Osmanlı Devleti’nin 18. ve 19. yy’lar Arası Ekonomik Girişimlerinde Yabancı Sermayenin Etkisi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

  

   Osmanlı Devleti, batılı devletlerin gerçekleştirdiği reformları gerçekleştirememesi, batının pazarı olması, üretimde ilkel yöntemlerin kullanılması ve  kapitülasyonlar sebebiyle batının hegemonyası altına girmişti. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin katıldığı savaşlar zaten çökmüş bir ekonomiyi iyice yerin dibine sokmuştu. 1915 yılında İstanbul ve Anadolu’da büyük işletme sayılan 585 işyerinde, 30.000 sanayi işçisi çalışmaktaydı. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu ekonomik anlamda kendi kendine yetebilmekten uzak kalmıştır. Çünkü sanayi kuruluşlarının kapasitesi küçük, işçi sayısı az ve üretilen ürünlerin kalitesi de düşüktür.

   Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ülkeye gelen yabancı sermaye genelde bankacılık, sigortacılık gibi hizmetler sektörü başta olmak üzere ulaştırma, elektrik gibi alt yapı yatırımlarını gerçekleştirmeye yöneliktir. 0 dönemde yatırımların bir kısmını finanse edebilmek için "Devlet garantili tahvil”ler çıkarılmış, Avrupa sermaye piyasalarında satışa sunulmuş ve elde edilen bu borçlar ancak devletin cari harcamalarını karşılayabilmiştir.

 

 
   Osmanlı’da Gelir Dağılımı
 
   Osmanlı Devleti için yapılacak sayısal veriler sonradan yapılan değerlendirmelere dayanıyor. Bu yüzden bu değerlendirmeye güvenilir diyemeyiz, fakat zihnimizde somutlaştırmak için bu değerleri kullanabiliriz. 
 
   17. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı Devlet'i tarım ürünleri bakımından kendine yeten bir ülkeydi. Ancak, zaman zaman karşılaşılan kuraklık, sel, isyanlar, göçler ve üstüne tımar sisteminin bozulması üretim kayıplarına neden olmuştur. Sonucunda Osmanlı Devleti’nde ekonomik faaliyetlerin tarıma dayalı olduğu gözlemlenmiştir.1914 yılı Osmanlı Ulusal Gelirini İncelediğimizde GSMH içindeki payı %54,2 olduğunu görürüz. Bunu takip eden diğer sektör ise %35,2 ile hizmetler sektörü gelmektedir. Madencilik %0,5 ve sanayi %10,1 dir.
 
  20.yüzyıl başında batı Avrupa’da kişi başına gelir 177$ iken Osmanlı’da bu 44$ idi. 
 
   Osmanlı Devleti’nde Tarım ve Hayvancılık
 
   Osmanlı’da üretim tarıma dayalıdır ve toprak devlet için çok önemlidir. Osmanlı Devleti’nin üretim yapısında devletin belirleyici rolü vardır. Osmanlı Devleti’nin tarım politikasını belirleyen en önemli uygulaması tımar sistemidir. Bu sistemin özelliği; toprağın mülkiyetinin devlete, işleme hakkının köylüye, vergisinin sipahiye ait olmasıydı. Ancak 16. yüzyılın sonlarından itibaren tımar sisteminin bozulması tarımı olumsuz etkilemiştir. İç isyanlar, kıtlık, tımarın hak edenlere verilmeyişi bunun nedenidir. 
 
   Osmanlı Devleti Avrupa’da 18. ve 19. yüzyıllarda gerçekleşen sanayi devriminin dışında kalmıştır. Avrupa’da sanayinin önem kazanmasıyla, tarımsal üretimden elde edilen kâr oranı düşmeye başlamıştır. Bu durum, Avrupa’da tarım ürünlerine ve ham maddeye olan ihtiyacı artırmıştır. Osmanlı Devleti, 20. yüzyıla, tarım sektörünü geliştirmek amacıyla bir reform programı uygulayarak girmiş, örnek çiftlikler kurmuş, tarım okulları açmış ve sulu tarım teknikleri uygulamaya koymuştur.
 
   Belli bir döneme kadar Osmanlı’da feodalite yoktur. Çünkü Osmanlı’da özel mülkiyet seyrek görülür. Osmanlı’da bu düzenin giderek zayıflamasıyla tarımsal mülkiyet yapısında da değişikliğe yol açmıştır. Merkez, gelirleri artırmak için miri toprakları ya satmış ya da vergi toplama işini mültezimlere bırakmıştır. Bu da toprak mülkiyetinde özelleşmeye yol açmıştır. Özelleşmeyi hızlandıran bir diğer etken ise devletin yabancı sermayeye açılması ve bunun sonucunda Batı Anadolu’da pazar için üretimin yaygınlaşmasıdır. Tütün, pamuk gibi sınaî bitkilerin üretiminin yaygınlaşması toprağın özel mülkiyete geçmesini hızlandırmıştır.1878 yılında İzmir bölgesinde tarıma elverişli toprakların tamamı İngilizlerin eline geçmiştir. 1880 yılında Aydın ve yöresinde toplam 2,2 milyon dönüm toprak sulamaya açılmış, 1883de bu alan 4,1 milyon dönüme çıkmıştır. Yabancı çiftçiliklerde özel sulama yöntemlerine başvurulmuş, Aydın-İzmir demiryolu, yörede üretilen ürünlerin taşınmasına katkıda bulunmuştur. Tarımda ilk makineleşme hareketi de bu yörelerde başlamıştır. ( 1838 ve izleyen serbest ticaret antlaşmalarına ve Tanzimat dönemi düzenlemelerine dayanan bir süreç sonunda tarımda piyasa için üretim yaygınlaştı. Bu süreç sırasında 1850'lerden itibaren Osmanlı tarım sektöründe makineler ve modem teknikler kullanımı gündeme geldi.)
 
    Genel olarak özel teşebbüsün ve mülkiyetin belli bir döneme kadar sınırlı olduğu bu sistemde devletin otoritesi sağlam olmuştur.
 
   Osmanlı’da ihracat için üretilen ürünlerde ileri teknoloji kullanılırken, temel ihtiyaç için kullanılacak ürünlerde ve iç pazarda dolaşacak ürünlerde ilkel yöntemler kullanılmıştır. 
 
   Hayvancılık, daha çok Doğu Anadolu, Orta ve Batı Anadolu’da göçebeler tarafından yapılmaktaydı. Hayvancılığın başını koyun, keçi, sığır, manda, at, katır ve eşek çekiyordu. Hayvancılığın yapıldığı bir diğer yer Balkanlardı.
 
   Ankara’da tiftik, Bursa’da ipek, Selanik’te çuha, Bulgaristan’da aba üretimi sanayiye katkıda bulunan önemli ham maddelerdi. 
 
   Osmanlı’da hayvancılığın gelişmiş olmasında, göçebe yaşam tarzı ve ülkenin dağlık oluşunun etkisi vardı.
 
   18. ve 19. yüzyıllarda devlet, asayişi bozdukları gerekçesiyle, bazı göçebeleri yerleşik yaşama geçirmeye mecbur kıldı. Göçebeliğin azalması sonucunda ülkenin geçim kaynağı olan hayvancılıkta bozulmaya başladı. 19. yüzyılda Avrupa’nın hayvan ürünlerine olan gereksinimi, Balkanlar’da özellikle büyükbaş hayvancılığın gelişmesini sağladı. 
 
   Osmanlı Devleti’nde Sanayi
 
   Osmanlı devleti’nde her türlü sanayi üretimi el tezgâhlarında yapılıyordu.19. yy başlarında, II. Mahmut döneminde yeni kurulan ordunun elbiselik kumaş ve ayakkabı gereksiniminin karşılanması için bazı fabrikalar kuruldu. Bunların başlıcaları; Eyüp iplik, İslimye ve İzmit çuha, Beykoz deri fabrikalarıydı. Ancak bu girişimlerden olumlu sonuç alınamadı çünkü Avrupa’da ortaya çıkan  Sanayi Devrimi ile Avrupalılar, her türlü ürünü çok miktarda üretip ucuza mal ettiler ve kendilerine bunları satacak yeni pazarlar aradılar. Osmanlı toprakları hem coğrafi olarak uygundu hem de geri kalmış olması nedeniyle Avrupalılar için önemli bir pazar olmuştur. Osmanlıda Devleti’nde tarım ön plana çıktığı için sanayi kuruluşları ön plana çıkmamış, bunun yanı sıra sanayileşme adına yapılan çalışmalar da içinde bulunulan şartlar nedeniyle başarıya ulaşmamıştır. Batı’da sanayileşme devrimi olmadan evvel, Osmanlı Devleti’ne, dünyaya bakarak gelişmiş ülke diyebiliriz. Lonca örgütlenmesi denen esnaf ve zanaatkârların kurduğu teşkilat ile dokumacılık, çinicilik, deri imalatı ve daha birçok alanda ileri durumdaydı.
 
   Osmanlı Devleti’nde sınaî işletmeler küçük ölçekli birimlerden oluşmakta, iç pazar, yakın pazar için üretimde bulunmaktaydı. Bu üretim nerdeyse tüketim mallarından oluşmaktaydı. Kırsal kesimde tarımsal üretim için çeşitli malzemeler üretilirdi. Kentsel yerleşim içinde daha çok dokumacılık, giyim, madeni ev eşyası, gıda ve yapı gereçleri alanlarında yoğunlaşmıştır.
 
   Endüstriyel faaliyetlerin gelişmiş olduğu başta İstanbul olmak üzere İzmir, Manisa, Bursa,İzmit, Karamürsel, Bandırma ve Uşak şehirlerini kapsayan sayım sonuçları ise 1917 yılında yayınlanmıştır.
 
   Buna göre 20. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde Batı Anadolu’da endüstriyel faaliyetler az da  olsa bulunmaktadır. 1915 yılında yapılan sayımlara göre Batı Anadolu’da 8şehirde  yalnız 282 işyeri ve bunların da % 50’den fazlası İstanbul’da bulunmaktadır.
 
   Az öncede bahsettiğim gibi lonca teşkilatı, küçük işletmelerin sınaî üretim ile ticari faaliyeti birleştirme özelliği yansıtır. Daha çok yakın pazar, yerel gereksinimler için üretim yapan sınaî yapı, Osmanlı pazarının kapitülasyonlar ve liberal dış ticaret antlaşmaları ile batıya açılması sonucu, gelişen büyük miktarda üretimde bulunan sanayi ile rekabet edemeyerek çökmüştür. Çöküşü hızlandıran en önemli etmenden biri 16 Ağustos 1838’de imzalanan Türk – İngiliz Ticaret Antlaşması’dır ya da nam-ı diğer Balta Limanı Antlaşması. Kapitülasyonların çekirdeği bu antlaşmadır.
 
   Balta Limanı Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere arasında uluslararası iktisadi ilişkilerin yoğunlaştığı bir dönemde 16 Ağustos 1838 yılında imzalanmıştır. Bu antlaşma sonucu Osmanlı İmparatorluğu Avrupa kapitalizmine siyasi ve iktisadi mantığı çerçevesinde kurumsallaşma yolunda dâhil edilmiştir. Osmanlı Devleti 1826'dan beri yerli ham maddelerin yurt dışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid (tekel) sistemini uygulamaya koymuştu. Bu sistem İngiltere'nin çıkarlarına uygun düşmüyordu ve İngilizler kendilerine Osmanlı topraklarında kendilerine ayrıcalıklar verilmesi için Osmanlılara baskı yapıyorlardı. Balta Limanı Antlaşması’yla İngiltere kendi sanayisine hammadde ihtiyacını ucuza kapatma yolunu bulmuştu. Osmanlı’ya İngiltere’den gelecek mallar için %5 oranında gümrük vergisi uygulanması sınırı getiriliyordu. Bu antlaşmanın imzalanmasından sonra diğer Avrupa devletleri de Balta Limanı Yalısı'nda siyasi müzakereler yaparak çeşitli ticaret antlaşmaları imzalamışlardır. Oysa aynı yıllarda Osmanlı Devleti’nde, ülke içinde bir ilden bir diğerine sınaî ürün satışı halinde % 8 oranında iç gümrük vergisi uygulanmaktaydı.
 
   İngiltere ile ticaret anlaşmasını imzalayan idarecilerin asıl kaygısı İmparatorluğun toprak bütünlüğü konusunda İngiltere’nin siyasal ve askeri desteğini sağlamak olmuştur. İdarecilerin serbest ticaretin uzun dönemli iktisadi sonuçları üzerinde yeterince düşünmedikleri görülmüştür. Bu dönem süresince ekonomiye ilişkin geleneksel yaklaşım sürdürülmüş ve iktisat politikalarına yön veren temel düşünce, merkezi devletin ihtiyaçları ve mali öncelikleri olmuştur.
 
   Sanayi Devrimi’nin Osmanlı ekonomisi üzerindeki etkisini şu örnekle açıklayabiliriz: Daha önceleri Bursa’dan ipekli, Ankara’dan sof kumaşlar satın alan Avrupalı tüccarlar, 18. yüzyıldan itibaren önce iplik, daha sonra da ham ipek ve yapağı satın almaya başladılar. Görüldüğü gibi, ihracatta üretim maddelerinin yerini, ham maddeler almış bulunuyordu.
 
—Sanayiyi Geliştirme ve Koruma Çabaları
 
   Sanayi ham maddelerine yüksek fiyat verilmesi nedeniyle, bunların Avrupa’ya ihracı ve sonra işlenmiş olarak geri dönmesi, lonca teşkilatına darbe indirmişti. Devlet buna karşı önlem olarak ilk önce gelişmiş teknolojiyle çalışan ve fabrika diye adlandırılan bazı büyük imalathaneler açtı.1827’de İstanbul’da bir iplikhane açıldı.1835’te ordunun fes ihtiyacını karşılamak için Feshane adıyla bir imalathane kuruldu. İstanbul’da çuha(yün) ve İzmit’te dokuma fabrikaları açıldı. Abdülmecit döneminde Zeytinburnu’nda silah fabrikası kuruldu. Sanayiyi geliştirmek amacıyla 1860 yılında Islah-ı Sanayi Komisyonu kuruldu. Bu komisyon, esnafın şirketler kurmasını destekledi. Bu sayede sanayi şirketleri kuruldu. Komisyon, çalışmalarını 1873 yılına kadar sürdürdü.
 
   Osmanlı Devleti’nde XIX. Yüzyılın ikinci yarısında devletin sanayiyi düzenlemeye, geliştirmeye ve korumaya giriştiği görülmektedir. İthal eşyadan alınan gümrük vergisi artırılırken, ihracattan alınan vergi azaltılır. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte iç gümrükler kalkmıştır.
   Yerli sanayiyi kurtarmak için birçok girişimde bulunulmuştur. Alınan önlemler sonucu, özellikle 1901–1915 döneminde özel sanayi girişimciliğinde bir hareketlenme oldu. Fakat bu hareketlenme yeterli olmamıştır.
 
   Sanayiyi geliştirme konusundaki girişimler her zaman Avrupalıların girişimleri sonucu engellenmişti. Halk bundan epey zarar gördü. Bin bir güçlükle kurulan fabrikalar ve atölyeler kapanmaya başladı.
 
—Yatırımlarda Yabancılar
 
   Osmanlı’ ya ilk yabancı sermaye, 1851 Kırım savaşından sonra sağlanan borçları izleyerek gelmiştir. 1854 yılında Kırım savaşının gerektirdiği yeni harcamaları karşılamak amacıyla Dent Palmer And Co. İsimli bir aracı firmanın yardımıyla batıdan 3 milyon İngiliz sterlini borçlanmaya gidilmiştir. Bu borcu Fransa’ dan alınan borçlar izlemiştir. 1850’lerden sonra Osmanlı Devleti’nin aldığı dış borçları ödeyemeyecek hale gelmesi, 20 Aralık 1881 yılında çıkarılan Muharrem Kararnamesi ile Düyun- u Umumiye idaresinin kurulmasına neden olmuş, böylece ödenmeyen borçlara karşılık ülkenin doğal kaynaklarının gelirlerine el uzatılmış ve kaynakları işletecek bir çıkar şirketi yaratılmıştır. Muharrem Nizamnamesi(Kararnamesi) ile borçların ödenmesi için devletin iktisadi faaliyetlerinin yönetimi yabancıların kontrolüne verilmiştir. Bu durum Osmanlı’yı ekonomik açıdan zayıflatmış ve siyasi çöküşü hızlandırmıştır.
 
   Osmanlı sanayisinin bir diğer özelliği ise sınaî işletmelerin mülkiyetinin büyük bir kısmının yabancılara ve azınlıklara ait olmasıdır. Kapitülasyonların ve ticari anlaşmaların getirdiği hükümlerden yararlanan Avrupalılar, Osmanlı Devleti’nin bazı bölgelerinde çeşitli alanlarda yatırımlar yapmıştı. Yabancı yatırımlar daha çok ulaşım, ham maddesi tarıma dayalı sanayi, madencilik ve bankacılık alanlarında yoğunlaşmıştı.
 
   Yabancı yatırımların çoğu İngiliz, Fransız ve İsviçreli iş adamları tarafından gerçekleştirildi. Başlıca yatırımlar şunlardı: Bursa’da ipek ipliği fabrikası, İstanbul’da konserve, kâğıt ve cam fabrikası; Adana ve Tarsus’ta çırçır fabrikaları; Batı Anadolu’da demir yolları. Bu hat 99km olarak Haydarpaşa’dan başlayacak; İzmit, Eskişehir, Ankara, Kayseri, Sivas, Diyarbakır, Mardin üzerinden geçecek ve Bağdat’ta son bulacak hattın bir bölümünü oluşturuyordu.
 
   1861’de çıkarılan Maden Kanunu’nda 1869’da yapılan değişiklikle devlet tekeline son verildi. Bu yüzden yabancılar, madenlerin işletilmesine de el attılar. Çıkarılan madenlerin çoğu Avrupa sanayilerinde kullanılmak üzere yurt dışına çıkarıldı.
 
   Yabancıların, azınlıkların sanayi sermayesini ellerinde tutmaları, sermaye birikimini engelleyen bir etki yapmıştır. Azınlıkların siyasal karar mekanizmasının dışında olmaları, yabancı sermayenin de kâr transferi, sanayi sektöründe sermaye birikimi üzerinde olumsuz etki yapmıştır. Sanayi sektöründe sermaye birikimini sınırlayan bir diğer faktör ise sınaî üretim dışı olan bankacılık, ticaret, ulaşım gibi faaliyetlerin daha kârlı olması, sermayenin bu alana yönelmesidir.
 
   Anlattıklarım dışında Osmanlı Devleti’nde sanayileşmenin yetersiz oluşunun başka bir toplumsal sonucu olarak, ülkede burjuva sınıfının oluşmamasıdır. Anadolu halkı burjuvalaşma sürecinin dışında kalmıştır.
 
   Osmanlı Devleti’nde Madencilik
 
   Osmanlı döneminde madencilik, azınlık ve yabancı sermaye yatırımları sonucu göreceli olarak hızlı gelişme gösterdi. Taşkömürü saymazsak, maden üretimi daha çok dış satım için yapılmaktaydı.
 
   Üretimin sermaye mülkiyetine göre dağılım incelendiğinde, maden üretiminin çoğunlukla yabancı ve azınlık sermayesi elinde olduğu görülmektedir.
 
Osmanlı Maden Üretiminin Sermaye Mülkiyetine Göre Dağılım
(%)
 

Sahip/Yıllar
1902
1905
1907
1909
1911
Türk
43
33
38
23
20
Azınlık
7
2
2
5
5
Yabancı
50
65
60
72
75
TOPLAM
100
100
100
100
100

   Yabancı sermayenin madencilik alanına akımı nedeniyle, üretimi ve devlet gelirlerini artırmak amacıyla bir dizi madencilik yasası çıkartılmıştır. 1861 tarihli Maadin Nizamnamesiyle en çok 10 yıla kadar maden işletme ruhsatı veriliyor ve toplam satış hâsılatının dörtte birinin devlete ödenmesi öngörülüyordu.1869 yılında Fransız maden yasası örnek alınarak yeni bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeye göre, devlet gerekli gördüğü zaman maden işletme iznini kaldırabilirdi. Yabancı sermaye buna tepki göstermiştir.1886 yılında yapılan düzenlemede yabancıları memnun etmemiştir. Yabancı sermayenin isteklerine uygun yasal düzenleme 1906 yılında yapılmıştır. Bu düzenleme ile maden işletme süresi en çok 99 yıla uzatılırken, hükümet, maden türüne göre değişen tutarda toprak kirası alacaktı.  
 
   Kurtuluş Savaşı başlarken yabancıların işletmesinde bulunan maden imtiyazlarının dağılımına bakıldığında; Doğu Anadolu Bölgesi’ne (Van, Diyarbakır) sadece 3 imtiyaz verilmişken, tüm Anadolu’ya 272’ye yakın imtiyaz verilmiştir. Maden dışındaki elektrik, tramvay, su, banka, sigorta sahasındaki yabancı sermayeler İstanbul ve İzmir’deydi. O günlerde çıkarılan başlıca maden üretimi, krom hariç tekel niteliği taşıyan şirketlerin ellerindeydi. Hatta bu şirketlerin üretimi toplam üretime eşit haldedir. Zira ülke üretimi olarak da onların üretimleri verilmiştir. Bu dönemde kömür, bakır, simli kurşun ve boraks madenlerinin işletimi tamamen yabancılardaydı.
 
   1921 yılında ülkedeki 1298 maden imtiyazının ancak 259’u devlete, diğerleri ise yabancılara aittir. Bu imtiyazlar Anadolu’da gelirin olduğu yerlerde çoğunlukla yabancılara aittir. Buna göre her yerde yabancılar devletten daha fazla imtiyaz sahibidir. Bu durum düşünüldüğünde niçin Osmanlı Devleti’ne son verilmek istendiği ve Sevr Barış Antlaşması ile niçin Türkleri belirli bölgelere doğru yönlendirdikleri açıkça anlaşılmaktadır.
 
   Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlı döneminde kazandıkları ayrıcalıkları sürdüren birkaç yabancı şirket Zonguldak'ta kömür, Batı Anadolu'da krom, kömür, zımpara, cıva, kurşun, kükürt ve boraks yataklarını işletiyordu. Yabancı sermayenin bu egemenliği 193O’ların başına değin sürdü. Bu da Osmanlı devrinde maden ve maden işletmeciliğine gereken önemin verilmediğini göstermektedir.
 
   Sonuç olarak Osmanlı’da madencilik alanındaki yasal düzenlemeler sürekli olarak yabancıların isteklerine göre değiştirilmiştir. Devletin yerli sermayeyi destekleme, maden gelirlerini vergilendirme ve maden dış satımını sınırlama konusundaki girişimleri genellikle başarısız olmuştur.
 
   Osmanlı Devleti’nde Kamu İşletmeciliği
 
   Osmanlı’da ilk devlet işletmeleri askeri ihtiyaçları karşılamak için kurulmuştur. Tophane’nin yanı sıra baruthaneler ve tersaneler bunların en önemlilerindendir. Bu işletmeler dönemin koşullarına göre büyük işletmelerdir.
 
   Devletin ekonomik yaşama üretici olarak katılması;
—1810 da askeri ayakkabı, palaska, fişeklik üreten Beykoz Teçhizat-ı Askeriye,
—1834 – 1835’te çuha, fes, battaniye üreten Feshane ve İzmit’te de çuha, asker elbiseliği üretimi
—1845’te kadife, ipekli kumaş, saten üreten Hereke
—1850 de Bakırköy pamuklu dokuma,
—1892 yıldız çini eşya
fabrikalarının kurulup işletmeye açılması ile olmuştur.
 
   Devlet, deniz işletmeciliği alanında 1843 yılında Fevaid-i Osmaniye isimli bir teşebbüs kurmuş; bankacılık alanında da 1863’de Ziraat Bankası’nın temeli olan Memleket Sandıkları ile Emniyet Sandığı’nı kurarak ilk ulusal bankaları oluşturmuştur.
 
   Bunların yanına 1848 yılında işletmeye açılan, bir süre Hazine-i Hassa tarafından yönetilen Ereğli-Zonguldak kömür madenleri işletmeleri eklenebilir. Bu işletme 1936’da devletleştirilmiştir.
 
   Osmanlı Devleti döneminde kurulan kamu iktisadi teşebbüsleri, devletin mal ve hizmet üreticisi olarak ekonomik hayata karışmasının düzensiz ve belirli bir görüş ve sistemden yoksun olmasının yanı sıra, sermaye yetersizliği ve yoğun dış rekabet nedeniyle gelişme gösterememiş, ekonomik yapıyı etkileyebilecek, değiştirebilecek bir güç oluşturamamıştır.
 
 
Kaynakça:
 
-Yüksel Kaştan - ATATÜRK DÖNEMİNDE SANAYİLEŞME VE KARABÜK DEMİR-ÇELİK İŞLETMELERİ 
Karaelmas Üniversitesi, Karabük Teknik Eğitim Fakültesi, Zonguldak. Ekim 2003 Cilt:11 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
 
-Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları - Sadettin Doğanyiğit / Sayıştay Denetçisi
 
-Yalçın Acar - Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve İzlenen İktisat Politikaları (1923-1963), Bursa 1991.
 
-Şevket Pamuk - Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi 1500-1914
 
-Şevket Pamuk - Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi
 
-Hüseyin Şahin, Türkiye Ekonomisi
 
 
-Murat Şeker - C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 8
 
-Prof. Dr. Asım Erdilek - Case Western Reserve Üniversitesi Cleveland – ABD
 
-İsmail Yıldırım - ONDOKUZUNCU YÜZYIL OSMANLI EKONOMİSİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME (1838-1918) Fırat University Journal of Social Science Cilt: 11 Sayı: 2
 
-Ahmet KARTALKANAT - OSMANLILARDA MADENCİLİKLE ÎLGÎLÎ YASAL DÜZENLEMELER VE MADENCİLİK POLİTİKASI - MTA Genel Müdürlüğü, Maden Etûd Dairesi/ ANKARA
 
-Dr. Murat Baskıcı: OSMANLI TARIMINDA MAKİNELEŞME: 1870-1914 / Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
 
 
İhsan SEFER
 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.