Olağanüstü Hal Bölgesi Değil, Olağanüstü Hal Türkiyesi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   Yaklaşık 30 yıl olmak üzere, PKK terörüyle mücadele ile geçen yıllar… İlân edilen OHAL’ler, askeri harekâtlar, GAP, ekonomik teşvikler, zaman zaman da olsa demokratik adımlar; bütün bu çözüm yollarına baktığımız zaman, 73 milyonluk ve G-20’ye dâhil olan bir ülkenin, böyle bir sorunun üstesinden gelememesi, bir yerlerde eksikler ya da hatalar yapıldığının bir işareti olduğunu gösteriyor. Bu çözüm yolları içerisinde en somut adım olan GAP’ı dahi bitiremeyen bu büyük ülkenin, artık hatalarından ders çıkarmasının zamanı geldi de geçiyor.

   Her şeyden önce, bütün eksikliklere ve yanlışlıklara rağmen, bu sorunun çözülememesinin temelinde yatan sebep olarak, bölgesel farklılık gözetmeksizin, sadece devlet olarak değil bu ülkenin fertleri olarak da, insan hayatına değer vermememiz en öncelikli problemimizdir. Özellikle PKK terörünün başladığı yıllarda, bu soruna “üç beş çapulcu” yaklaşımı, bu ve benzeri sorunlarda, normal sürüp giden hayatımızda, kaybedilen bir canla, yüz canı ya da fazlasını eşit görmeyen anlayışımız, yaşanan sorunların üç gün konuşulup sonra unutulması gibi faktörler, zihniyet anlamında bu terör sorunun bitmemesinin en önemli sebeplerindendir.

   Bu süreçte devletin ve siyasetçilerin, terör sorununa ağırlıklı olarak, bölgesel ve ordunun çözebileceği bir sorun olarak yaklaşması, sanki terör örgütü mensuplarının, bu ülkenin vatandaşlarından ve başka Ortadoğu devletlerinden olsalar dâhi aynı etnisiteden ve kültürden olmadığı bakış açısı, terör örgütünü destekleyen, maddi güç ve silah sağlayan organların, Avrupa devletleri ve ABD olduğu kısır döngüsü içerisine sokmakta ve askeri, sivil yöneticilerin de, bu sorumluluğu alma ve sorunu bitirme cesaretini göstermelerini engellemektedir. Bunun sonucu olarak da bu terör sorunu, arapsaçına dönüşmüş ve komplo teorileri üzerinden çözümlemeler üretilerek bir çıkmaz sokağa sokulmuştur.

   PKK sorunu, sadece bölgesel bir alandan ve o bölgenin sıkıntılarından türeyen bir sorun ya da sadece dış güçlerin desteklediği, taşeron olarak kullandığı bir örgüt olarak görüldüğü için, askeri çözümler ve günü kurtarmaya yönelik adımlarla, sorun daha da büyük yumak haline getirildi. Olağanüstü hallerle ve son zamanlarda etnisiteye indirgenmesiyle, Misak-ı Milli sınırları içerisinde, adeta hem bölgesel, hem etnik iki farklı bölge ve millet çizgisine getirilerek,  kutuplaşma ve ayrışma tehlikesi baş göstermeye başladı. Ve bu soruna “Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır, o satıh bütün vatandır” yaklaşımı ile çözümler üretmek zorunluluğu yıllarca göz ardı edilmiştir.

   Yine son zamanlarda, çaresizlik ve acziyet emareleriyle, tıpkı Osmanlı’nın son dönemdeki mandacılık anlayışına benzer düşünceler hortlamaya başladığını görmekteyiz. Terör örgütüyle masaya oturmaktan tutun NATO’yu bölgeye çağırmak gibi düşüncelerin Mütareke basınından ya da o dönemdeki emperyalist devletlerin himayesi altına girmeyi kabul edenlerden, farkları olduğunu söyleyebilir miyiz?

   Tabiî ki “olağanüstü hâl Türkiyesi” derken, o bilindik ve antidemokratik uygulamaları kapsayan OHAL ilanlarını kastetmiyorum. Cumhuriyetin temel ilkelerinden ve amaçlarından olan ulusçuluk anlayışı farklı ırk, kültür ve dinlerden oluşan Anadolu halkını ortak bir çatı altında toplama yolunda, toplumumuzu önemli noktalara getirdi. İçeriden ve dışarıdan yapılan bütün saldırılara karşı, amacı Türk kültürü ve Türk milleti oluşturmaya yönelik olan Cumhuriyet, ayakta kalmayı bugüne kadar başardı. Kurtuluş Savaşı’nda “sathı müdafaa” anlayışıyla hareket eden Cumhuriyetin kurucuları, savaş sonrasında da “sathı kalkınma” anlayışıyla hareket etti. Fakat mütegallibe tayfasının engellemeleri ve halkın eğitim seviyesi dolayısıyla, atılan adımların ilerlemesi yavaş oldu ya da engellendi.

   Bugün de artık toplumun her kesimini yaralayan, ağlatan bu sorunun çözümünde öncelikle anlayışın, “sathı kalkınma” anlayışıyla değişmesi gerekmektedir. Ve yine, tek bir millet olabilme yolunda devrim niteliğinde projeler üretilmelidir. Millet olma yolundaki en büyük engellerden birisi de hemşehri dernekleri ve dinî vakıflardır. Özellikle hemşehri dernekleri, kuruldukları illerde, kendi siyasi ve maddi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri için yerel halkla bütünleşmeyi, kaynaşmayı ve kültür alışverişini engellemekte ve milli kimlikten önce etnik ya da bölgesel kimlikleri ön plana taşımaktadır. Dini vakıflar da kendi varlıklarını idame ettirmek adına Cumhuriyetle çatışmakta, toplumu dincilik ve mezhepçilik yaparak bölmektedirler. Hemşehricilik dernekleri kapatılmalı; vakıflar yasası, ulusalcılık anlayışıyla yeniden düzenlenmelidir.

   Geri kalmış bölgelerin ya da şehirlerin insanları da gerek terör ve sosyal şartlar itibariyle gerekse iş umutlarıyla büyük şehirlere göç etmektedir. Bu orantısız göçler de yerleşik halkın kültürünü yozlaştırmakta, sosyal ilişkileri zedelemektedir. Ekonomik kalkınma tam olarak sağlanamadan bu göçlerin engellenmesi şu aşamada mümkün olmasa da en azından bu bölgesel göçlere, bir şekilde orantılı ve karşılıklı etnik yapıları dengeleyecek şekilde ekonomik ve sosyal çözümler üretilmelidir.

   Yine devletin acziyet göstergesi olan “Köy sınırı içinde herkesin ırzını, canını ve malını korumak için köy korucuları bulundurulur”  kanunuyla devreye sokulan koruculuk sistemi de gözden geçirilmeli ve aşamalı olarak korucular mağdur edilmeden kaldırılmalıdır. Devletin polisi, askeri gibi emniyet güçleri varken, vatandaşını silahlandıran bir devletin güçlü olduğundan ve çağdaşlığından bahsedilebilir mi? Aynı zamanda bu, terörle mücadeleyi, askeri sahadan çıkartmak değil midir? Koruculuk sistemine ayrılan bütçe, yine arttırılarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne aktarılmalı ve bu bütçe TSK’nın terör örgütüne karşı psikolojik savaşta kullanılması ve o bölgede ki halka TSK’yı sevdirmesi, benimsemesi adına çeşitli yollardan TSK eliyle dağıtılmalıdır.

   Terörle mücadelede temel devlet politikası olarak görülen silahlı kuvvetlere endeksli çözüm yolunda da önemli eksikliklerden birisi de görev değişiklikleri, atamalar ve erken emekliliktir.

   Bölgede göreve atanan askerler, tam o bölgenin şartlarına adapte olurken, terör örgütünü tanırken ve mücadele anlamında direnç kazandığı esnada ya emekliye ayrılıyor ya tayini başka bir bölgeye yapılıyor. Bu da terörle mücadele de zafiyet ve istikrarsızlığı getiriyor. Aynı şekilde generallerin de görev süresi uzatılmalı ve rütbe değişiklikleri üzerine, terörün devamlılığı doğrultusunda yeni düzenlemeler getirilmelidir.

   Bölge milletvekillerinin çoğunluğunun, oradaki aşiret liderlerinden olması da, oradaki halkın vatandaşlık, birey statüsüne geçmesini engellemektedir. Bu milletvekillerinin, kendi maddi ve aşiret çıkarları doğrultusunda hareket etmesi, bölgede devletin hizmeti tam olarak ya da adil bir şekilde dağıtamamasına neden olmaktadır. Bölgedeki hizmetler, o aşiretlerin izni ve yönlendirmesiyle yapıldığı sürece, terör örgütü bu zihniyetin sebebi olan geri kalmışlığı her zaman kullanmaya devam edecektir. Bu bağlamda GAP en kısa sürede bitirilmeli ve bittikten sonra da bu projenin sağlayacağı kaynaklar adil bir şekilde dağıtılmalıdır. Bu adaletin sağlanmasının en temel yolu da, “toprak reformu”nun yapılmasından geçmektedir. Bu bölgede, devletin belirleyeceği sahip olan dönümün üzerindeki topraklar halka ve hatta koruculuk sisteminin kaldırılmasından doğacak sıkıntılara mahal vermemek için koruculara dağıtılabilir.

   Dokunulmazlıkların kaldırılması konusu da milletvekilliğinin daha çok tabana yayılmasını, şeffaflaşmasını ve dürüst insanların siyasete katılımını sağlayacağı için bu da her anlamda ülkemizin sorunlarının çözümüne çok önemli katkı sağlayacaktır. Siyaset ve meclis bir kaçış ve sığınma yeri olmayacaktır. Saygınlık, sadece milletvekilliği kimliğiyle kazanılmayacak, kişilik ve dürüstlük ön plana çıkacaktır. Ülke sorunlarına duyarlı olan vatandaşlarının siyasete katılımı artacaktır. Bununla birlikte siyasi partiler yasası da demokratikleştirilmelidir. Seçim yasası da baraj düşürülerek değiştirilmelidir. Seçilme yaşı 18’e indirilmelidir.

   Genç nüfusa sahip olan ülkemizin en önemli sorunlarından birisi de bu özelliğinden faydalanamamasıdır. Mevcut sistem, gençliğin dinamizmini ve yeni fikirlerini devlet anlayışına yansıtamamakta, bunun yanı sıra gençliğin de sosyal ve gelecek kaygıları altında enerjisinin kaybolup gitmesine neden olmaktadır. Eğitim konusundaki eksiklikler, özellikle doğuda gençliğin terör örgütüne katılmasına, sokaklarda kullanılmasına kadar birçok sorun doğurmaktadır. Gençliğin, enerjisini en sağlıklı ve bilinçli yoldan harcayabileceği spora da yeterince önem verilmemekte, spor, futbol kısır döngüsü ve seyirciliğinden öteye geçememektedir. Bu doğrultuda, bütün spor dallarına eşit şekilde destek verilmeli, gençliğin spora katılımı tüm maddi destekler verilerek sağlanmalıdır. Üniversitelerin spor akademilerinden destek alınarak, ilk ve orta öğretim okullarında bu anlayışla spora yaklaşılarak, küçük yaşlardan itibaren spor yeteneği kazandırılmalıdır.

   Üniversitelerin de her alanda yönetime katılımı; devlet idaresinde, kişisel düşünce, ideoloji ve çıkarların hakimiyetini yok edecektir. Bilimin ve felsefenin hakim olduğu bir anlayışta, devlet vatandaşına maddi pencereden çok sosyal açıdan gelecek planlaması yaparak bakacaktır. Hızla yenilenen ve gelişen dünyada bilimden ve medeniyetten geri kalan toplumların durumu ortadadır. Öncelikle üniversitelerdeki eğitimin kalitesi arttırılmalı, YÖK kaldırılarak TÜBİTAK’la ortak çalışacak bilimsel bir kurul oluşturulmalı ve üniversiteler birer araştırma ve bilim yuvalarına dönüştürülmelidir. Hatta mahalli idarelerdeki meclislere benzeri bir yapı oluşturularak, ülke ve kent yönetimlerinde üniversiteler söz sahibi olmalıdır. Bilimsel bir bakış açısı toplumun ufkunu açacak, kaynaşmasını sağlayacak ve toplum etnisite ya da din temelinde değil medeniyet temelinde birleşecektir.

    Medya da elbette demokratik bir ülkede her zaman dördüncü kuvvet olarak görülmelidir. Fakat bu kuvvet, yine menfi çıkar mantığından çıkarılmalıdır. Bir medya organı oluşturmak sadece paranın gücüyle olacak kadar kolay olmamalıdır. Medyanın toplum yapıcılığı görevini üstlenecek ve kötüye kullanmayacak kişiler tarafından kurulacak medya organları desteklenmeli, yasalar bu anlayışa göre düzenlenmelidir. Terör ve diğer sosyal, siyasi konulardaki yönlendirmelerin, RTÜK’ün tarafsız hale getirilmesiyle oluşturulacak bir organ tarafından denetlenerek, toplum yapıcılığı görevi medeni ve bilimsel şekilde yapılması sağlanmalıdır.

   Terörün dış bağlantıları konusunda, destekçisi kim olursa olsun ilkeli bir duruş sergilenmeli, kayıpları ne olursa olsun terörün destekçileriyle ilişkiler kesilmelidir. Terör örgütünün bitirilmesi adına sınır ötesi harekatlar kalıcı olmak kaydıyla, tekrar doğması mümkün olmayana dek Kuzey Irak’ta konuşlanmalıdır. Bu ülkenin insanları, sonuçları ne olursa olsun ülkenin birliği bütünlüğü ve geleceği için her şeyi kabullenecektir. Önemli olan bu mücadelede samimi ve dirençli olabilmektir. Siz PKK’yı terör örgütü saymayan Rusya’yla onların lehine olan her türlü ve anlaşmalar yaparsanız terörün dış bağlantılarını nasıl kesersiniz?

   Biz bağımsızlık ülküsü ve bu topraklar uğruna kan, can vermekten çekinmeyen ecdadın torunları olarak, terör sorununa sadece ve sadece kendi ulusal çıkarlarımız doğrultusunda yaklaşmak zorundayız. Bizler Kurtuluş Savaşı’yla nasıl o emperyal devletin Wilson İlkeleri’ni geçersiz kıldıysak bugün de bu terör sorunun çözümünde ulusal adımlar attığımız sürece, önümüzde hiçbir güç duramayacaktır. Okyanus ötesinden, terör saldırısına cevap vermek ve terörü bitirmek amacıyla yola çıkanların haklı olduğu bir dünyada, bizlerinde burnunun dibinde, ülke güvenliğini tehdit eden bir terör örgütüne yapacağımız sınır ötesi harekatın, haklılığını anlatmamız zor olmasa gerek. Anlatamıyorsak bu da beceriksiz ve suçu başka yerde arayan politikacalar yüzünden olsa gerek!..

   Burada önerilen çözümlerin bir kısmı geçici ve kalıcı olabilir. Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği devrimcilik anlayışı statükoculuğu reddeder. Günün ve çağın gereklerine göre sorunlara çözümler getirmeliyiz. Bugün ortaya koyulan bir çözüm yarın geçerliliğini yitirebilir. Tıpkı 30 yıldır terörle seçilen mücadele yolu gibi. Bu yüzden terör sorununu, bölgesel bir sorun olarak değil toplumsal bir sorun olarak görmeliyiz. Toplumsal sorunların çözülmesi de, sathı kalkınma” yoluyla olur. Ülkemizin ihtiyacı olan zaman zaman tekrar gündeme gelen “olağanüstü hâl bölgeleri” değil bu önerilen ve benzeri çözümler doğrultusunda, toplum yapıcılığı ve kalkınma planları içeren kanun maddelerinden oluşan “olağanüstü hâl Türkiyesi”dir.

OguzKemal.Ozkan@PolitikaDergisi.com

   

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 24’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi salık veririz. Sayı 24’ü indirmek için buraya tıklayınız.

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.