Santra Vuruşu Yapıldı Bile…

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

“Sadece futboldan anlayan, futboldan da anlamaz,” sözünü işitmişsinizdir. Efsanevi Arjantinli teknik adam César Luis Menotti’nin adeta anonimleşen vecizesidir.

Özellikle Çarşı grubunun yaptığı eylemlerle renklenen Gezi Direnişi esnasında, tahminimce, “Futbol, sadece futbol değildir,” sözüyle birlikte akıllara en fazla gelen söz olmuştur.

Yirmi iki adamın bir gladyatör savaşlarını anımsatır bir biçimde oynadıkları arenaların/statların siyaset, toplum, insan hakları gibi birçok konuda kitlelerin seslerini duyurabildiği bir mecra haline gelmesinin çok makul bir nedeni de yoktur belki. Kim bilir…

Nasıl oluştuğu konusunda birtakım soru işaretleri barındırmasından çok, elimizde bazı olgular var ve kim ne derse desin, St. Pauli, Livorno, Adana Demirspor, Celtic gibi siyasetle futbolun iç içe girmesine dair net örneklere sahibiz.

Futbol ve siyaset örneklerinin cemaziyelevvelini ele almayacağım bu yazıda. İlgililer bilir, birtakım muteber isim tarafından çoklarca kez değerlendirmesi yapıldı.

Ahvalimizi ve şeraitimizi o büyülü meşin yuvarlak yardımıyla anlatmaya çalışmak niyetindeyim…

***

Kimlik(sizlik)

-          Goooooool!

Top ayaktan çıkmadan spikerin avazı çıkmaya başlamıştı zaten. Simülatif futbolumuzun başat aktörlerinden olan anlı şanlı 1/3 İstanbullu ile “onun rakibi” oynuyordu. Rakibin adının çok da önemi yoktu aslında. İstanbul takımı atağa kalktığında kelimelerinin ritmi mehter marşı gibi ilerlerken, “rakip takım”ın akınında verilen es’ler, sanki taraftarın “Allah’ım gol yemeyelim” dilekleri içindi.

Mesela “rakip takım”ın oyuncularından birinin adı “Drogba/Kuyt’un karşısındaki savunma oyuncusu”ydu…  Nasıl olsa önem arz ettiği takdirde Fenerbahçe veya Galatasaray’a transfer olacaktı…

Herhangi bir maça özgü değil bu yazdıklarım;

***

Memlekette siyasetten sanata, basından sosyal yaşama kadar birçok başlıktaki tekelcilik ve/veya kimliksizlik, futbolumuzu da sarmalamış durumda. Hatta futbol, bu konuda gövde farkıyla önde görünüyor.

Kulüp sözcüğünü, derneğe göre daha özgül amaçlar için bir araya gelmiş insanların oluşturduğu örgütlenme, olarak açabiliriz.

Peki, hiç “kimliksiz” örgüt olur mu?

Peki, ya yönetime katılma?.. Milyonlarca yandaşı olan takımlar bir “para babası” peşinde koşmuyorlar mı, takımlarına “el versin” diyerek.

Böyle örgütlenme mi olur?

(Siyasi taraftar grupları ve semtleri dışında) Üç İstanbul takımı, sevenlerinden milyonlarca güneş yılı uzaklıkta bir reality-show edasıyla kitlelerini sürüklemekte. Diğer kulüpler ise sadece hemşehricilik gibi ‘hasbelkader’ bir tavırla mütevazı ve derinliksiz bir desteğe mazhar olabiliyorlar.

Xsporlar, Sponsorlar…

Bu yıl Süper Lig’de mücadele edecek takımlara göz attığımda günbegün artan sponsor isimleri ile şehir takımlarının (şehir+spor) göze battığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz. İdari açıdan olmasa da taraftarı ve adı açısından Gençlerbirliği’nin dışında özgünlük içeren kulübe rastlamak çok mümkün değil.

Sanayi şehirleri neden yok oldu?

(Rus/Arap sermayesinin aktarımlarını göz ardı edersek) Avrupa örneğine baktığınızda sanayi kentlerinin (Liverpool, Manchester, Milano, Münih vs.) futbolda önde geldiklerini görürürz. Türkiye’de de geçmişte başarılı olmuş olan Kocaeli, İzmir, Adana kentlerinin takımları yerine siyaseten desteklendiği aşikar olan takımların öne geçtiklerini görüyoruz. Hele ki Göztepe ve Karşıyaka’nın neden hala Süper Lig’de olamaması yalnızca ekonomik sorunlarla açıklanamaz gibi…

 ‘Endüstriyel’i geçtik ‘finansal’ futbol başladı

Futbolda kimliksizlik, ‘para babalığı’, özyönetimden yoksunluk yalnızca ülkemize ait olgular değil. Son dönemde Chelsea, Manchester City, Paris St. Germain gibi takımların doğrudan milyarderlere satılması futbolun doğal gelişimini bozduğu gibi (millî takımların çöküşü), takımlar arası malî makası da epeyce açtı.

Avrupa’da, takımlar arası gelir farkı en az olan ülkenin, yani Almanya’nın takımlarının Şampiyonlar Ligi’nde final oynaması, futbolu sadece ‘ayakoyunu’ olarak görmeyenler için büyük umut oldu. Özellikle katılımcılığı ve son yıllardaki altyapı yatırımlarıyla Borussia Dortmund takımının bu seviyeye gelmesi, ümidimizi korumaya vesile oldu.

Arsada oynanan futboldan borsada oynanan futbola gelinen süreçte, endüstriyel futboldan dahi uzaklaşıldığını düşünüyorum. Endüstriyel futbolda, kulüpler birer fabrikayken bu gün futbol kulüpleri spekülatör ya da banker görünümünde. Özcesi, amatör ruhtan vazgeçtik, Alman takımları gibi ‘üretim’ esaslı bile değil milenyum futbol dünyası.

Yazmadan geçemedim…

Herkesin umudu bırakıp gittiği noktada, gözlere fer olan “Gezi Ruhu”, sert siyasi yasakların uygulanacağı bu sezon Anadolu insanının kıvrak zekası ve espirileriyle yasağı aşıp trübünlere reality show’dan öte bir hava getirebilir. Başlama düdüğünü iktidar öttürecek; ama tribünler santrayı yaptı bile.

Kim bilir… Bizim de gözden kaçırdığımız “bağzı şeyler” vardır belki.

Velhasılıkelam…

“Sadece futboldan anlayan,” olsa olsa ofsaytı tanımlayabilir…

Onun da her sene tarifi değişiyor gerçi.

Güzel bir sezon dilerim…

 

Emrah ÖZDEMİR

emrah.ozdemir@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.