Yüksek Öğretim Komutanlığı Hayırlı Olsun!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Türkiye, birçok toplumsal olayın ve etnik kimliklerin rahatlıkla siyasete malzeme yapıldığı bir ülke olma özelliğine sahiptir. Kişisel fikrimdir, siyaset gibi yüce bir kurumun böylesi kavramlarla meşgul edilmesine şiddetle karşıyım. Toplum üstü bir faaliyet zinciri, silsilesi olan siyaset özgür bırakılmalıdır. Siyaset inançları kendisine konu başlığı olarak görmez. Çünkü bu başlıkların kullanılması bir danışıklı dövüşe yol açar. İnançsal argümanlar her zaman siyasetin belirli bir zümresine hizmet vermiştir. Türkiye gibi “laik” ülkelerde bu hizmet kolay bir şekilde partileri iktidar yoluna kanalize edebilmektedir.

Türkiye’nin en önemli iki politik sorunu, esas itibarıyla sosyolojik sorunlardır. Ülkemizde siyaset kurumunun ve biliminin yeterince işlememesi sonucu sorunların çözülme zemini kayarak farklı bir saha tarafından çözülmek istenmektedir. Bahsi geçen sorunlar terör sorunu ve türban sorunudur. Son dönemlerde terör örgütünün eylemsizlik kararı alması sonucu terör gündem içinde ikinci sıraya düşmüştür. Türban sorununa gelince, pek de iç açıcı gelişmelerin yaşandığını söylemek zordur.

Referandum sürecinde yayımlanan yazımda, kullanılan argümanların fazlalığı sebebiyle seçim dönemine girecek olan Türkiye’de gündemi tıkayacağını söylemiştim. Yaşanan gelişmeler haklı olduğumu göstermiştir. CHP’nin meydanlardan türbana ilişkin değerlendirmeleri, çözeriz çıkışları referandum sürecinde kullanılmaması gereken bir argümandı. Görünen o ki, kendileri de bu süreci parti içinde yeterince çözümleyememiştir. Gerek grup içerisinden yükselen sesler gerekse seçmenlerinde ortaya çıkan ‘algılama’ sıkıntısı CHP’yi zora sokmuştur.

İktidar açısından değerlendirecek olursak, süreç tam da kendilerinin istedikleri gibi gitmektedir. Yerleşik sisteme karşın muhafazakar yaşam biçimini siyasetin birimleriyle harmanlamaya çalıştığı için “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” sabıkasını yiyen AKP, doğru bir strateji ile tüm kurumları kendi görüşü ile donatma yolunu seçmiştir. Son örneğini 12 Eylül referandumunda gördüğümüz gelişmeler, geçtiğimiz günlerde yapılan HSYK seçimlerinde Adalet Bakanlığı personelinin ezici zaferi ile sonuçlanmış ve kendilerince son kale de düşmüştür. Bundan sonra gelişecek olan muhafazakar politik açılımları kendisinin değil, muhalefetin yapmasını beklemek olağanüstü akıllıca bir düşüncedir. Ve geldiğimiz noktada da başarıya ulaşmış bir söylemdir. Türban ile ilgili bir öngörüşün AKP tabanından gelmesi toplumda kaygıları körükleyecek bir gelişme olacağından ötürü bu adım için sabırsızlıkla karşı bloğun hamlesi beklenmiştir. O hamle de muhalefet partileri tarafından atılmıştır. Başbakanın “eğer samimiysen talimat ver, komisyon kuralım bu sorunu çözelim” çıkışı da AKP’nin konu için ne kadar iştahlı olduğunu gösterir. Gerek AKP gerekse CHP kendi içerisinde de çatlaklarla karşı karşıyadır. İki partinin de “kampa girmesi” bunun en somut göstergesidir. AKP’nin Kızılcahamam kampında kurucu üyelerinden birinin “Artık türban sorununu çözemeyecekseniz, bizler meclise türbanımızla giremeyeceksek; parti tercihimi değiştirebilirim” çıkışı çok önemli bir çıkıştır. Diğer taraftan CHP’nin Abant kampında türbana karşı özel bir antipatisi olan Canan Arıtman’ın başını çektiği “muhalif grup” da yabana atılacak değildir.

Sonuç olarak iki partide de türbana karşı gerek içeriden gerek dışarıdan ciddi bir tepki birikimi yaşanmaktadır. Ve bu tepki birikmeleri partilerden birisinin tabanında ciddi bir kayba yol açacaktır. Bu partinin hangisi olduğunu zaman gösterecektir.

YÖK’ e ilişkin tahlillere gelince…

YÖK; 1980 faşizminin en önemli örneğidir. YÖK’ü kaldırmaya nedense hiçbir parti özellikle yanaşmamaktadır. 2002 yılına kadar YÖK, muhafazakarların şikayet ettiği bir kurum olma özelliği göstermekteydi. Şimdi ise laik yapının şiddetle istemediği, hatta ve hatta başkanını görmeye tahammülü olmayan bir yapıya dönüşmüştür. YÖK’e ilişkin benzetmelerin ilkini Taha Akyol yapmıştır. YÖK için Yüksek Öğretim Komiserliği diyen Akyol, özellikle Kemal Gürüz dönemi uygulamalardan rahatsızdır.

Ben ise olayı biraz daha yukarı çekmek istiyorum. YÖK bir komiserlik falan değildir. Yusuf Ziya Özcan dönemi YÖK düpedüz bir komutanlık haline dönüşmüştür: Yüksek Öğretim Komutanlığı!

Hatırlatmakta fayda gördüğüm bir olayı paylaşayım: Eski maliye bakanı Kemal Unakıtan ile bürokratı arasında mikrofonların açık olduğunu fark etmeden yaptıkları bir dost sohbeti(!) gündemde yerini almıştı. Bürokratı, Unakıtan’a “YÖK başkanı nasıl bir şey çıktı yahu, sesi bile çıkmıyor” dedikten sonra Unakıtan “isterse çıksın, fazla kalamaz orada” anlamına gelecek sözler söyleyerek olayın iç yüzünü ortaya çıkarmıştır.

Üniversitelerin asli görevi bilim üretmektir. Yüksek Öğretim Kuvvet Komutanı Özcan döneminde yayımlanan uluslararası makale, hakemlik, düzenlenen uluslararası sempozyum (Batı üniversiteleri bazında) ve en başarılı ilk yüz üniversite bazında Türkiye’den kaç üniversite olduğu sayılarını alt alta toplarsak ne kadar bilim üretildiğini görürüz. Bilim üretme noktasında sıkıntı yaşamamıza rağmen bilimsel hizmet alanların kılık ve kıyafetleriyle uğraşmak, üniversitelerin sözüm ona “özgürlükçü” kimliğinin gereği olarak gösterilmektedir. Kılık ve kıyafetten önce gelen öğrencilerin barınma sorunu, harçların yüksekliği, ikinci öğretim ücretlerinin olağanüstü rakamlarla telaffuz edilmesi, KYK’ların kontenjan sorunu, Eskişehir’de KYK’nın kız öğrenci misafirhanesinde 80 kız arkadaşımızın bir arada kalması gibi sorunlar, nedense Komutanlığın ilgi sahasına girmemektedir.

YÖK Komutanı Özcan, geçenlerde anayasal suç işlemekten çekinmemiştir. Türbanı ile derse gelen İstanbul Üniversitesi öğrencine akademisyen mevcut düzenlemeyi hatırlatarak dersten çıkması gerektiğini söylemiş, kızın itirazı sonucu akademisyen öğrenciyi dışarı çıkarmak zorunda kalmış, bunun üzerine öğrencinin itirazına karşı Komutanlık İÜ’ye yazılı olarak dersten çıkarmanın mümkün olamayacağını belirten bir yazı yollamış ve öğretim üyesine soruşturma açmıştır. İki yıl önce Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği düzenlemeden Komutanlığın ya haberi yoktur, ya da bu düzenleme bizi bağlamaz istediğimizi yaparız tarzında bir anlam çıkarılmıştır. Komutan daha da ileri giderek, kendini hukukun yerine koymuş, başı açıkların da güvencesi benim diyerek, kendi adına kanun koyucu görevini üstlenmiştir. Bu yazı yazılırken, Komutanlıktan yapılan bir açıklama ile Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitim Sınavı (ALES)’na girecek adayların türbanlı olabileceğine dair bir karar vermiştir. Yüksek Öğretim Kuvvet Komutanlığı bu kararıyla hukuku üst üste üç kez çiğnemiştir. Tüm bu hukuksuzluğa karşın kendisi hakkında herhangi bir işlem yapılmamaktadır. Yapılmama gerekçesi ise ülkemizde komutanların kolay kolay yargılanamayacağıdır!

Yazı üniversitelere ilişkin bir değerlendirme olduğu için Adana’daki ilköğretim okulunda yaşananlara değinmeyeceğim.

Şöyle bitirelim: 28 Şubat öncesinde de “Efendim bu kadavraların avret yerleri açıkta kalıyor, günahtır” diyerek bilimin katledildiği bir ülkeden türbanıyla üniversiteye girenleri dersten çıkaranların soruşturma geçirdiği bir ülkeye dönüştüğümüz bu günlerde hala darbenin olmadığına inanan kaldı mı acaba?

ilker.ekici@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Benzetmeler

Yazının başlığı hariç içeriğine tümüyle katılırım.Her ne kadar YÖK Anayasal bir kuruluşsa da,görevleri yeniden tarif edilmelidir.Mevcut durumu sadece Üniversitelerde kadrolaşmaya yönelik olan ve genellikle hukuki olmayan uygulamalar yapmaktadır.Mevcut ve yürürlükte olan Anayasayı beğenmeyebilirsiniz. Bunda pek de haksız sayılmazsınız.Ancak uymak zorundasınız.Eğer bu ülke bir hukuk devletiyse,sadece YÖK uygulamalarıyla dahi bu çok tartışılır,yapılması gerekeni yapmalısınız.Yargıyı çevrelemek için değişiklik yapıp bunu referanduma götürmeyi göze almak yerine,örneğin YÖK le ilgili değişiklikleri gündeme getirirsiniz. Hem bunları yapmıyor veya yapamıyorsunuz,hem de bulduğunuz ilk fırsatta,yürürlükte ve uymakla yükümlü olduğunuz Anayasayı delmeye çalışıyorsunuz ve bunun adı siyaset oluyor.Yanılıyorsunuz bu siyaset değil.
Yazının tenkit ettiğim ve katılmadığım başlığına gelince neden her şeyi askerle özdeşleştiriyorsunuz.Bana göre bu pek doğru değil.

Askersel bakış?

Yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim. Eleştirmek doğal bir hakkınızdır. Paylaşılması gereken birkaç husus olduğu kanaatindeyim. Yazının başlığı, askerle özdeşleştirmek üzerine yorumlanmamalı, aksine askere öykünme çabaları olarak görülmelidir.
Referanduma kadar, pasif bir çıkış sergileyen YÖK başkanının referandum sonucu, hadi istediğiniz oldu, artık girebilirsiniz tarzı çıkışları ayrıca yasa tanımazlığı noktsında askere öykünmesini vurgulamaya çalıştım. Tabii ki YÖK ün son dönemini eleştirmiyorum. Teziç döneminde de garip eylemler yapılmıştı. Sorunun YÖK ü kaldırmakdan geçtiğini söylüyorum.
Üniversiteleri komiserlik, komutanlık kademesi gibi gören kendisini de baş komutan olarak anlamlandırmaya giden bir YÖK bilimin en büyük düşmanıdır.
Nasıl ki askerin hukuka bağlı kalması gerektiğinin altını çiziyorsak, tüm kurum ve kuruluşların da aynı ölçüyü gözetmesi kamu adına önemli bir sorumluluktur.
Siyasete ilişkin bir bilinmeyenle noktalayayım:
SİYASET, YÜCE BİR KURUMDUR. TAŞ DUVARLARLA FAALİYET SAHASI KISITLANAMAZ..

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.