana, bu denli uzun olacağını bilmiyordum yolun, gittiğim yerin nasıl bir yer olduğunu da…
 
Yolculuk boyunca düşündüklerim, bazen boğdu beni, öyle ya uzaklaştığım şehir, yedi tepesine aşık olduğum, yedi tepesinde aşkı bulduğum, yedi kere tepetaklak olduğum yerdi. Uyudum yolda, rüyalarımın tarif edilir tarafı yoktu, hala anlatabilmiş değilim kimseye.
 
Derken, toprak damlarla karşılaştım, korktum, cesaretimden ödün vermemek için sırıtır gibi yaptım, babama baktım. 
 
Doluydu gözleri…
 
Biliyorum içinden ‘nasıl bırakırım seni burada’ diyordu, ama o da gülümsedi. Bize refakat eden otobüs tebessümünü esirgedi. Yavaşladı, yavaşladı ve o adını unuttuğunuz garip şehre getirdi beni. Babamı da getirmişti ama, o etrafa garip garip bakan gözleriyle, beni otuz kere geri götürmüştü yedi tepeye…
 
İndik otobüsten.
 
Okumak için yanıma aldığım, ama ayrılığın verdiği iğrenç yürek burukluğu yüzünden, yolda kapağını açmadığım kitabım elimden düştü. Eğildiğimde anladım, artık yedi tepe, yedi kat yerin dibine girmişti, başka bir yerde vuku bulacaktı gelecek. Doğruldum, silkindim, içten içe tepindim, etrafıma baktım, babamı görmemeye çalışarak…
 
Ağrı dağı çıktı karşıma tepesinde kar vardı hala, oysa eylüldü aylardan, kınamadım onu, eylüldü aylardan ama benim yüreğim buz tutmuştu… 
 
Katlanan bacaklarım yürümeme engel değildi, soğuyan ellerimle yapıştım babamın o sıcacık eline, güçlüydüm. Kirli gibiydi gördüğüm bütün yüzler, esmerliklerinden olsa gerek diye düşündüm. Babam işlevimden bahsediyordu, yeni yeni tanımaya çalıştığı insanlara, 'eğitmen' diyordu, çocuklarınıza geldi…
 
Diller farklıydı, konuşulan bozuk Türkçe yedi tepeye rest çekiyordu adeta. Fonda yine farklı dilde çalan, ama insanın ruhunu okşayan tınısıyla, güzel bir türkü vardı.
 
Sıcaktı insanlar, kirli ama sıcak… 
Daimi değilim babamla dönerim fikri üzerine düşünür gibi yapıp turist rolü oynadım ben. Sarayına gittim, gezi amaçlı hemen o gün. Ayrılığı unutur gibi yaptım, gülüyor gibi yaptım, susmuyor gibi yaptım, konuştuklarımı anlıyor, söylenenleri duyuyor gibi yaptım… 
 
Yapamadım…
Bir otel odasına sığındık geceden kaçıp. Soğuktu, yüreğim gibi. Uyumadım gece, uyanmadım sabaha yani, güneş beni değil, ben güneşi karşıladım. 
 
İlk iş günüme salaş gittim, ne giyindiğimi bile hatırlamıyorum. Servis, benim gibi düşünceli yüzlerle doluydu, merhabayla yetindik. Servisten indiğimdeyse beni karşılayanların sıcaklığını asla unutamam. Kirli minik suratlar, temiz bedenlere yapışmıştı. Değişik bir dilde ‘hoş geldiniz’ dediler. Hoş bulmuştum…
 
Bu denli sıcak geleceğini düşünmemiştim eğitmenliğimin, böyle soğuk bir şehirde… Babamın elini bıraktım, onlar tuttu elimden, sürükleyerek sınıflarına götürdüler, sınıfıma… Gitti babam, gözü arkadaydı biliyorum ama gitti, ben buradayım, hem de 3 yıldır… 
 
Kimileri görev aşkı dedi buna, kimileri doğuya acıma, kimileri idealizm, kimileri kalabalıktan kaçış.
 
Ben diyorum ki kendimden kaçarken, kendimi buldum. Yağmurdan kaçarken, doluya tutulmak gibi… 
 
Didem D.
 
 
 
Burak ÖZDEMİR
iletisim@politikadergisi.com
 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.