Tüm Orta Doğu Yerine Sadece Kuzey Irak’a Tam Mesai Harcamak

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

   Ortadoğu bölgesinin genelindeki politik yapı İslami radikalleşmenin ve terörizmin önemli etkenlerinden birisi durumundadır. Arap devletlerine baktığımızda; temel sorun, bu devletlerin Batılı yöneticilerden, emperyalistlerden kurtulduktan sonra yeterli derecede “devlet” olma özelliklerini geliştirememeleridir. Bundan kastedilen, bölge genelinde hâlen kolonyal dönemin izlerini taşıyan elit yönetimlerin demokratik unsurlardan uzak yönetim tarzlarıdır. Demokratik organların, temsil mantığının ve politik kültürün var olmaması, bunların yerine otoriter, totaliter veya diğer demokrasi dışı baskıcı yönetimlerin var oluşu bölge genelinde politik anlamdaki boşlukları radikal İslami grupların doldurmasına yol açmıştır. Diğer bir deyişle, politik-radikal İslam, yönetici grupların oluşturamadıkları hegemonya ve etkinliğin sonucunda oluşan karşı bir oluşumdur. Ortadoğu devletlerinde bu politik bozukluklar halkların baskı altında ezilmiş olmaları ve siyaseten temsil edilme mantığına uzak olmaları nedeniyle daha da artmaktadır ve kaçınılmaz olarak kronikleşmeye başlamaktadır. Bunların yanı sıra, Ortadoğu’daki siyasi birimleri oluşturan devletlerin rejimleri de farklıdır. Bu farklılık, Ortadoğu’nun uzun süre istikrara kavuşamamasında önemli ve sürekli roller de oynamaktadır. Mutlak monarşiler, şeyhlikler, emirlikler, militarist ağırlıklı rejimler, demokratik cumhuriyetler bölge ülkelerinin rejim özellikleridir. Çeşitli ülkelerdeki radikal akımların canlandırılarak tutucu rejimlere karşı harekete geçmesine, Şiilik ve Sünnilik gibi dini mezhep kavgalarının da eklenmesiyle Ortadoğu’da uyuşmazlıklar iyice artmaktadır. Bu artışta, dış ideolojik tahriklerin ve emperyalist güçlerin kışkırtıcı tutumlarını göz ardı edemeyiz. Görüldüğü gibi, politik yapının önemi radikal İslami hareketler ve din bazlı çatışmalarda kritiktir. Politik kültürün oluşmayışının kökeni kolonyal dönem sonrasında hiçbir politik hak sunulmamasına dayanır; politika oyununun oynanmasına hiçbir anlamda izin verilmemiştir. Bu sayede halk;  her zamanki gibi eski aşiret, ağa veya kabile temelli bağlılıklarını sürdürmüş, ilerleyen safhalarda yeni arayışlar içine girmiş, artan tepkileri sonucunda radikal İslami grupları çıkış yolu olarak görmüştür. Arap dünyasında iki ana grup ele alınabilir; birisi modern, seküler elitler, diğeri ise geleneksel veya diğer bir anlamda orijinal toplumlar. Bu iki ayrı oluşum birbirlerine zıt doğrultuda yol alırlar. İki grup arasındaki denge uzun yıllardır elitler lehine iken, son zamanlarda güçlenen ve radikalleşmeyle kimliklerini bağdaştırmaya çalışan “mutsuz orijinal halk” lehine doğru dönmeye başlamıştır. Sonuç olarak; politik yapı demokratik değerlere uzaklığı, baskıcı tutumu ve bozukluklarıyla radikal İslam için elverişli bir ortam oluşturur ve böylelikle alternatif olarak sadece radikal İslami gruplar öne çıkar.

   Bunun yanı sıra diğer iç ve dış faktörler de bölge genelinde İslami radikalleşmeyi ve radikal islam-şiddet-terörizm üçgenini besler. Öncelikle Ortadoğu genelinin ve özellikle petrol zengini veya yoksunu Arap ülkelerinin yaşadıkları sosyo-ekonomik zorluklar bu durumun kaynağının bir parçasıdır. Bu sosyo-ekonomik faktörleri şöyle sıralayabiliriz: 1970 ve 1980’lerden itibaren başarısız ekonomiler, zengin ve yoksul arasındaki farkın her geçen gün artması, beraberinde gelir dağılımındaki eşitsizlikler, her gün biraz daha artan şehirlere göçler, hızlı nüfus artışı, işsizlik ve istihdam sorunları, petrol kaynaklarının kullanımının verdiği rahatlıkla yaşayan elit tabakanın farklı ekonomik yatırımlara yönelmemesi, diğer bir anlamda karlarını yatırıma dönüştürüp ekonomik canlılık sağlamamaları; genel anlamda sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapının uzun yıllardır baskı altında bulunması. Toplum içinde oluşan bu sosyo-ekonomik meseleler, aslında Ortadoğu bölgesinin tarihsel gelişim sürecinin ve geleneksel toplum yapısının bir ürünüdür. Yüzyıllar boyunca çeşitli yönetimler altında kalmaları, siyaset, ekonomi, sosyal hayat ve kültür anlamında geri kalmışlık bu durumu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum karşısında halk, özellikle yüksek sayılara ulaşan genç nüfus, ilk olarak tepkiyi yönetici elitlere yönlendirmekte ve devletlerin ekonomik, sosyal veya politik geriliğini kendilerinden ziyade yönetici tabakayla ilişkilendirerek, tepkilerini oluşturmakta; ayrıca zaman içinde yeterli demokratik temsil sistemlerinin gelişmemesi sonucu istek ve tepkilerin dile getirilememesi insanları devletten ve onun ideolojisinden uzaklaştırmakta; işte bu noktada karşımıza radikal İslam tek kurtarıcı olarak çıkmaktadır.

   Ortadoğu bölgesine has olan bir diğer iç faktör de radikal İslami hareketlere direkt ve çok açık bir motivasyon oluşturan Arap-İsrail çatışmasıdır. İsrail gibi bir devletin bölgede varlığı, yalnız devletleri değil; toplumları da rahatsız etmekte, böylece tepki seviyesi hep yükseklerde seyretmektedir. Artan çatışmalar ve Filistin sorunu gibi akut sorunlar radikal İslami grupları terörizme teşvik etmekte, onlar da bu etkilerini her geçen gün artırmaktadırlar.

İslami unsurlar radikalleşme çizgisine yönelirken, aldıkları yolda dış faktörlerden de etkilenmişlerdir. Bu dış faktörler arasında, uzun zaman süren kolonyal dönem ve günümüzde de özellikle Amerika ve İngiltere’nin bölge içindeki aktif rolleri yer almaktadır. Batı’nın kendi değerlerini Ortadoğu bölgesi için tek çıkar yol olarak sunması da halklar arasında ters tepki yapmış, bazı ılımlıları dahi radikalleştirmiştir. Gerçekte radikal İslami akım, Batı’yı yaptıkları için değil, temsil ettiği değerler ve kimliği yüzünden eleştirmektedir. Tunuslu İslami lider olan Rached Ghannouchi’nin bu noktadaki tespiti ilginçtir: “Doğruyu söylemek gerekirse, moderniteye ulaşmanın tek yolu kendi yolumuzdan, dinimizden, tarihimizden ve medeniyetimizden geçer.” Haifaa A. Jawad, Batı’ya karşı olan tepkiyi beş ana başlıkta toplamaktadır: Haçlı seferlerinin halen süren etkisi; İslam medeniyetinin efsanevi geçmişinin, günümüzde Batı karşısındaki durumu; Amerikan hegemonyası ve eski Batı koloniyalizmi; Arap dünyasının ortasında, Batı desteğiyle İsrail devletinin kurulması; Batılıların Ortadoğu ve üçüncü dünyada hep kendi çıkarları doğrultusundaki baskıcı yönetimleri desteklemiş olmaları; Batı kültürünün tüketim toplumu mantığı.

   Son olarak 11 Eylül saldırıları ve bu saldırıların radikal İslami bir örgüt olan El Kaide tarafından yapıldığının öne sürülmesi, bu olayın Ortadoğu bölgesindeki yansımalarını gündeme getirmiştir. Usama Bin Ladin isminin öne çıktığı bu süreçte başta Suudi Arabistan, Irak, İran ve diğer Ortadoğu devletleri, ABD ve Batı tarafından, terörizme karşı takınılan tutum çerçevesinde büyüteç altına alındı. Ortadoğu bölgesindeki yönetimler olayın şokunu atlattıktan hemen sonra gelişmelerin global ve bölgesel politikalar üzerinde nasıl bir etki yaratabileceğinin hesaplarını yapmaya başladılar. Gerçekten saldırı, insanlığın bugüne kadar gördüğünden çok farklı ve şok ediciydi; ancak bu gelişme dönemsel bir kırılma idi ve en büyük etkiyi bölgede gösterecekti. Ortadoğu alt sisteminde hâlen var olan sorunların hemen hemen tamamı, gerek olayın “faili” gerekse “mağduru” ile yakından ilgiliydi. Ayrıca bu eylem sonucu bölge devletlerinin tavırlarında da, özellikle radikal İslami gruplara ve akımlara karşı, değişimler oldu. Amerika’nın baskılarıyla ve dünya genelindeki tepki doğrultusunda radikal İslami hareketlerin bölge içindeki kanalları kesilmeye başlandı. Yemen ve Pakistan kontrol dışı olan binlerce dini okulu denetim altına aldı. Suudi Arabistan, ülkedeki  200’e yakın vakfın dünya çapında bu hareketlere yaptıkları 250 milyon dolarlık yardımları izlemeye aldı. Ayrıca Taliban rejimini resmi olarak tanıyan üç devletten birisi olan Suudi Arabistan, resmi bir açıklamayla ilişkisini kestiğini açıkladı. Tüm bu girişimlere rağmen yönetimler halkın tepkisinden korktukları için Amerika’ya yakın görünmek de istemiyorlardı; Suudi Arabistan, ülkesindeki üsleri ABD’nin Afganistan savaşında kullanmasına izin vermiş, fakat bunu halka açıklamamıştı. Görüldüğü gibi pratikte de bölgedeki yansımalar gecikmedi. Ortadoğu bölgesinde oluşan bu hava içinde radikal İslami örgütler toplumun iyice derinlerine kaydılar, eskiden ortada yapılan her şey gizli hâle geldi, bu durumun iyi mi yoksa kötü mü olduğunun tek belirleyicisi “zaman” olacak. Bölgede yansımalarının yanı sıra dünyada, özellikle Batı’da yaşayan Müslümanlara etkileri büyük olan 11 Eylül eylemi, bu insanlar tarafından kınanmaya başlandı ve İslamiyet’in barışçıl yanları vurgulandı.

   Sonuç olarak radikalleşme ve İslam, Orta Asya ve Kafkasya’da olduğu gibi Ortadoğu bölgesinde de güvenlik algılamalarını önemli ölçüde belirlemektedir. Ortadoğu bölgesi, geride kalan 1300 yıllık tarihi içinde diğer tüm bölgelerden daha fazla olaya tanıklık etmiş, özellikle İslamiyet’in geleneksel ve tarihsel olgularını yaşamıştır. Tarih içinde gelişimi süren Ortadoğu bölgesi İslami yaşamda da kendine özgü bir yapıya sahiptir. Ortadoğu bölgesine Orta Asya ve Kafkasya ile karşılaştırmalı olarak baktığımızda öne çıkan en önemli fark, Ortadoğu’nun yoğun tarihsel derinliği içinde dinlerin ve mezheplerin daha fazla çatışmaları ve özellikle din bazlı terörizmin daha yaygın olmasıdır. Kuşkusuz Ortadoğu, etnik ve dini çatışmaların en yoğun yaşandığı bölge özelliğini korumaya devam ederken, hem içsel hem de dışsal faktörlerin etkisiyle bu sorun büyümektedir.

   İşte tüm bu sorunlar yanı başımızdayken bizler sadece Kuzey Irak için mesai harcıyoruz. Ne kadar hatalı değil mi?

 

  Gamze.Kona@PolitikaDergisi.com

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.