Siyasi Partiler Gerektiğinde Kapatılmalı mı? (2)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Selvihan ÇİĞDEM

   “Siyasi Partiler Gerektiğinde Kapatılmalı mı? (1)” adlı kaleme aldığım konunun ardından, onun devamı niteliğindeki ikinci yazımda hukuksal açıdan biraz daha geniş yelpazede konuya değinmek amacını güttüm.

   Her fırsatta “Türkiye Devleti bir hukuk devletidir”, denilmektedir. Hukukçusundan siyasetçisine, yazarından yolda giden vatandaşına kadar herkes bu gerçeği dile getiriyor. Peki ama hukuk devleti ne demektir? sorusuna cevap aramadan gerçeğin ne olduğunu kavrayamayacağız. Dolayısıyla da “hukuk devleti” dediğimiz olgu ezberden öteye gidemeyecektir.

   1982 Anayasasının 2’nci maddesine göre, “Türkiye Cumhuriyeti ... bir hukuk devletidir”.

   Hukuk devleti, en kısa tanımıyla, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukukî güvenlik sağlayan devlet demektir.

   Anayasa Mahkemesi de 12 Kasım 1991 tarih ve K.1991/43 sayılı Kararında hukuk devleti ilkesini, benzer bir şekilde “yönetilenlere en güçlü, en etkin ve en kapsamlı biçimde hukuksal güvencenin sağlanması, tüm devlet organlarının eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması” olarak tanımlamıştır.[1]

   Anayasalar düzenlenirken veya üzerinde değişiklikler yapılırken; anayasalarla ilgili “iyi” ya da “ideal” tanımlamaları yerine, ölçüt olarak, insanın temel hak ve özgürlüklerinin ne ölçüde yer aldığına bakılmalıdır. Öncelikle bilmemiz gereken; anayasalarla toplumu değiştirmek mümkün değildir. Ama köklü toplumsal değişmeler ve gelişmeler anayasalarda değişikliği zorunlu kılar. 1921 ve 1924 Anayasaları toplumsal değişmelerin zorunlu kıldığı anayasalardı. 1961 ve 1982 Anayasaları ise askeri darbelerin düzenlettiği anayasalardır. Esasen sonraki anayasa kendinden önceki anayasaya tepki olarak gelmiştir. 61 Anayasası 24 Anayasasına karşı tepki olarak gelmiştir. Yürütmeye karşılık yasama ön plana çıkarılmıştır. 81 Anayasası da 61 Anayasasına tepki olarak gelmiştir. Yasama törpülenmiş, “kanun hükmünde kararnameler” çıkmış ve yürütmenin yetkisi artırılarak, yargının yetkileri daraltılmıştır. Buna örnek olarak Danıştay’ın 1/4’ini cumhurbaşkanının ataması, HSYK üyelerinin yine atamalarla gelmesini verebiliriz. Şu anda ülkemizde anayasa değişikliği çok sık tekrar edilmektedir. Bu değişimin altında ise sistem değişikliği beklentisinin yattığı çok açıktır.

   Anayasa Yapma ve Değiştirme

   Askerî olmayan mülki (sivil) toplumun ana dokusunu kişisel hürriyetler vücuda getirmiştir. Burada sosyal “temel yapı”yı açıklamakta fayda var: Sosyal temel yapı, kendiliğinden kurduğu hukuku ve kurumlarıyla varlığını koruyan toplumdur.

   Maurice Hauriou’ya göre sosyal temel yapının unsurları bireyci düzenle kaynaşma halindedir ve üç grupta toplanır:

   1- Kişi hürriyetleri (sivil topumun temelindedirler),

   2- Aşağıdan yukarı kurulan sosyal kurumlar (kişi hürriyetlerinin emrinde koruyucu kuruluşlardır),

   3- Yargıcın yetkisi (hürriyetlerin en yüksek garantileri).

   Anayasanın oluşumunda sosyal temel yapının unsurları şüphesiz göz önünde tutulmaktadır. Buradan anayasa yapımı toplumun bütün katmanlarının “oydaşma” denilen sistemle herkesin kararı ile hazırlanmalıdır, şeklinde bir sonuca ulaşabiliriz. Amaç ise aynı düşüncelerin olabildiğince ortak paydada tutulmasıdır. Oydaşma, bir grup, topluluk ya da toplumun üyeleri arasında, temel toplumsal değerler üzerindeki anlaşmadır.

   Hem savaş hem ihtilal özelliği taşıyan bir dönemde ulusal egemenliğin yansıtıldığı bir meclis kuruluyor. 1921 Anayasası bu meclisin ürünüdür. 1924 Anayasası ise olağanüstü durumdan çıkılıp bir devlet düzenine geçişin anayasasıdır. 1961 Anayasası 27 Mayıs hareketi ile askeri darbe sonucunda yapılmıştı. Bulunan çözüm, ülkenin, cumhuriyetin, devrimlerin anayasada nesnel bir biçimde yansıtılmasıydı. Fakat hazırlanmasında sadece hukukçuların, üniversite elemanlarının ve askerin söz sahibi olması; seçimle gelen milletvekillerinin bu anayasada söz sahibi olmaması nedeniyle, anayasa her ne kadar çağdaşlık taşısa da yapılışında eksikliklerin olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu yüzden 11 yıl sonra değiştirilmeye başlandı ve 19 yıl sürdü.

   1982 Anayasası’nda son sözü yine asker söyledi. 1995’ten itibaren özgürlükler ve haklar çerçevesinde olumsuz değişiklikler yapıldı, hâlâ da yapılmaktadır. Siyasal partilerin bu süreçteki rolüne baktığımızda şu durumda Türkiye’de bulunan çoğunlukla anayasa değişikliği yapmak sakıncalıdır. Meclisin anayasa değişikliği yapması ülkenin geleceği için tehlike taşımaktadır. Bir partinin mecliste çoğunlukta olması o partiye anayasa yapma hakkını vermez. Çünkü meclis her zaman halkın iradesini yansıtmayabilir, hatta demokrasi adına meclis diktatörlüğü oluşturulmuş olabilir. Bu yüzden siyasi partiler de anayasa çerçevesinde davranmak zorundadırlar. Hukuk, meclis de dâhil halk iradesinin de üstündedir. Çoğunluk zorlaması ile değiştirilemez maddelerin anayasada değiştirilmesiyle rejim tehlikeye girebilmektedir. Bundan dolayı Cumhuriyet kazanımlarını ayakta tutacak kurumların bulunması gerekmektedir. Örneğin RTÜK, HSYK, TRT vb…

   Birçok Avrupa ülkesinde siyasi partiler bağımsız hak ve özgürlük olarak görülmemektedir. Bu, dernek özgürlüğünün bir parçası anlamına gelmektedir. Siyasal parti üzerinden anayasal düşüncenin iki boyutu vardır:

   1. Demokrasilerde parti kapatılması:

      > Bireysel özgürlük

      > Siyasal parti özgürlüğü

   2. Siyasal partilerin doğrudan hak sahibi olması, siyasal ve kamusal işlevlere sahip olması ve bunları yerine getirmesi.

   Partilerin neden kapatılması ya da kapatılmaması gerektiğini kurumsal olarak, işlevleri belirler. Bu yüzden partiler kendileri için kanun yapılmasını istememektedirler. Yani yasal düzenlemeleri siyasal parti özgürlüğünü kısıtlayıcı unsur olarak görmektedirler.

   Türkiye’de siyasal partilerin birtakım ayrıcalıkları vardır. Partinin tabanıyla ilişkisini canlı tutabilmek ve onu kötü amaçlı kullanımlardan uzak kılmak için partiye devlet tarafından maddi destek verilmekte, kitle iletişim araçlarından yararlanması sağlanmakta, vergi indirimine gidilmektedir. Amaç partileri, çoğulcu demokrasilerin taşıyıcıları durumuna getirmektir. Fakat bunların sonunda anayasa denetlemesi olması gerekmektedir. Eğer bir siyasi parti dışardan maddi destek alıyorsa yapılacak şey devlet desteğinin kesilmesi değil, o partinin temelli kapatılmasıdır. Bunun en açık örneğini AKP’nin yolsuzluklarının kurumlaşmış yapısı olan “Deniz Feneri” oluşturmaktadır. Bu sayede dışardan kasasına kaynak aktarımı yapan AKP, icazetini de bu kaynağın geldiği yerden almaktadır. Attığı hiçbir adımın ulusal çıkarlarla bağdaşmaması bu yüzdendir.

   Tüm bunlara bakarak pasif demokrasi yerine mücadeleci demokrasinin kabul edilmesi gerekmektedir. Mücadeleci demokrasi anlayışı, her ne kadar siyasi partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsuru olsalar da, (çoğulculuk) demokrasinin kendi kendini koruması amacıyla; demokratik rejime zarar verecek olan siyasi partilerin kapatılmasını öngörür. 1961 Anayasası’nın beş temel özelliğinden birisi olan mücadeleci demokrasi anlayışı, demokrasinin işlemesi adına irade ve fikir özgürlüğüne belli yasaklar getirmektedir. Örneğin; bir parti faşist, ırkçı, bölücü, dinci görüşleri savunamaz. Ülkenin demokrat olmasının şartı -ülke çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde- özgürlüğün temel değer olarak korunmasına hizmet etmektir. Bu yüzden parti kapatmak için gerekli maddelerin anayasadan çıkarılması o partiye açılan davaları etkilemez.

   Parti kapatma bağlamında milletvekilleri, dokunulmazlıklarının olduğu düşüncesiyle; kendileri yargılanmadıkları için, partilerinin de yargılanamaz olduğu düşüncesindedirler. Çünkü parti kapatmadan kişilerin yargılanması aldatmacadır. Anayasaya ters olan birçok sakıncalı konu mecliste konuşulmuştur, konuşulmaktadır. Partilerin kapatılmasında bu konuşmalar delil olarak kullanılacağı yerde, dokunulmazlık zırhı yüzünden hiçbir milletvekili yargılanmamaktadır.

   Parti kapatmaları ile ilgili söylenecek bir diğer konu da siyasi partilerin ceza hukuku bağlamında ele alınamayacağıdır. Bu bağlamda gündeme gelecek olan “Anayasa Hukuku”dur. Partinin kapatılması bir ceza yaptırımı değildir. Fakat “Anayasa Mahkemesi”, her defasında parti kapatmayı bir ceza hukuku davası haline getirme çabası içindedir ki bu yanlış bir tutumdur. Ceza hukukunda siyasi partiler inceleme altına alınamaz. Eğer bir suç işlemişlerse, ceza hukuku, o partinin sorumluları hakkında harekete geçer. Anayasa Mahkemesi ise iddianameyi reddetme yetkisi varmış gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından açılan davanın kabulü ya da reddi yoluna gitmiştir. Siyasi Partiler Yasası hükmünde de açık şekilde ortaya konulmuştur ki dava dilekçesi verildiği anda kapatma davası açılmıştır. Anayasa Mahkemesi iddianameyi reddetme yoluna giderek büyük bir yanlış yapmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin kapatılması davasında yapılan hataları da söyleyen Yargıtay Onursal Başsavcısı Sayın Sabih Kanadoğlu şöyle değerlendirmektedir:[2]

   “Kapatma davasındaki oylamanın üç etapta yapılması gerekirken tek oylamada birleştirilmesinden çıkan karar sağlıklı olmaz.

   Kararda tek oylama ile, 6 üye partinin kapatılmasına evet derken, 4 üye hazine yardımından kısmen ya da tamamen mahrum bırakma uygulansını, 1 üye de davanın reddini istedi. Oylama anayasaya uygun olmazsa işte varılan sonuç bu olur. İlk oylamada, parti, laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı olmuş mudur? Olmamış mıdır? Bu oylanmalıdır. Bu oylama yapıldıktan sonra ikinci etaba geçilir. İkinci oylamada; bu oylamaya ret kararı veren kişi de katılmalıdır (CMK hükümlerine göre).

   Bu odak olma durumu kapatılma yaptırımı uygulama ağırlığını taşıyor mu, taşımıyor mu? Buna göre 6 evet, 5 hayır oyu çıkacaktı ve kapatılma kararı verilemez denilecekti.

   Peki, üçüncü oylama nasıl yapılacaktır?

   Son oylama hazine yardımından ne miktarda mahrum bırakılacağına ilişkindir. Oylamaya 11 kişi katılacaktır. Tamamından ya da yarısından mahrum bırakılması için oylama yapılacaktı. 6 kişi zaten en ağır cezanın verilmesini istedi, ondan sonra tamamından mahrum bırakılma oylaması yapılmalıdır. Bu oylamayı yapmazsanız 4 kişinin devlet yardımından mahrum bırakma oyunu alır, azınlık oyunu çoğunluk oyu yaparsınız. Çağdaş hukuk devletlerinde böyle bir karar göremezsiniz. İlk oylamada 11 üyenin 10’unun laiklik ilkesine karşı eylemlerin odağı haline geldiğine ilişkin oy verdiği, 6 üyenin de kapatma oyu verdiği durum acıklı bir durumdur. 6 kişi karşı oy yazmaz. Fakat 4 kişinin oyu çoğunluk kararı olarak yansıtılmıştır.”

   Her zaman söylediğimiz gibi demokrasinin kendini koruma hakkı varsa, demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışan grubun o faaliyetlerine müsaade edilmeyeceği de çok açıktır. Bu durumda, laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu tespit edilen bir partinin değil yeni anayasa yapma yetkisi, anayasa üzerinde değişiklik yapma hakkı bile yoktur. AKP’nin sık sık dillendirdiği anayasa değişikliğinin altında iki neden yatmaktadır:

   1- Saydamlık ilkesinin geçerli olmadığı iddiası,

   2- Daha çok oy alma kaygısı ve oy çoğunluğuyla bundan hız alarak kendi istediklerine uygun değişikliklere gitmek istemeleri.

   Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar

Siyasi partiler ancak hukuk çerçevesinde demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Her ne kadar darbe sonrası gelen ve eksikleri bulunan bir anayasa olsa da en özgürlükçü anayasa özelliğini taşıyan 1961 Anayasası’nda hukuk devletinin şartları:

   • Kurallar toplumdan gelecek,

   • Bu kurallar evrensel hukuk ilkelerine ve insan haklarına uygun olacak,

   • Bu bağlılık yargı organları tarafından denetlenecek,

   • Bu denetlemeyi yapan yargı organları bağımsız ve tarafsız olacak.

   Maddelerinde belirtilmiştir.

   Fakat 1982 Anayasası ile bol gelen (!) 61 Anayasası’ndan hızla uzaklaşıldı. 1921/1924 Anayasaları kuvvetler birliğini öngörüp yürütmeyi bir “yetki” sayarken, 1961 kuvvetler ayrılığını öngörmüş ve yürütmeyi bir “görev” olarak tanımlamıştır (md. 5/6/7). Yürütmenin “görev” olarak tanımlanmasının açılımları şunlardır:

   > Görevli kurum anayasa kurallarına uymak ve görevini ifa etmek mecburiyetindedir.

   > Bu tanımlamanın nedeni 1961 Anayasasının demokrasiye en çok zararın mecliste çoğunluğu sağlayacak iktidar partisinin oluşturacağı yürütme organından geleceğini hesaplamış bu da yürütmeyi bir görev olarak nitelendirmesine sebep olmuştur.

   82 Anayasası ile güçler birliği yeniden uygulamaya koyulmuştur. Kuvvetler ayrılığı ilkesi aynı düzlemde değil piramit şeklinde olmalıdır. Yasama ve yürütme yargının bağlamında çalışmalıdır. Hukuki yargı bu yüzden vardır. “Bir parti %47 değil %98 oranında oy sahibi de olsa eğer anayasayı tek eline almışsa ve onu kendi görüşleri doğrultusunda kullanıyorsa neden hukuka ve anayasaya ihtiyaç vardır?” diye sormak gerekir. Bunun aksi dikta rejimi olur. Çağdaş, demokratik, laik bir hukuk devletinde millî irade dahi hukuka dâhildir. Çünkü millî irade her şeyden önce evrensel hukuka dâhildir.

   Güçler ayrılığı ilkesini ihlal etmek, yasama ve yürütmeyi yargı denetiminden çıkarmak, millî iradeyi devletin değiştirilemez temel ilkelerinin yer aldığı anayasadan üstün tutarak yine millî irade aleyhinde sömürmek, anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerin nitelikleriyle oynamak, mücadeleci demokrasi anlayışını ideolojik anlamda çoğulcu demokrasi anlayışıyla karşı karşıya getirmek, mücadeleci demokrasi anlayışının üç ilkesi olan “demokrasi, laiklik ve bölünmezlik” ilkelerini tartışmaya açmak anayasanın üstünlüğünü ve bağlayıcılığını hiçe saymak olur ki anayasal düzene karşı işlenen suçların başında yer alır.

   Son söz olarak, hiçbir parti ya da parti lideri ya da o partiye mensup herhangi bir kişi Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunu aklından çıkarmamalı ve anayasanın üstünlüğünü halk iradesinin ayakları altına almaya kalkışmamalıdır. Aksi halde rejim tehlikeye girerse bu ülke şimdiye kadarki kullandığı anayasaları sil baştan kullanmaktan çekinmeyecektir.

 

iletisim@PolitikaDergisi.com

[1] (www.anayasa.gen.tr/hukukdevleti.htm, 15 Kasım 2005).

[2] Sabih Kanadoğlu, 22.03.2009 tarihindeki “Anayasa ve Siyasal Partiler Sempozyumu” konuşmasında bu görüşlerini dile getirmiştir.

 

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 23’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi salık veririz. Sayı 23’ü indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.