Şehir ve Elitler Üzerine

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Karanlık, bulutlu ve ıslak bir gün. Sis çökmüş sokaklara ve insanlar her zamankinden daha miskin. Bu şehirde, sıcak mevsimlerde karanlık sabahların sayısı fazlaca değildir. Şehir, insana yaşam sevinci aşılar, yaşadığını hissettirir, sonra günlük karmaşasının içinde insanı yorar, günün sonunda da insanın yaşam enerjisini alır ve bezdirir.

Küçük bir anlaşma gibi yani. Önce gerekli yetiyi sana veriyor, sen de işlerini hallediyorsun; günün sonunda da geri alıyor senden, ödünç verdiği yaşam enerjisini. Şehir kalabalık, şehir insanı yoruyor. Sağa sola koşturan insanlar, bu insanlara bir şeyler satmaya çalışan seyyar ya da sabit satıcılar… Sonra çalışmak, ölene kadar çalışmak! Ölmemek için çalışmak! Heyhat! Eninde sonunda ölüyorsun zaten. Doğmak, büyümek, olgunlaşmak ve sona ermek. Bunu bir devekuşu da bir insan kadar iyi yapabiliyor zaten.

Aristoteles, evreni sınıflandırdığı zaman, varlıkları ikiye ayırmıştı: canlı ve cansız varlıklar. Canlı varlıkları da bitkiler ve hayvanlar diye sınıflandırdı. Sonra da hayvanlar-insanlar diye ayırdı. Bu ayrımda, biçimsel farklar, Aristo’nun kıstasıydı. Biçimsel derken kastedilen ise, bu varlıkların özüne ilişkin bazı yapısal esaslardı. İnsanları hayvanlardan ayıran özellik, bilinçlerinin olması, düşünebilmeleriydi. Belki de antik çağda insanlar düşünebiliyorlardı, kim bilir?

Laf oyunu bir yana, Antik Yunan’da sitelerde yaşayanların hizmetçileri, köleleri olduğundan, düşünmeye vakit bulabiliyorlardı. Kimdi bu sitelerde yaşayanlar? Doğuştan ya da sonradan kazanılma statüye sahip olan bazı elitler.

O zamanki tabloyu da bugüne uyarladığımız vakit bu elitlerin halen var olduğunu söyleyebiliriz. Fransız ihtilali sözde özgürlüğü getirmişti ama Rousseau bile “insan özgür doğar ama her yandan zincire vurulmuştur” demiştir.

Sözün kısası, bu sistem içersinde doğduğumuz zaman, bağımlı olarak doğuyoruz. Bahsettiğim maddi bir bağımlılık. Borçlu doğuyoruz kısacası. Mesela her Türk vatandaşının, Uluslararası Para Fonu’na belli bir miktar borcu var. Sonra da bu borcu ödemek için çalışıyoruz, daha da borçlanıyoruz ve ölüyoruz. Sonra çocuklarımız borçlu doğuyor, onlar da çalışıyor, daha çok borçlanıyor ve ölüyorlar. Bizim çalışmalarımızın sonunda da, modern elitler, sitlerin bugünkü aksı olan şehirlerde yaşayan kaymak tabakanın çalışmasına gerek kalmıyor; onlar rahatça yaşayıp bizim yerimize karar verip düşünebiliyorlar.

Ayağa takılan bir pranga ile duvara bağlanan bir insanla, kredi kartı faturalarını ödemek için parayla, çalıştığı şirkete bağlanan bir çalışan arasında ne fark vardır? Şehirde serbestçe gezip dolaşması mı? (çalışma saatleri dışında)

Şehir her zaman böyle karanlık olmazdı ama yukarıda bahsettiğim benzetmede de görüldüğü üzere, hal-i hazırda kurulu hiyerarşik sistem, yaşadığımız karmaşık şehirleri de bizler için zindana çevirmekte. İnsanların bu benzerliği görmemesi için de, şehir bizlere tüm karmaşasını sunmaktadır.

Bize de çalışıp, elitleri rahatça yaşatmak düşmektedir.

asim.us@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.