Okuma Notları: Taksim Gezi Parkı Eylemlerinin Arkasında Ne Var?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Taksim Gezi Parkı’ndaki eylemler, eylemin muhataplarınca farklı olarak değerlendirildi ve yorumlandı. İktidar kanadından bunun bir provokasyon olduğu, ülkenin son zamanlarda kaydettiği başarılardan rahatsız olan mahfillerin bir kumpası olduğu değerlendirmeleri yapıldı. Aynı doğrultuda, eyleme destek verenlerce de, bunun bir uyanış ve devrimin ayak sesleri olduğu aksettirildi.

Sabah gazetesi yazarı Sayın Süleyman Yaşar, (03.06.2013) tarihli makalesinde, bu Taksim Parkı eylemlerini genç işsizliğe dayandırdığı bir savı ortaya koymuş. Avrupa Birliği ülkelerinden ve ABD’den işsizlik rakamlarını vererek, karşılaştırmalı Türkiye analizini yapmış…

Şöyle ki…

Euro bölgesinde ortalama işsizlik oranı, nisan ayı verilerine göre %12,2 olarak gerçekleşmiş.

16-24 yaş aralığındaki genç işsizlerin oranı, %24,4’e yükselmiş.

Yunanistan’da genç işsizlik %62,5

İspanya’da genç işsizlik %56,4

Portekiz’de genç işsizlik %42,5

İtalya’da genç işsizlik %40,5

Hollanda’da genç işsizlik %10,6

Almanya’da genç işsizlik %7,5 imiş…

ABD’de genç işsizlik, nisan ayında %24,1 olarak gerçekleşmiş.

Sayın Yaşar, yazısına şöyle devam ediyordu:

“(…) Peki Türkiye’de genç işsizlik son bir yılda niçin çoğaldı? 2008 dünya krizinden Türkiye, disiplinli maliye politikası ve sermaye yeterliliği şoklara dayanıklı bankacılık sektörüne sahip olduğu için fazla hasar almadan çıktı. Ve ardından Türkiye ekonomisi 2010 ve 2011’de sırasıyla yüzde 9 ve yüzde 8,8 büyüdü. Hatta Türkiye, Çin’den sonra dünyada en hızlı büyüyen ülke oldu. Ama gelin görün ki 2012 büyüme hızı yüzde 4 olarak hedeflenmesine rağmen yüzde 2,2 olarak gerçekleşti.

(…) Büyüme hızı bir anda yüzde 8,8’den yüzde 2,2’ye geriledi. (Sıkı para politikaları ve Merkez Bankasının zamanında yüksek olan faizleri indirmemesinden ötürü, ES) İşte bu nedenle genç işsizlik oranı son bir yıl içinde yüzde 15,7’den yüzde 20,4’e yükseldi.

(…) İşte Taksim’de Gezi Parkı’nda başlayıp 48 ile yayılan protestonun asıl nedeni, aniden düşürülen büyüme hızı nedeniyle artan genç işsizlik oluyor. Oysa Merkez Bankası, Başbakan Erdoğan’ı dinleyip faizleri geçen yıl hazirandan itibaren geriletseydi durum böyle olmayabilirdi. Anlayacağınız atanmışlar, seçilmişleri dinlemeyip, adeta kendi iktidarlarını kurup faiz lobisinin yanında yer alınca temel ekonomik göstergeler tutarlıyken birdenbire sosyal sorunlar yaratabiliyorlar.”[1]

 

* * * 

Sayın Süleyman Yaşar’ın, yine sabah gazetesinde (27.05.2013) tarihinde, Türkiye’nin hâl-i pür melalini ortaya koyan bir makalesi yayımlanmış…

“Türkiye’de devlet 1800 yılından bu güne altı defa borçlarını ödeyemeyerek yeniden yapılandırdı. Devletin maliyesi hep endişe kaynağı oldu. Bu defa hafta sonunda Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın açıkladığı verilere göre 200 yıldır ilk defa devletin net dış borcu kalmadı. Hatta devletin ilk defa 25 milyar 920 milyon dolar net dış varlığı oluştu.

Peki ne anlama geliyor yaklaşık 26 milyar dolar tutarında net dış varlık? Şu anlama geliyor: Devletin dış borçlarından döviz varlıklarını çıkardığımızda devletin elinde yaklaşık 26 milyar dolar fazla kalıyor. Ve böyle bir duruma Türkiye’de iki yüz yıldır ilk defa rastlanıyor. Gelelim kamu maliyesinin diğer verilerine…

Önce faiz giderlerinden başlayalım, 2002’de devlet topladığı vergilerin yüzde 85’ini faiz gideri olarak ödüyordu, bu oran şimdi yüzde 17,4’e geriledi. Yine devlet iç borçlanmasında ortalama vade 2002’de 9.4 ay düzeyindeydi, şimdi iç borçlanmada ortalama vade 70.5 aya yükseldi. Dış borçlanmada ise ortalama vade 2002’de 7 yıl düzeyindeydi şimdi 20 yıla uzadı. Böylece Türkiye hazinesi küresel yatırımcıdan uzun vadeli kredi alabilen daha doğrusu güvenilen bir hazine haline geldi. Peki devlet maliyesinin iki yakasının bir araya gelmesi halkın refahına nasıl yansıdı? Her şeyden önce istihdam çoğaldı işsizlik azaldı. Çünkü 2008-2012 arasında mevsimsellikten arındırılmış verilere göre Avrupa Birliği’nde ve ABD’de sırasıyla istihdam 4.8 milyon ve 3.4 milyon azalırken Türkiye’de istihdam artarak 4.6 milyon kişiye yeni iş sağlandı. Çünkü bütçe açığının kapanmasıyla devletin para ve sermaye piyasalarından daha az borçlanması paranın fiyatı olan faizleri gerilettiğinden yatırımlar arttı. Yatırım ve istihdamın çoğalmasıyla refah seviyesi de hızla yükseldi. (…) Anlayacağınız Türkiye son 200 yıllık tarihinin en zengin dönemine ulaştı. (…)”[2]

 

* * *

İnsanların hayat tarzlarından yola çıkarak yaptıkları eylemler, meğer “genç işsizlerin” işiymiş. Aslında, ağaç mağaç da bahane oluyor. Demek ki, hazinenin 200 yıldır ilk defa 26 milyar dolar net dış varlığının olduğu, çoğu Avrupa ülkelerinin ve hatta ABD’nin istihdam kaybı yaşadığı bir aralıkta, Türkiye’nin ilave istihdam yaratarak, yeni iş olanakları oluşturduğu parlak döneminde, genç işsizler ayyuka çıkmış… İktisatçı olmadığımdan, bu yazılardaki istatistikî verileri yorumlamam veya analiz etmem mümkün olmuyor. Daha doğrusu, teknik olarak şu şöyledir, bu böyledir diyecek yetkinliğim de yok. Ama, maşallah medyamızda neredeyse her konuda kalem oynatmaya ve ahkâm kesmeye amade yandaşlar ve liberaller(?) çoğunlukta.

 

Masum ve barışçıl amaçlarla başlatılmış eylemler, nerelere çekilmek isteniyor. Şu hususlarda da anlaşmamız gerekmekte. Adalet ve Kalkınma Partisi, bu saatten sonra toplumumuzun diğer %50’lik kesimini kucaklayamaz. Nasıl kucaklayacak? Başbakan Erdoğan’ın miting konuşmalarını dinlediyseniz, bir bütünleşme ya da kucaklaşmanın olamayacağını da, fark edebilirsiniz. Ayrıştırıcı ve yaralayıcı dil ve üslûp, bizatihi başbakan Erdoğan’ın kendisini kayıtsız-şartsız destekleyen kitlelere seslendiği meydanlarda yankılandı. Tevatür hâlini almış camide içki içme ve alem yapma iddialarının, yalanlanmasına rağmen, hâlâ başbakan tarafından siyaset aracı olarak kullanılması, bence başbakanın bu tür sosyal yarılmalardan ve hassasiyetlerden nemalandığını göstermekte.

 

Türkiye’de gittikçe bir yabancılaşma ve ötekileştirme toplum içinde yeşermekte. Hâlbuki, bu minvaldeki bir toplumda bölünmeleri sağlayacak kutuplaşma hâlleri, iktidar tarafından soğukkanlılıkla yürütülebilecek politikalarla berhava edilebilecekken, Sayın Erdoğan, günlerdir sürdürülen eylemlerin üzerine daha da ağır bir dille gitmekte. Türkiye’yi dönüştüreceğini iddaa ve vaat eden bir siyasal hareketin; özellikle devlet aygıtları tarafından yıllarca kontrol altında tutulmuş, birtakım özgürlükleri kısıtlanmış sosyo-kültürel-politik oluşumun, bu son olaylarda daha fazla “devletçi” postuyla hareket etmesi, yıllar yıllar önce AK Parti’nin aslında değişmediğini, “takiye” yaptığını ileri sürenleri haklı çıkarmamakta mı veya onların eline koz vermemekte mi? Ak Parti, son icraatları ve açıklamalarıyla “müdahaleci” bir zihniyet örneklerini sergilerken, muhalefet partileri ise, akıntıya kapılan dal misali oradan oraya savrulmakta. Esasında, sokaklarda günlerce direniş faaliyetlerinde bulunan kitleler, biraz da kendi seslerini, taleplerini ve sıkıntılarını dillendirecek bir siyasî hareket yoksunluğundan, bu orantısız güç gösterilerine katlanmaktalar. Türkiye’de artık esaslı bir dengeleyici sola ihtiyaç var. Tabii ki bu sol, alanlarda gördüğümüz provokatör tipine bürünmüş, Marksist-Leninist yöntemlerle düzene muhalefet ettikleri saikiyle etrafı yakıp yıkan bir lümpenler ordusu da olmamalıdır…

 

Erhan SALMAN

erhan.salman@politikadergisi.com

 


[1] Süleyman Yaşar, sabah.com.tr, 03.06.2013

[2] Süleyman Yaşar, sabah.com.tr, 27.05.2013

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.