Tipik Bir Krizin Anatomisi Olarak Minsky Modeli

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mehmet Burak KAHYAOĞLU

   İktisat literatüründe mali krizler; her zaman en çok tartışılan konulardan biri olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Belli dönemler itibariyle, mali krizler geniş kitleleri etkilemeye devam edecek ve ne yazık ki insanlar yine-yeniden yaşadıklarından ders almayacaklardır. Yaşanmış bütün mali krizler incelendiğinde; hemen hemen hepsinin oluşum aşamalarının, gelişimlerinin ve sonuçlarının benzer nitelikler taşıdığı görülecektir. Buradan hareketle; krizleri öngörebilmek, oluşum aşamasında krize engel olabilmek mümkünken, neden sürekli olarak mali krizlerle karşılaştığımız sorusu önem kazanmaktadır.  Bu soruya cevap vermeden önce, “tipik bir mali krizin anatomisini” anlatan Hyman Minsky’nin geliştirdiği modeli, “yüzyılın mali krizi” olarak adlandırılan ABD’de başlayıp tüm dünyayı kasıp kavuran, kamuoyunda “mortgage krizi” olarak bilinen krize uyarlayacağız.

   Bir para kuramcısı olan Hyman Minsky’nin geliştirdiği model, mali krizleri son derece başarılı bir şekilde açıklamaktadır ve bu modeli bilenler açısından, yaşanılan bu son mali krizin (mortgage krizinin) öngörülmesi ve sonuçlarının tahmin edilmesi eminim ki hiç de zor olmamıştır.

   Mali kriz  Goldsmith’ in tanımıyla, “bir grup mali göstergenin -kısa vadeli faiz oranları, aktif (hisse senedi, emlak, arsa) fiyatları, mali kuruluşların ticari borçlarını ödeyemez hale gelmesi ve iflasları- tamamının ya da çoğunun hızla, kısa sürede ve çok düzenli bir şekilde kötüye gidişidir.’’(1)

   Patlamalar ve atılımlar, bunalım devresinin yalnızca yükseliş eğilimini ve ilk düşüş eğilimini ifade ederken, devresel bunalım ekonomi tekerleğinin tam bir turunu içerir.

 

   MODEL

   Minsky’ye göre, krize yol açan olaylar makro ekonomik sistemde bazı dış etkilere bağlı olarak gelişen dışsal şokların “ağırlık kazanması”yla başlamaktadır. Bu ağırlık kazanan unsurların niteliği, bir spekülatif patlamadan diğerine farklılaşır.

   Bunlar;

   > Bir savaşın çıkması ya da sonu,

   > Bereketli bir hasat ya da mahsul alamama,

   > Yaygın etkilere sahip yeni bir buluşun -kanallar, demiryolları, otomobiller ve internet- büyük bir kesim tarafından benimsenmesi,

   > Kimi siyasal olaylar ya da şaşırtıcı mali başarılar,

   > Faiz oranlarını aniden düşüren bir borç dönüştürme,

   > Para politikasında beklenmeyen bir değişiklik olabilir.

 

   Ağırlık kazanan etkilerin kaynağı önemli değildir; yeterince büyük ve yaygın ise en azından ekonominin önemli bir sektöründeki kâr olanaklarını değiştirerek, ekonominin yönünü farklılaştıracaktır. Ağırlık kazanan etkiler, bazı yeni ya da zaten var olan alanları daha kârlı hale getirirken, bazılarının kâr olanaklarını da ortadan kaldıracaktır.

   Sonuç olarak, ekonomik birimler kâr olanakları sunan alanlara yönelmeye, sunmayanlardan da kaçmaya başlayacaklardır. Yeni olanaklar, kaybedenlere ağır bastığında yatırım ve üretim hızlanacaktır.  Bu durumda Minsky’ye göre, bir atılım yola çıkmış demektir. Bu modelde atılım, toplam para arzını genişleten banka kredilerinin yaygınlaşmasından beslenir.(2)  Bankalar para arzını genişletebilme yeteneğine sahip kurumlardır. Verili bir dönemdeki verili bir bankacılık sistemi açısından bakıldığında, parasal ödeme araçları yalnızca mevcut bankalar sistemi içinde değil, aynı zamanda;

   > Yeni bankaların kurulması,

   > Yeni kredi enstrümanlarının geliştirilmesi (Menkul kıymetleştirme-türev ürünler), 

   > Bankalar dışındaki bireysel kredilerin artmasıyla da genişleyebilir.

   Önemli politika sorunları, bu parasal genişlemenin tüm kanallarının denetlenmesi sırasında ortaya çıkar. Eski ve potansiyel yeni bankaların istikrarsızlıkları giderilse bile, bireysel kredilerin istikrarsızlığı, yeterince bütünlüklü dürtülerin var olması koşuluyla atılımın finanse edilebilmesi için gerekli ödeme aracı olmaya devam edecektir.(3)  Bu süreçte, piyasa atılımı finanse etmek konusunda her zaman son derece başarılı olmuştur; çünkü balon şişerken piyasada herkes mutludur.

   Artık, spekülasyon güdüsünün insanlara hakim olduğunu ve bunun emtiaya ya da finansal varlıklara yönelik fiili talebe dönüştüğünü düşünecek olursak, artan talep bir süre sonra mal üretim kapasitesini ya da mevcut finansal aktif arzını zorlamaya başlayacak, bunun sonucunda fiyatlar artacaktır; bu da yeni kâr olanaklarının ortaya çıkmasına yol açarak, daha fazla şirket ya da yatırımcıyı cezbedecektir. Yeni yatırımlar gelirleri artırıp daha fazla yatırım arzusu ve yeni gelir artışları yarattıkça, pozitif geri besleme gelişecektir.

   Bu aşamada, Minsky’nin “öfori” (kendini aşırı ölçüde zinde hissetme hali) diye tanımladığı duruma ulaşılır. Fiyat artışı spekülasyonu, üretim ve satış için yapılan yatırımları artırır. Eğer, böyle bir süreç olgunlaşırsa, sonuçta, “aşırı ticaret” olarak adlandırılan durum oluşur. Burada “aşırı ticaret” kavramıyla anlatılmak istenen; saf bir spekülasyon yani emtiaların ya da finansal aktiflerin kullanılmak için değil, yeniden satılmak için alınmasıdır. Ekonomik birimler, diğerlerinin spekülatif alım-satımlarından kâr ettiğini gördükçe, onlar da bu oyuna dahil olmaya başlayacaklardır. Bu aşamada, bütün piyasa katılımcıları varlık fiyatlarının artmaya devam edeceğini düşünmektedir.

   Charles P. Kindleberger’in “Bir insanın keyfini ve akıl yürütme tarzını, bir arkadaşının zengin olduğunu görmek kadar bozan hiçbir şey yoktur.” sözü, kitleler arasında spekülasyonun yayılmasının altında yatan nedenlerden en önemlisini net bir şekilde açıklamaktadır.  Bununla birlikte, kitlelerin zahmetsizce ve yüksek oranlarda kâr olanağı sağlayan alanlara yönelmesi, ekonomi teorisi açısından rasyonel bir davranış biçimi olarak kabul edilmektedir.

   Bu faaliyetlere bağımlı hâle gelen şirket ve hane sayısı, halkın normal koşullarda böylesine tehlikeli işlerden uzak duran kesimlerini de içlerine alarak arttıkça, “cinnet” ya da “balon” olarak tanımlanan şeye dönüşür. Cinnet sözcüğü, akıl dışılığı; balon ise gelecekte oluşacak gürültü ve patlamayı vurgulamaktadır.

   Spekülasyonun nesnesi bir cinnetten diğerine ya da bir balondan diğerine büyük ölçüde farklılaşabilir.  Bunlar;

   > Uzak ülkelerden (arz ve talebin kesin durumunun bilinemediği yerler) ithal edilen mallar ya da uzaktaki piyasalara ihraç edilmek üzere üretilen mallar,

   > Çeşitli türlerde yerli ve yabancı tahviller ve emtia,

   > Arazi, arsa, konut, büro binası, alışveriş merkezi,

   > Kat ve döviz alım satımı için yapılan sözleşmeler olabilir. (4)

 

   Spekülasyon, daha ileriki bir aşamada; gerçekten değerli öznelerden uzaklaşarak, hayali olanlara yönelme eğilimi gösterir. Giderek çok daha fazla sayıda insan, işleyen süreç konusunda sağlam bilgiye sahip olmadan, zengin olmaya çalışır. Bu durumda; süreç, gözünü kâr bürümüş spekülatörler için önemsizdir. Önemli olan, varlık fiyatlarındaki göz kamaştırıcı yükselişlerdir. Dolandırıcıların ve işporta malların yaygınlaşması şaşırtıcı olmaktan çıkar.

   Aşırı ticaret, tarihsel olarak; bir ülkeden diğerine yayılma eğilimi gösterir. Çok sayıda kanalı mevcuttur. Uluslararası ticarete konu olan emtia ve aktiflerin bir piyasada değer kazanması, arbitraj yoluyla diğer pazarlarda da fiyatların yükselmesine neden olur.

   Dış ticaret çarpanı verili, bir ülkedeki gelir değişikliklerini artan ya da azalan ithalat yoluyla diğer ülkelere de yansıtır. Sermaye akışları üçüncü bağlantıyı oluştururken altın, gümüş, döviz alım satımlarından kaynaklanan para akışları da dördüncüyü oluşturmaktadır. Bir de tamamen psikolojik bağlantılar mevcuttur; bu da bir ülkedeki yatırımcıların öfori ya da kötümserliğinin diğer ülkelerdeki yatırımcıları etkilemesiyle oluşur. Küreselleşme olgusunun, günümüzde ulaştığı noktayı düşünecek olursak, psikolojik bağlantıların balonun şişmesindeki rolünü daha iyi anlayabiliriz.

   Spekülatif patlama sürdükçe; (1) faiz oranları, (2) dolaşım hızı, (3) fiyatlar hep birlikte yükselmeye devam edecektir. Bir aşamada ise, spekülatörler ellerindeki aktifleri satıp kâra dönüştürmeye (kırılma noktası) karar verirler; çünkü sonuç olarak, rasyonel bir yatırımcı, kârının en yüksek olduğunu düşündüğü noktada nakde geçecektir. Spekülasyona yeni başlayanlar, işin içinde olanların piyasayı terk etmesiyle dengelendikçe, piyasanın üstünde bir tedirginlik havası oluşacak ve fiyatlar istikrar kazanmaya başlayacaktır. Fiyatların istikrar kazanması, spekülatörlerin fiyatların daha fazla artmayacağını düşünmesine yol açar. Artık herkesin eli, yavaş yavaş silahlarına (satış yapmaya) gitmektedir; ama hâlâ gülmeye ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam edilmektedir. Bu durumda, balonun patlaması için bir kıvılcım yeterli olacaktır.

   Bunun ardından, huzursuz edici bir “mali sıkıntı” dönemi gelebilir. Mali sıkıntı kavramı, şirket finansmanıyla ilgilidir; bir şirket, uzak bir olasılık olsa bile, yükümlülüklerini yerine getirememe durumunu gündemine almak zorunda kaldığında, şirketin mali sıkıntı içinde olduğu kabul edilir. Ekonominin bütününde ise bu, spekülasyon yapan topluluğun önemli bir kısmının likidite -diğer aktiflerini nakde çevirme- arayışına girmesine yol açacak; bu da spekülasyon yapmak için borçlanan bazı insanların kredilerini geri ödeyemez hâle getirecektir. Sıkıntı sürdükçe, spekülatörler yavaş yavaş ya da aniden piyasanın daha fazla yükselmeyeceğini fark edeceklerdir. Artık satış zamanıdır. Reel ya da uzun vadeli finansal aktifleri paraya dönüştürme yarışı bir paniğe dönüşecektir.

   Krizin yaklaştığını haber veren özgün bir işaret de çok sıkışan bir banka ya da şirketin batması olabileceği gibi, bu, mali sıkıntıdan dürüst olmayan yollardan kurtulmaya çalışan banka ya da şirketin dolandırıcılık ya da suiistimalinin açığa çıkması ya da başlangıçta yalnızca fazla değer kazandığı düşünülen asli spekülasyon nesnesinin fiyatının düşmesiyle ortaya çıkabilir.

   Her iki durumda da yarış başlamıştır. Fiyatlar düşer; iflaslar artar. Likidite sorunu olmasa da herkesin en yüksek fiyattan satış yapmasını sağlamaya yetecek ölçüde nakit bulunmaması fikri yayılmaya başladığında panik başlar. Bu durumu en iyi tanımlayan sözcük “şiddetli çekilme”dir. Emtia ya da menkul kıymet alımından şiddetle çekilme, bankaların böylesi aktifler karşılığında kredi vermeyi durdurmasına yol açar.(5)

   Şiddetli çekilme, insanların hızla, kapanmadan önce kapıdan çıkmaya çalışmak için koşuşturdukları bir paniğe benzer. Panik, aşağıda aktarılan üç şeyden biri ya da birkaçı gerçekleşinceye kadar tıpkı spekülasyon gibi kendi kendisini besler. Bunlar;

   1. Fiyatlar öylesine düşer ki, insanlar yeniden likit değeri daha düşük olan aktiflere yönelirler.

   2. Fiyat düşüşleri sınırlanarak, borsalar kapatılarak ya da işlemler durdurularak ticaret engellenir.

   3. Son başvuru mercii (bu durumda merkez bankası) piyasayı nakit talebini karşılamaya yetecek kadar para bulunduğu konusunda ikna etmeyi başarır.

         

   Artık, durum bir güven krizine dönüştüğünden, büyük miktarda para basılmamış olsa bile diğer aktiflere karşı güven yeniden oluşturulmaya çalışılır; yalnızca isteyenin istediği zaman para alabileceği bilgisi bile, nakde olan talebi yatıştırabilir, hatta bu isteğe son verebilir. (!)

   “Son başvuru merciinin devreye girip girmemesi gerektiği ise ayrı bir tartışma konusudur. Bu işleve muhalefet edenler, böylesi bir müdahalenin öncelikle spekülasyonu teşvik edeceğini iddia etmektedirler. Bu işlevi destekleyenler ise; krize yapılacak müdahalenin gelecekteki sonuçlarından çok, güncel kaygılarla hareket etmektedirler. Aynı zamanda, son başvuru mercii olarak, uluslararası düzeyde borç veren kuruluşların yeri konusunda da bir soru işareti söz konusudur. Ulusal krizlerde, hükümet ya da merkez bankası sorumluluk taşır. Uluslararası düzeyde ise, başvurulacak son mercii olarak hizmet etmek üzere, donatılmış ne bir dünya hükümeti ne de bir dünya bankası bulunmaktadır” .(6)

   Net olarak görüldüğü üzere, model; yaşanmakta olan “Mortgage Krizi”nin oluşumu, gelişimi ve sonuçlarını açıklayabilmektedir. Dergimizin bir sonraki sayısında mortgage krizini bu model ışığında inceleyeceğim.

   Kurban bayramınızı şimdiden kutlar, sağlık ve esenlikler dilerim.

 

   Dipnotlar

(1) Kindleberger, C.P., 2004, “Cinnet, Panik ve Çöküş”, s. 7

(2) Kindleberger, 2004

(3) Kindleberger, 2004

(4) Kindleberger, 2004

(5) Kindleberger, 2004

(6) Kindleberger, 2004

 

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 

[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 10’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 10’u indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.