BOP veya GOP Ne Fark Eder; Amerikan Emperyalizmi Emperyalizmdir(!)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye’de üzerinde yıllardır tartışılan hususların başında gelmektedir. Toplumumuzun, ulusalcı-muhalif kanadında bulunan kitlelerin seslendirdiği reelpolitik:

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP’UN eşbaşkanı olduğudur. Az çok bilineceği üzere Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Amerika Birleşik Devletlerinin emperyalist ihtiraslarının ambalajlanmış ve kılıflanmış şeklidir.

 
Ortadoğu coğrafyasının petrol ve doğalgaz rezervleri bakımından Kuzey Amerika ve Rusya gibi aktörlerden sonra önemli bir role sahip olması, bu coğrafyanın hem jeo-stratejik hem de jeo-politik önemini daha da fazla arttırmaktadır.
 
Muhalif cepheden gelen başbakanın BOP’un eşbaşkanlığını yaptığı iddialarına rağmen, başbakanın bu savları kesin bir dille yalanlaması ilginçtir.
 
Bilindiği üzere Amerika Birleşik Devletleri, Irak’a Saddam Hüseyin’in elinde kimyasal silah olduğu bilgi ve bulgusu üzerine, bölgeye barış(!) ve demokrasi(?) getirme adına girdi. Daha spesifik olarak söylemek gerekirse, ABD’leri Irak’ı işgal ederken, Irak halkına daha fazla demokrasi ve daha fazla insan hakları vaadinde bulundu.(Yersek…)
 
Irak halkının ve dünya kamuoyunun desteğini almak için, özellikle ABD derin devlet destekli basın kuruluşları, sürekli, Saddam rejiminin elinde, kimyasal silah olduğu masalının propagandasını ve psikolojik işgalin altyapısının teşkilini hazırladı.
 
Hatırlarsanız; o dönemlerde, Türk basınında da bu yönde haberler yapılmıştı. Tabii ki, şu gerçek, Irak, Suudi Arabistan, Mısır, İran gibi ülkeler, tekdam idaresiyle, dikta rejimleriyle ABD ve AB’liğine angaje olan siyasetler izlemişlerdir. Burada, İran İslam Cumhuriyetini, İslam devrimin yapılmasından sonraki süreçte ayrı tutmak gerekir.
 
Bugün, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in en büyük düşman devlet-haydut devlet-şer ekseni olarak addeddiği ülke, İran’dır. 
 
Ortadoğu’nun içinde bulunduğu durum, ve Türkiye’nin bölgedeki tek laik ve demokratik devlet modeline sahip olması, Amerika Birleşik Devletlerinin; Türkiye’yi, diğer ülkelere “model ülke” olarak lanse etme durumuna neden olmakta.
 
Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olması, yani din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmış olması, Türkiye’ye “Ilımlı İslam devleti” modelinin biçilmesine vesile olmuştur. Amerika Birleşik Devletlerinin Türkiye ile olan ilişkilerinde, diyaloglarında, işbirliği arayışlarında, sürekli, Türkiye’nin “Ilımlı İslam” özelliğine vurgu yapması -ki bu nitelik ABD tarafından Türkiye’ye uygun görülmüştür- Türkiye’yi bölgede istikrar ve huzurun yegâne temsilcisi olma payeliğine eriştirmiştir. Tabii, Türkiye’nin ne kadar huzurlu bir ülke olduğu da(!) tartışmalıdır.
 
Türkiye’yi, Ortadoğu ülkelerinden ayıran temel özellikleri, iyi kötü işleyen bir “demokrasisinin” olması ve Seküler hayat tarzının ve düzenin olmazsa olmazı bir nevi sigortası; “laiklik” ilkesinin tartışmalı da olsa mevcut olmasıdır. Pekâlâ, Türkiye’de tatbik edilen laiklik ilkesinin; özgürlükler, din ve vicdan özgürlükleri, insanların mensup oldukları dinin gereklerini ifa etmede, sorunlara neden olduğunu da belirtmemiz gerekir.
 
Ortadoğu’da diktatörlükle yönetilen ülkelere Türkiye’nin “emsal” olarak lanse edilmesinde, belirttiğim gibi, tartışmalı hususları bir kenara bıraktığımızda, ülkenin siyasal rejiminin parlamenter demokratik sisteme dayanmasıdır. Ülke yönetiminin “anayasal” çizgiler çerçevesinde, “milli irade ve egemenliğe” dayalı olarak seçimle tayin edilmesi, Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında kim ne derse desin, tek ve biricik olmasına sebep olmaktadır.
 
Tüm bu nitelik farklarını belirttikten sonra, ABD’nin gerçekten de Ortadoğu’da zengin, müreffeh, huzurlu, istikrarlı bir ülkeler düzlemi istediğini iddia edebilir miyiz?
 
Her şeyden önce, bazı konulara açıklık getirmekte fayda var:
 
1.Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında ORTADOĞU’DA at oynatan emperyalist ülke, İNGİLTERE’DİR. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin, Kurtuluş Savaşı süreçlerinde, savaş meydanlarından çok İngiltere’nin emperyalist stratejileriyle de savaştığı unutulmamalıdır.
 
2.İkinci Dünya Savaşından sonra, Avrupa’nın; Hitler’in faşist yönelimleriyle kaos ve tantanalı sürece gark olması, ORTADOĞU’DA, İngiltere’nin yerini, AMERİKA’NIN almasına neden olmuştur.
 
3.ABD, özellikle Ortadoğu havzasındaki Arap Devletlerinin, istikrarsızlaştırılmasına çalışmış, burada kendi desteklediği kukla yönetim görünümündeki “dikta/faşist” rejimlere yol vermiştir.
 
Bugün toplumumuzda ve dünyada, Büyük Ortadoğu projesinden belki, yeterince bahsedilmemektedir. Ya da bu ileri sürülen BOP olgusunun, safsatadan başka bir şey olmadığı dile getirilmektedir. Kimler tarafından bunun safsata veya alavere olduğunun söylendiği, daha önemlidir. Evet, bunun gerçekliğinin olmadığını söyleyen kesim(ler) kimlerdir?
 
Aslında bu konuyu dikkatle masaya yatırdığımızda, bunun Amerikan projesi olmadığı, bölgede yaşananların tarihin bir evrim geçirmesinin neticesinde yaşandığıdır(!). Gerçekten de öyle midir? Yoksa, bu “masala” inanalım mı? Ben, kendi adıma şerh koymayı yeğlerim. Ne de olsa, ABD'nin politikalarının romantizmle değerlendirilemeyeceğini, bilecek kadar “akla” sahibiz. . . 
 
Çok fazla uzaklara gitmeye gerek yoktur. En azından TUNUS, MISIR, IRAK, LİBYA, YEMEN, FAS, BAHREYN gibi ülkelerde yaşanan halk hareketleri üzerinden meseleye yaklaşmak, belki daha yararlı olabilir.
 
Tunus’ta 22 yıldır ülkeyi “demir yumrukla” yöneten Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkesinde işsizliğe ve ekonomik istikrarsızlığa neden olan hukuksuz ve nizamsız idaresi, geniş kitlelerin öfkesinin ve sabrının patlamasına neden oldu. Basından da takip edildiği kadarıyla, Tunus devlet yönetiminin boğazına kadar “yolsuzluk” işlerine bulaştığı, ülkenin zenginliklerinin birkaç zümre elinde toplandığı, Zeynel ailesinin servetinin halkın yaşam standardının yüzlerce misli üstünde olması, halk nezdinde bir uyanışın teknolojik aygıtların da varlığıyla doruğa çıkmasına neden oldu.
 
Aynı şey, Mısır’da da yaşandı. Mısır’ı 30 yıldır yöneten Hüsnü Mübarek’in toplum tarafından protesto edilmesi, hem de görülmemiş şekilde ölüm pahasına haftalarca TAHRİR MEYDANINDA yatıp kalkmaları, kamp kurmaları, Mübarek’in kontrolündeki silahlı güçlerle mücadele etmesi, artık Arap toplumlarında da diktatörlükle yönetilmek istememenin bir bilincinin oluşmasıydı. Tabii ki, burada Mısır Silahlı Kuvvetlerinin- ordunun- tavrının uzunca bir süre “muamma” yaratacak şekilde belirsiz olması da önemlidir. Şunu da sormak gerekiyor: Acaba Tunus’tan başlayıp Mısır ve Libya’ya da sıçrayan halk hareketlerini, özgürlük talebi olarak mı okumalıyız?
 
Petrol ve doğalgaz, daha uzunca bir süre kapitalist ve emperyalist küresel güçler için, en önemli ve vazgeçilemez bir meta olmaya devam edecektir. Endüstriyel toplumdan enformasyon toplumuna bir dönüşüm yaşanmışsa da, “endüstriyel üretim” devam etmektedir. Bugün gelişmiş ve doymuş ülkelerin, üretiminin işgücü safhasında çalışanları, sanayi toplumunun niteliklerini taşımamakla beraber, daha fazla entelektüel vasıf gerektiren donanımlı işler ve üretimler gerçekleştirmektedirler.
 
Ortadoğu halklarının görece zengin petrol ve doğalgaz rezervleri, Ortadoğululara bırakılamayacak kadar “hayatidir”, Batılılar için. Bundan ötürü, yıllardır bölge halklarının zulüm görmelerine ve istibdatla yönetilmelerine sözde “seyirci” kalmaktadırlar.
 
Suudi Arabistan’ın sahip olduğu rezerv 259 milyon varil, dünya rezervleri içinde yeri %19
 
İran’ın sahip olduğu rezerv 137 milyon varil, dünya rezervleri içinde yeri %10
 
Irak’ın sahip olduğu rezerv 115 milyon varil, dünya rezervleri içindeki yeri %9
 
Kuveyt’in sahip olduğu rezerv 101 milyon varil, dünya rezervleri içindeki yeri %8
 
Birleşik Arap Emirlikleri’nin sahip olduğu rezerv 97 milyon varil, dünya rezervleri içindeki yeri %7
 
Libya’nın sahip olduğu rezerv 44 milyon varil, dünya rezervleri içindeki yeri %3
 
Nijerya’nın sahip olduğu rezerv 37 milyon varil, dünya rezervleri içindeki yeri %3
 
Katar’ın sahip olduğu rezerv 25 milyon varil, dünya rezervleri içindeki yeri %2
 
Ortadoğu coğrafyasına baktığımız vakit dünya petrol rezervlerinin %62’sinin Arap milletlerinin olduğu bölgelerde üretildiği görülür.
 
Gerçek olan petrol olgusunun ORTADOĞU BÖLGESİNDE olduğu, ve gelecek süreçler içinde petrol emtiasının stratejik hammadde olma konumunu koruyacağıdır. Bu bağlamda dünya ölçeğinde en fazla petrol tüketen ülkeler; ABD VE Çin'in bu bölgedeki petrolü denetim altında tutma adına girişecekleri güç mücadeleleri…
 
Büyük Ortadoğu Projesi veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'nin, Amerikan ve Batı bloğu ülkelerinin sömürü ihtiyacının tedariki maksadıyla yapılandırıldığını, kem küm etmeden dile getirebilmeliyiz. Bazı liberal aydınların, Ortadoğu’da yaşanan halk hareketlerini değerlendirirken gayet “insancıl” yaklaşımlar serdetmesi, çok da bakış açısını değiştirmemelidir.
 
Eğer, Türkiye’de yaşadığımızın farkında ve Ortadoğulu yanımızın da olduğu bilinciyle bu bölgeye- Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya- “oryantalist” gözlüğüyle bakmaz isek, bu halk hareketlerinin de özgürlük, ifade hürriyeti, daha fazla demokrasi, eşitlik, hak, hukuk, adam/insan yerine konma, hakça yaşam ve paylaşım talepleri olduğunu söyleyebilir, ve bunun kutsiliğine kendimizi inandırabiliriz.
 
Haşmet Babaoğlu, Sabah Gazetesi'ndeki (28.03.2011) tarihli makalesinde şunları nakşediyordu:
 
[ Bekleyin! Batı'yı da değiştirecek bu isyan!
"Halklar birbirinin dilini anlar; hangi ülkede olursa olsun sokaklar birbiriyle anlaşır" derler ya...
Her zaman doğru değildir!
Mesela bizim sokaklar Arapların demokrasi arzusuna mesafeli yaklaşıyor.
Kahve sohbetlerine kulak kabartın; işyerinde arkadaşlarınızla tartışın, göreceksiniz ki...
Arap İsyanı'nın altında hâlâ bir çapanoğlu arıyoruz. Kitlelerin demokrasi susuzluğundan değil de, petrolün pis kokusundan falan söz ediyoruz.
 
Bu da bizim trajedimiz tabii!
Malum Batı karşısında eziklik duymak çok inciticidir. Bunu yaşayan halklar acısını "daha ezik" olduğuna inandıkları halklardan çıkartırlar.
İşte tam da bu nedenle...
Sıradan okumuş yazmışımız, alçak ve yüksek bürokratımız, kendini pek "çağdaş" sayanımız, hatta en mazlumdan yana olanımız dahi..
Kendi kendine kaldığında şu düşünceye teslim olur: Demokrasi Batılılara layıktır. Biz bile hâlâ "hazır değiliz"dir!
Eh, Araplar mı? Onlar başlarında çapsız diktatörler olmadan yaşayamazlar ki!
 
Dün Akşam'daki yazısında Cemalettin Taşçı ne güzel ifade etmişti...
Walesa önderliğinde Polonyalılar yapar ama Araplar, hele Libyalılar asla yapamaz; ne de olsa Polonyalılar Avrupalıdır, diye düşünen...
Şişine şişine "bu Ortadoğu toprakları hep diktatör çıkartır" demeyi marifet sanan ama Stalin'in, Hitler'in, Franco'nun nerde çıktığını unutan kafalar...
Bir süre daha akıl erdirmek istemeyecek ama isyan ateşi sürecek!
Zaman zaman tökezleyerek de olsa, Arap dünyasına sahici demokrasi gelecek!
 
Biliyorum, Ankara'nın yüksek tepelerinde bile "Suriye'de olmaz" fikri hâkimdi.
Vakti geldi, görüyoruz olup olmayacağını! 
"Petrol krallıklarında olmaz" diyenlerin de yanıldığını göreceğiz sonunda.
Belki bu "devrim"lerin 20 yıl kadar geç kaldığını söyleyebiliriz.
Akademik dünyamız falan pek farkında değildi ama birçok Arap sosyolog Doğu Bloku'nun yıkılışından hemen sonra özellikle Mısır ve komşularında bu isyan ateşinin tutuşacağını sanıyordu.
Mesela önemi bir akademisyen olan Nazih Ayubi "Over-Stating the Arab State" adlı çok değerli çalışmasında bu beklentisini açıkça ortaya koymuştu.
Çünkü Ayubi'ye göre Arap devletleri "zorba"ydı ama "güçlü" değildi.
Başlangıçta cılız görünen bir isyan bir anda domino etkisi yaratabilirdi.
 
Son notum şu...
20 yıl gecikme insan hayatı için uzun fakat toplumların hayatı için kısadır.
Şimdi Libya semalarında boy gösteren Fransız savaş uçaklarına kanmayın!
Ömrü yeten...
Ortadoğu'daki değişim rüzgârının en sert ve belirleyici etkisinin Batı üzerinde olacağını da görecek!
20 yıl sonra tarihin şafağına biraz Mağripli, biraz Anadolulu, hatta Mezopotamya kültürüyle haşır neşir yepyeni bir Batı doğacak!] 
 
Kibirlenmeden ve böbürlenmeden baktığımız vakit Sayın Babaoğlu’nun düşünceleri gerçekten de değişen Arap coğrafyalarını anlamak açısından, alışılmış ve olağandan farklı ve daha iddaalı. Fakat, gezegenimizde hâlâ değişmeyen tek ideal/idea, sömürgeci ülkelerin, emperyalist faaliyetlerinin devam ettiğidir. Her ne kadar, teknolojinin ve haberleşmenin “çağ” atladığı zamanları tecrübe ediyorsak da, bu mikro teknolojik aygıtların haflızalarımızın tahayyül edemeyeceği kadar fazla işlemi ve görseli, dakikalarla ölçülecek hızda gerçekleştirmesi, kapalı toplumlarda dahi yapılanları dünyaya sızdırabilmiş, küresel kamuoyunun desteğini almada başarılı olmuşsa da…
 
WİKİLEAKS belgelerinden daha sonra görüyor ve öğreniyoruz ki…
 
Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve İsrail’in dünya’yı, ulus devletleri, Arap coğrafyalarını, mazlum toplumları, kendi kaderlerine bırak(a)mayacaklarını…
 
Kurtlar...
Kurtlarla dans…
Teknoloji ve haberleşme gelişmiş ise de…
Kurtların, kendi bölgeleri dışındaki beslenme kaynaklarına olan iştahları devam etmekte…
 
Gelelim Türkiye’ye…
Türkiye’nin bu olan bitenler karşısında rolü, pozisyonu, veya yapabileceği katkıları, ya da kendisine biçilen vazifesi(?) ne, nedir, yoksa bu minvalde şeylerden söz etmenin abeste iştigal mi olacağı?
 
Başbakan Erdoğan, mütemadiyen mazlum ülke toplumları ve toprakları üzerinde hiçbir şekilde kirli, karanlık, gizli planlarının, projelerinin, hedeflerinin olmadığını dile getirdi.
 
Herhangi bir ajandalarının da olmadığını ifade etti. Hatta, Mısır’da cereyan veren halk hareketleri sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ak Parti Grup Toplantısında, Mısır Lideri Hüsnü Mübarek’e atfen, halkının sesine, taleplerine kulak vermesi gerektiğini, gerekirse, Devlet Başkanlığı görevini bırakmasını açık yüreklilikle(!) ve net olarak salık vermişti. Aynı şeyleri, Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali içinde dile getirmişti.
 
Türkiye’nin DIŞ İŞLERİ BAKANLIĞINA getirilen Sn. Ahmet Davutoğlu’nun belirlediği, çizdiği, bizzat kendisinin direksiyonunda olduğu AHMET DAVUTOĞLU DIŞ POLİTİKA sürecini ayrı bir yere konumlandırırsak…
 
Türk kamuoyunda ve Batı Avrupa ülke basınında artık ağızlara sakız hâle gelen, NEO-OSMANLICILIK politikalarını, diplomasisini, komşu ülkelerle yürütülen “sıfır sorun, esnek ve oynak eksenli” dış politika düsturunu, SURİYE, ÜRDÜN, LÜBNAN, IRAK, RUSYA, UKRAYNA gibi ülkelerle “vizesiz” geçiş protokollerinin imzalanması ve buna paralel ticari ilişki ve faaliyetlerin, 2002-2010 açısından zirveye tırmandırıldığı reelpolitiğini bir yana bırakırsak…
 
Şuan nazariyle işbaşındaki siyasi iktidarın/hükümetin, emperyalist ve sömürgeci faaliyetler ve hedefler içinde ve niyetinde olmadığını gönül rahatlığıyla ifade edebiliriz.
 
Şimdi, o zaman, BÜYÜK ORTADOĞU veya GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ meselesine gelirsek, ve ne iş, Türkiye’nin buradaki dahli nedir diye sorarsak, kısıtlı enformasyon bakımından, gerçekten de…
 
(. . . . . . . . . . .)
 
Adalet ve Kalkınma Partisi ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkiyi, adamakıllı ortaya çıkaracak(=çıkarabilecek) bir babayiğit var ise, ve onun somut olarak ifşa edeceği belgeleri de görebileceksek, durumu, daha sağlıklı değerlendirebiliriz…
 
Çünkü, kurtlar bölgededir…
Eğer, sen kurt olmayı istemiyor ve tercih de etmiyorsan…
Kurtlarla dans sırasında partner olursun...
Dansı yöneten, her an partnerini değiştirebilir ve seni unutuverir…
Umarım, Türkiye, nereye ve nasıl adım atacağını biliyordur…
 
Erhan SALMAN
iletisim@politikadergisi.com
 

Yorumlar

Kurtlar Türk, İran ve Suriye kuzularını parçalamak istiyor!

Kurtlarla sadece öykülerde veya filmlerde dans edilir. Emperyalist kurtların tek derdi gözüne kestirdiği kuzuları parçalayıp yemektir.

Emperyalizm sömürgeleştirmek istediği ülke ve bölgelere müdahale için ‘demokrasi’ ve ‘insan hakları’nı sadece BAHANE olarak kullanmaktadır. Kendisinin demokrasi ve insan hakları ile bir alakası yok ki başkasına götürsün! Daha dün Wall Street'te finans kapital çetesini protesto eden kendi göstericilerine nasıl insanlık dışı davrandığına bütün dünya tanık oldu. Kaldı ki gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelere demokrasi ve insan haklarını götürecek öyle mi? İnsanlık emperyalizmin Afganistan ve Irak'ı nasıl demokratikleştirdiğine tanık olmadı mı?

Gelelim ‘Arap Bahar’ına. Neden bu ‘Arap Bahar’ı Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt vb. gibi ülkeler için çok görülür? Hâlbuki bu ülkelerde demokrasinin "D" si bile yoktur. Çünkü onlar sıkı emperyalist işbirlikçisidirler de ondan. Emperyalizmin gerçek derdi öncelikle hem Kuzey Afrika'da hem de Ortadoğu'da kendisiyle Türkiye'de AKP iktidarı gibi sıcak işbirliği yapan rejimleri iş başına getirmektir.

Öte yandan Kuzey Afrika Müslüman ülkelerine bahar mı geldi kış mı geldi henüz belli değil. Mısır’da diktatör Mübarek’ten yönetimi ABD yanlısı askeri yönetim devir aldı; Mısır halkı hala isyanda! Tunus’ ta diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’den sonra yapılan seçimi "dinci" parti kazandı. Libya’da Kaddafi’nin katlinden sonra şeriat uygulanıyor. Yemen ve Suriye ise kan revan içinde!

Türkiye emperyalizm için, Ortadoğu’da "tek laik ve demokratik devlet modeline sahip" olduğu için "Model" ülke değil, Türkiye başta ABD olmak üzere emperyalizmle(AB ile de) çok iyi işbirliği yaptığı için "Model Ortak" tır. Kaldı ki Türkiye'de artık 9 yıllık AKP iktidar döneminde ‘Laik, Demokratik, Sosyal Hukuk Devleti’nin yerinde yeller esmektedir. Türkiye bugün Kanun Hükmünde Kararname’ler ile tek adam tarafından yönetilmekte; ülkenin milletvekilleri, siyasetçileri, gazetecileri, subayları hapiste çürütülmektedir. Basın sadece iktidarın sesi, yargı sadece iktidarın koruyucusu, devlet sadece iktidarın kadrosundadır. Türk ekonomisinin en stratejik noktaları yabancı sermayenin elinde, Türk siyaseti emperyalizmin emrindedir.

Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) ile kurtların niyeti Türk, İran ve Suriye kuzularını da parçalamak, İsrail gibi bağımsız, kendilerine sadık ve uydu bir Kürt devletini bölgede kurmaktır. Çünkü bu yeni uydu devlet onlar için yeni bir üs, yeni bir çıkar bekçisi olacaktır. Kurtlar 1991 yılında 1. Körfez savaşı ve arkasından 2003 Mart ayında askeri işgal ile Irak kuzusunu parçalamış; ortaya Barzani yönetiminde bir aşiret devletçik çıkarmıştır. Sıra Türk, İran ve Suriye kuzularını parçalamaya gelmiştir.

Kurtlar şimdi de Suriye'ye saldırıyorlar. Yalnız bunu bizzat kendileri yapmıyorlar. Onlar artık ellerini ve dişlerini kana bulamak istemiyorlar. Bu işi işbirlikçisi AKP'ye ve onun tartışmasız lideri RT Erdoğan'a havale ettiler. Onlar bu avın kendi askerleri bakımından hem kansız hem de çok ucuz olacağının hesabını yaparken, RT Erdoğan ise Osmanlı padişahlığının rüyasını görmektedir! Evet, bir noktayı galiba unuttuk: Kurtlar ile dans sadece öykülerde veya filmlerde edilmez! Rüyalarda ve hayallerde de pekâlâ kurtlarla dans edilebilir! Yalnız, parçalanacak olan çoban değil, kuzudur!

Sayın Mcagirici, yorumunuz,

Sayın Mcagirici, yorumunuz, gerçekten de bir makale hüviyetinde olmuş...

Uzatmadan, sıkmadan, değişik bir bakış ve yorum açısı...

Elinize ve aklınıza sağlık...

Teşekkür

İlginize ve övgünüze teşekkür ederim!

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.