PKK/BDP, Neden “Özerklik” te Israr Ediyor? (I)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

AKP’nin “Açılım” politikasının ikinci perdesinde basına sızan görüşme tutanakları, bir zamanlar “azılı cani” olarak nitelenen İmralı mahkûmu terörist Öcalan’ın şimdi nasıl da şımarık ve küstah bir rol üstlendiğini göstermesi bakımından ibret vericidir.

O “azılı cani” artık Türkiye’nin barış ve huzurunun hamisi konumuna getirilmiştir. Terörle amansız mücadele yerine terörle müzakerenin bu somut belirtileri bu işin sonun nereye varacağının daha şimdiden açık bir habercisidir.

“Azılı cani” adeta bölücü ve diktacı “yeni” anayasa yazımını dikte ettirmek istemektedir. Aksi halde Türk halkını iç savaşla tehdit etmektedir. Bu durum, Türk halkı önünde “Açılım ” dan sorumlu Erdoğan için ne derece bir çıkmaz sokak olduğunu göstermesi bakımından çok ilginçtir. Anlaşılan; AKP’nin “Açılım” politikasının bu ikinci perdesi, her bakımdan bu siyasi tiyatro oyunun son perdesi olacaktır; çünkü Türk halkının son aşamada uyanışı ve direnişi artık bir varlık-yokluk nedeni haline gelmiştir.

Emperyalizmin sahneye koyduğu; gerici, işbirlikçi R.T Erdoğan ve bölücü, terörist başı Öcalan’ın başrollerini oynadığı,  Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin de figüran olarak rol aldığı bu siyasi tiyatro oyunu;

  • Ya bölücü ve diktacı “Yeni” anayasayı her türlü yolu ve yöntemi deneyerek Türk ulusuna kabul ettirecekler; böylece Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti yıkıp yerine kendi ikinci cumhuriyetlerini kuracaklar;
  • Ya da AKP hükümeti yıkılarak yerine ulusal demokratik bir hükümet kurulacak ve de Atatürkçü Cumhuriyet sil baştan devrimlerle yepyeni olarak restore edilecektir!

Ülkemiz, şimdi böyle bir çatallaşan yol ağzına gelmiştir. Bu durumda herkes pozisyonu iyi belirlemek zorundadır. Hangi cepheden taraf olduğunu, sonradan pişman olmaması için, yanlış yola girmemek için herkesin çok iyi seçmesi gerekecektir.

Bu bağlamda PKK/BDP ‘nin yeni anayasaya girmesini istedikleri taleplerin nitelikleri üzerindeki tartışmalar çok daha büyük önem taşımaktadır.  

Bu tartışmalar, defalarca belirttiğimiz gibi, çakma “Demokrasi” perdesi altında çarpıtılarak yürütülmektedir. Bu nedenle, biz de ısrarla bu “Demokrasi” sahtekârlığını ortaya çıkarmak mücadelesini vermek durumundayız.

***

Her ne kadar; AKP iktidarının “Açılım” politikasıyla “Yeni” anayasa yazım için görevli meclis “Uzlaşma Kurulu” nun en önemli aktörü haline gelen Öcalan, son İmralı görüşmesinde Türk halkının ulusal tepkilerini dikkate alarak “Federasyon veya özerklik talebimiz yok”  bunun yerine “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kaldırılması talep edilmelidir” dese de “Özerklik”, bu bağlamda merkezi bir konudur. Adı üstünde: Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı!

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı imzalayan ülkeler, yapılacak anayasal ve yasal düzenlemelerle yerel yönetimlerin;

  • Kendi iç örgütlenmesini oluşturmasına,
  • Atanan değil seçilen organlardan oluşmasına,
  • Görev ve yetkilerinin artırılmasına,
  • Gerekli mali kaynaklara sahip olmasına,
  • Kısaca, geniş bir özerklik ve adem-i merkeziyetçilik anlayışının sağlanmasına dikkat etmekle yükümlüdür.

Türkiye yukarıda belirtilen bu koşullara çekince koymuştur.  Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği bu çekincelerin kaldırılması ve yukarıda sıralanan şartların uygulanması için Türkiye'ye uzun zamandır çağrıda bulunmaktadır. Esasen Hükümet, bakanlar kurulu kararıyla bu çekinceleri derhal kaldırabilir. Ancak Erdoğan hükümeti bu sorumluluğu tek başına üstlenmekte şimdiye değin pek cesur olamamıştır. Bu sorunun çözümünü de finale bırakmıştır.

PKK lideri ve şimdiki “Uzlaşma Kurulu” baş müzakerecisi terörist Öcalan, şimdi bu çekincenin kaldırılarak Özerklik veya adem-i merkeziyetçiliğin Türkiye’de anayasal ve yasal düzenlemelerle uygulanmasını talep etmektedir.

***

Eminim ki yukarıda sıralanan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı okuyan herkes, hiç düşünmeden bundan daha “demokratik” bir şey olamaz diye düşünecektir! Gerçekten; ben de aynı fikirdeyim! Merkezi yönetimler karşısında yerel yönetimlerin imkan ve yetkilerinin artırılması; yöneticilerinin seçilmesi vs. bunların hepsi; kısaca, özerklik ve adem-i merkeziyetçilik gerçekten çok daha demokratiktir! Çünkü özerklik, hak ve yetkilerin merkez karşısında halka, tabana yayılmasıdır.

Ancak, bence bu şarta konan çekincenin kaldırılmasının şimdi zamanı değildir!

“Nasıl olur?”, aranızda “Biz demokrasimizi geliştirmek istemiyor muyuz?” diye soranları duyar gibi oluyorum.  Evet, istiyoruz, ama bu şekilde değil.

Bir defa, demokrasimizin özerklikten önce çözülmesi gereken çok önemli birçok ana sorunları var: % 10 seçim barajı, Dokunulmazlık sorunu, Siyasi Partiler ve Seçim yasalarının değiştirilmesi vs. gibi. Demokrasimizin bu temel sorunları yanında özerklik, küçük bir ayrıntıdır!

Fakat Özerklik konusunda çok daha önemli olan bir başka husus var ki bunun ihmali ülkemiz için yaşamsal sorunlar doğurabilir! O da; Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın günümüzün yaşanan siyasi koşullarında Türkiye’ye uygulanması, demokrasimizi geliştirmeyeceği gibi, söz yerindeyse, demokrasimizin büsbütün tasfiye edilmesine neden olacaktır!

Neden mi?

Çünkü ilkesel olarak, yani genel anlamda doğru olan bir düşüncenin, belli somut koşullarda pek ala yanlış ve hatta ters sonuçlar verebileceği bilimsel bir gerçektir. Bu nedenle somut durumun somut analizini yapmak zorundayız!

O halde yanılmamak için; gerçekten prensipte demokratik olan özerklik olgusunun, günümüz Türkiye’sinin yaşanan siyasi koşullarında uygulanmasının hangi sonuçlar doğuracağına daha yakından bakmamız gerekecektir.

Nedir bugün Türkiye’mizin içinde bulunduğu siyasi koşullar?

Ben bu siyasi koşulları şu üç temel noktalarda özetliyorum:

  • Günümüzde emperyalizm, Ortadoğu bölgesinde Türkiye’yi de içine alan, siyasi sınırların yeniden çizildiği Büyük Ortadoğu projesini uygulamaya çalışıyor (BOP);
  • Günümüzde Türkiye,  emperyalist işbirlikçisi, onun Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanlığını yapan ve Ulusal değerleri ayaklar altına alan bir kişinin başında olduğu merkezi bir hükümet tarafından yönetiliyor;
  • Günümüz Türkiye’sinde, bağımsız bir Kürt devleti kurmak amacıyla 29 yıldır terör estiren bir PKK ve şoven Kürtçülük hareketi var.

Emperyalizmin 2003 yılında resmen dünyaya ilan ettiği BOP uygulamaları, son yıllarda Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesinde yüz binlerce insanın yaşamına ve sağlığına mal olmuştur. Bu projenin uygulanması Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da, Yemen’de ve nihayet en son Suriye’de sadece binlerce insanın yaşamına değil, aynı zamanda bu ülkelere gerici, laiklik düşmanı şeriat rejimlerinin gelmesini sağlamıştır.

Hepimizin de bildiği gibi PKK terörü ülkemize 35 binin üzerinde insan kaybına ve milyarlarca dolar maddi hasara neden olmuştur.  Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgesi, PKK terörü ve işbirlikçi AKP hükümetinin gevşek, teröre karşı toleranslı ve müzakereci politikaları nedeniyle neredeyse devlet otoritesinden çıkıp fiilen PKK teröristlerin yönetimine geçmiştir.

Günümüz Ankara’sında hükümetin başında; emperyalizmle işbirliğini inkâr etmeyen, hatta defalarca BOP eş başkanı olduğunu gururla itiraf eden R.T. Erdoğan var. Erdoğan ve hükümeti; kendi siyasi egemenliğindeki meclisten çıkardığı yasal düzenlemelerle, yürütme olarak hükümetin neoliberal uygulamalarıyla adeta ülkemizin yer altı ve yer üstü zenginliklerini yabancı ve yerli finans sermayeye peşkeş çekmekte, 80 yılda bütün cumhuriyet hükümetlerinin yönetiminde inşa edilen halkımızın ortak emeği tesisleri özel şirketlere satmaktadır. BOP eş başkanı Erdoğan hükümeti, 2007 yılından itibaren iç politikada estirdiği antidemokratik, baskıcı, faşist bir siyasi iklimde, Türk ordusunu yıpratmış, ülkenin seçkin ve yurtsever aydınlarını, Subaylarını, milletvekillerini, gazeteci, sanatçı ve siyasetçilerini vs. siyasi tertiplerle zindanlara tıktırmıştır.

BOP eş başkanı olan başbakanın dış politikada ise M. Kemal Atatürk’ün temel barış politikasını terk ederek ülkemizin bütün komşularla olan ilişkilerini bozmuştur. 

Bilindiği gibi AKP hükümeti, hem PKK’lı bölücüleri tatmin etmek hem de kendisine uygun olarak hazırladığı Başkanlık sisteminin federasyona gidecek alt yapısını hazırlamak amacıyla geçen dönem meclisten “Büyükşehir” yasasını geçirmişti. Bu yasa; bazı Büyükşehir belediye sınırlarını il düzeyinde genişlettiği gibi, Büyükşehir sayısını da 16’ten 29’a çıkarmıştır. Bu yasayla AKP, sadece valilerin ve Büyükşehir Belediyelerinin yetki ve görev alanlarını genişletmemiş; ayrıca onların vergi ve kamu gelirlerini de artırarak onları mali bakımdan da güçlendirmiştir. Bu yasa Türkiye’de il düzeyinde oluşan bölgesel özerkliğe ve Türkiye genelinde ise federal bir yapıya (Eyaletler Sistemine) geçiş için atılan en büyük bir hamledir.

Bu bağlamda tarihimize bir göz atarsak, özerklik ve federasyon benzeri bir yapıyla örgütlü olan Osmanlı devletinin, eyaletlerin bir bir merkezden ayrılmasıyla parçalanmış ve sonunda dağılmış olduğunu görürüz. Bugün Balkan ve Arap devletlerinin birçoğu Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu özerk-eyalet yapısı nedeniyle kopmuşlardır. Osmanlı tarihinden bu dersi çıkaran büyük önder M. Kemal Atatürk bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti devletini tekil (üniter) devlet olarak yapılandırmıştır.

Bu nedenledir ki Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü anayasamızın değiştirilemez, değiştirilmesi mecliste teklif dahi edilemez maddeleri içinde yer almıştır.

Bu tarihi dersleri görmek istemeyen, emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) eş başkan olan Erdoğan ve hükümeti; şimdi ülkeyi bölmeyi kafasına koyan bir azılı terörist liderle ittifak yaparak, kendisi de ebedi diktatör olma hevesiyle M. Kemal Atatürk’ün bu tarihi eserini “özerklik ve federasyon” ile bölünmeye hazır hale getirmeye çalışıyor.

Nasıl mı?

Gelecek bölümde daha somut ayrıntılarla bu konuya devam edeceğiz.

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.