Paranın Saltanatı Varsa, İnsanın da Onda Gönlü Var

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

“Yeni nesiller sizlerin eseri olacak” diyerek, o nesillerin eğitimini ve geleceğini emanet ettiğimiz, bir Milli Eğitim Müdürü, “Kızımın düğünü var. Yakında evlenecek. Sana ceza kestim. Kızımın çamaşır makinesini sen alacaksın. Bunun için bana bin 450 lira getir.” diyerek yaşadığımız toplumdaki yozlaşmışlıkların bir portresini sundu bize geçtiğimiz günlerde.

Hiç kızmayalım kendisine. Serbest piyasa koşullarının egemen olduğu, insani değerlerin bu sistemin devamı uğruna hiçe sayıldığı, büyük balığın küçük balığı yuttuğu, para için her yolun mübah sayıldığı bir düzende, sabit maaşla çalıştırdığınız birisi, etrafında ki lüks hayatlara hiçbir zaman ulaşamayacağını anladığı anda, kendi yöntemleriyle o lükse ulaşabilme şansını her zaman zorlayacaktır.

Eşyanın sevildiği, insanın kullanıldığı düzene, insanın bir koyun misali adapte oluşu, onu adeta paranın kölesi haline getirerek, tüm insani ve ahlaki değerler, önemini ve değerini yitirmiş, her şeyin fiyatını bilen, fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen, insan profilini ortaya çıkarmıştır. Benjamin Franklin’in dediği gibi, “insanla para arasındaki ilişki birbirinin sahtesini yapmaya dayalı” bir ilişki halini almıştır.

Söz konusu para olunca, yüzü kızarmayan insanoğlu, onun uğruna bütün değerlerini bırakarak kula kulluk ederek, dolayısıyla paraya iman etmeyi, varlığını sürdürebilmenin teminatı olarak kabullenmiştir. Bu düsturla hareket eden insanoğlu için artık, söz konusu kendisi olduğu için de, varoluş gerçeği ve manevi değerler, onun ilgi alanı olmaktan çıkmıştır. Böylece insan, Hz Ömer’in söylediği gibi, “inandığı gibi yaşamadığı için, yaşadığı gibi inanmaya başlamıştır.”

Bir lokanta(restaurant!)’ya gittiğinizde, aracınızın kapısını tatlı fakat sahte gülümsemeyle açan görevli, yemeğinizi çayınızı tüm nezaketiyle size sunan garson, sokakta ‘abla bir mendil alır mısın’ , ‘boyayım mı abi’ , diyen bir çocuk, her sabah çöpünüzü alan çöpçüler ve buna benzer işleri, yapmak zorunda bırakılan işçiler, adil olmayan düzenin kurbanlarıdırlar. Bu düzenin devamı için, masanın ayaklarından birini oluşturan sabit ücretli çalışanlar da, bu sömürü düzeninin sahiplerine ve savunucularına, bir ömür boyunca kendilerinin göremeyecekleri paraları kazandırmakla yükümlüdürler. Özgürlük ve demokrasi vaatleriyle kandırılmış yığınlar, eşit şartlar sağlanmadığı sürece, bu vaatlerin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini, ancak erdemlerini koruyarak fark edebilirler.

Yaşadığı gibi inanmaya başlayan insanların, paranın saltanatlığına gönül vermesi gerçeği, hepimizin akraba, arkadaş ilişkilerinin ve yaptığımız işlerin geleceğini belirleyen en önemli unsur haline gelmiştir. Parayı elde etme isteği, hayatı idame ettirme amacından da çıkarak, toplumsal statüyü ve çevreyi, ahlakın ve bilginin değil, paranın çokluğuna göre şekillendirmeye, ilişkileri manevi zenginliklerin yerine, maddi zenginlikler temeline oturtmaya başlamıştır. Akılsızlıkları yüzünden, alnında yazılı olandan daha çok acı çeken insan, paranın vereceği sahte mutluluğa aldanmaya devam etmektedir.

Mutluluğu yanlış adreste arayan, gönlünü anlık sahteliklerin cazibesine kaptıran insanoğlu, bu sömürü düzeninin kaderi olmadığı gerçeğini kavradığında, sadece manevi zenginliklerini koruduğunda ve bunun için savaştığında, en mutlu ve en güçlü insan olacağına inanmalı ve bu inançla, paradan başka hiçbir şeyi olmayanlara karşı, bu haksız düzenin bitmesi için, aslında kendilerinin yoksul ve yoksun insanlar oldukları gerçeğini yüzlerine vurarak, ‘insanlık’ mücadelesi vermelidirler.

oguzkemal.ozkan@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.