"o güzel insanlar ve o güzel günler" üstüne..

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

“o güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler..”  , "Demirciler Çarşısı Cinayeti"nden, Yaşar Kemal

Halkımızın alınteri ile suladığı yurt toprağının fideliğinde yetiştirip insanlık bahçesine sunduğu "kızıl karanfiller"den birinin daha, bu kez Server Hoca'nın ardından, anısına saygı duruşu niyetine..

 

Neden mi şanslıydık diyorum?

Birinci kuşağı, yani kurucu kuşağı tanıdık; gözlerimizle görüp, kulaklarımızla duyduk.

Gerçi pek bir şey anlayamadık; onlar çok yaşlı, bizse çok çocuktuk.

Ama, düşünsene, ilk ağızdan ve –di li geçmiş zamanla Bağımsızlık Savaşı öyküleri dinledik.

Bak bu önemli: terminolojileri, tanımları bizden çok farklıydı.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’na “muhacirlik” diyorlardı; yeri yurdu, köyü, çifti bucağı, evi barkı geride bırakıp göçmüşler, yani hicret etmiş ve muhacir olmuşlardı.

Neden?

Onu, “Ermenileri kırdınız/kırdık” diyenlere sormalı.

En bilgilimiz, “cihan harbi” dediklerini sanır, oysa, o ikincisidir; birincisine, yani, bizim, “I. Dünya Savaşı” diye bildiğimize, “Seferberlik” diyorlardı; yıkılmak üzere olan imparatorluklarını kurtarmak için seferber olmuşlardı.

Çanakkale denizleri, kızgın Yemen çölleri, ve Sarıkamış dağları, zamanın donduğu yer.

Susalım ve selama duralım; burası, tarihin saygı duruşuna durduğu yer.

..

Sonra, ve en önemlisi, bize “Kurtuluş Savaşı” diye öğretilene, “İstiklâl Harbi” diyorlardı.

İstiklâl..

Yakalarındaki sarı, parlak Madalya'nın adıydı; asla çıkarmamacasına taşıyorlardı.

Arapça sözlük anlamı ile Türkçe karşılığı, “bağımsızlık” demek; yani, kurtulmak, bir kez kurtulmuş olmak değil, hep “kurtulu” olmak.

Bizim için, alkolün, uyuşturucunun, fuhşun, her türlü marjinalliğin, yani insan tüketiminin adı olan İstiklâl Caddesi, onlar için bir başka anlama geliyormuş; bir Ağustos akşamı, ellerinde meşalelerle yürümüşler, baştan sona, sonra sondan başa bir daha, sabaha dek, sevinç gözyaşlarıyla yıkamışlar caddeyi.

Lâyık olmadık; ve lâyık değiliz.

İstiklâl, ne zaman ve neden “Kurtuluş” oldu; farkında mısın, sormadık hiç; sordurmadılar.

Bunun üstünde düşünmeni öneririm.

..

Dedemiz ve ninemizdiler.

Ve tutumlu değil, düpedüz cimriydiler.

Var olanı, hep saklamak, hep korumak istiyorlardı; “yok”tan, “yok olması”ndan dehşetle ürküyorlardı; ve bunun bir nedeni olmalıydı; tüketim çağının orta yerine doğmuş çocuklardık, anlayamadık.

Süpürge tohumlarından veya atların dışkılarından ayıklanan buğdaylardan yaptıkları ekmeklerden söz ediyorlardı; hadi canım sende, o kadar da değildi artık.

..

Sonra ikinci kuşağı tanıdık; ki onları, birincilerden, daha yakından tanıdık; ki titrek, çekingen ilk adımlarımıza dayanak, ve ilk sözcüklerimize “anne, baba” diye konu olmuşlardır.

..

İyi bir şeyler görmüş, kötü bir şeyler yaşamıştılar.

Ve suskundular; anlatmak istemiyorlardı.

Nedenini, ancak kendi gençliğimizde öğrenebildik.

Yaşı yirmi beşe varmamış, ne çok mezarları vardı..

..

Dedim ya, anlatmadılar; okuyup da öğrenebildik.

Dehşetli namusluydular.

Bayrağı hep dik tuttular; dövüldüler, öldürüldüler, kırıldılar; ama bayrağı hep dik tuttular; ay yıldızlı al bayrağı da, tek yıldızlı kızıl bayrağı da, hiç düşürmediler; birini, diğerinden ayırmadılar. Türkiyeli ve dünyalıydılar; ne vatandaşlıklarından ödün verdiler, ne halklarla kardeşliklerinden; çeliştirmediler.

Samsun – Ankara arasında, ve Mustafa Kemal yürüyüşlerinde, Macaristan’ı, Vietnam’ı, Lenin’i, Che’yi ve Ho Chi Minh’i tartıştıklarını duyduk.

Hayatın baharındaki ömürlerini, darağacının gölgesinde, ve “yaşasın Marksizm – Leninizm” diye başlayıp, “yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!” sözleriyle bitiren arkadaşlarının, yoldaşlarının öyküsünü, çok sonra, kitaplarda okuduk; filmlerde izledik.

Anlatmadılar.

..

Şimdi sen, ey üçüncü kuşak, akranım, arkadaşım, kardeşim, şimdi, sen ne bekliyorsun?

Ülkenin durumundan, dikta altında, faşizmin yumruğu altında, geriye gidişinden yakınıyorsun.

Ve hiç kimse, kılını kıpırdatmıyor; herkes gelen felaketi, oturduğu yerde izliyor, değil mi?

Ve sen, Doğan Avcıoğlu okudun; halkın kendi çaresini yaratamadığı yerde, halkın aydınlanmış, ileri çocuklarının, Avcıoğlu Usta’nın deyişi ile, “zinde güçler”in, yani, yurtsever bürokrasinin, ve entelektüellerin elele, duruma müdahale etmeleri gerektiğini düşünüyorsun.

Gözünü Ankara’ya çevirmiş, numunelik olsun, bir yurtsever bürokrat, tercihen silahlı olanı, ve kafasını, kendinden başkaları için de çalıştıran bir tane namuslu aydın arıyorsun.

Çünkü, baldır bacaktan, sosyetik fuhuştan başka bir şey göstermeyen televizyonun izleyeni, ve kitapçılarda değil, market selelerinde satılan kitapların okurusun.

..

Ankara’da, Birinci Meclis’te, Polatlı sırtlarından gelen top seslerinin eşliğinde, gaz lambasının ışığında, Tekalif-i Milliye Emirleri’ni kaydeden Meclis Katiplerinden biri olan, “Devrim’in yasası, her yasanın üstündedir” diyebilen bir Hukukçu, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu gibi bir Üniversite öğretmeni arıyorsun.

Sözde Demokrat Parti faşizminin azgın polislerinin, yerlerde sürükleyip copladıkları, yumruklayıp çenesini kırdıktan sonra, özür dilenmek üzere İstanbul Valiliği’ne davet edildiğinde, kanlı gömleğini değiştirmesi istendiği zaman, “o benim, ancak şeref simgemdir” diye itiraz edebilen, ve sonra, 27 Mayıs Anayasası’na imza atabilen, Ordinaryüs Sıddık Sami Onar gibi bir Rektör bekliyorsun.

Çünkü, akademik hayatı, televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde, hükümet danışmanlıklarında, patronların, siyasal iktidarların kıçını yalamaktan ibaret olan, kitap hırsızı-kitapsız “profesörler”in öğrencisisin.

..

Görüş çatışması yaşadıkları, dergi sayfalarında birbirlerini en ağır biçimde, “pasifist, revizyonist, oportunist” diye en batılı sözcüklerle eleştirip ayrı yollara gittikleri halde, Mamak Cezaevi’nin avlusundaki darağaçlarının gölgesindeki arkadaşlarını, yoldaşlarını ölümden kurtarmak için, en doğulu biçimde, yani kahramanca, yiğitçe, Kızıldere köyündeki o evde tereddütsüz ölüme yürüyen Mahirleri, halen var sanıyorsun. Varsalar da, varlıkları, Ankara’da, Karşıyaka ve Cebeci mezarlıklarında gömülüdür.

Sen ise, oks’lerde, sbs’lerde, lys’lerde, öys’lerde, kpss’lerde, birbirinin arkadaşı değil, rakibi ve kurdu olanlardan birisisin.

..

İşçi sınıfının emek ve alınteri mücadelesini, sendikalizmin sığ sınırlarına tutsaklıktan kurtarıp siyasal alana taşımak, hatta sınıfın yolunu, hedefini doğrudan iktidara yöneltmek için canını ortaya koyan ve nihayet sermayeye kiralık karanlık namlular önünde can veren Kemal Türkler’i özlüyorsun.

Çünkü, birkaç liralık zam için, sermaye hükümetlerine el avuç açıp dilenmeyi, ve kameralar önünde, toplu iş sözleşmelerinde yediği Başbakanlık kurabiyelerinden söz etmeyi sendikacılık sayan sendika ağalarının işçisisin.

..

Siyasi yönetim, elini yargıya uzattığında, adaletin defneli çelengiyle bezeli cüppelerini giyip sokağa çıkabilen “Cumhuriyet Savcıları ve Yargıçlar”, ve örneğin, “din, gelişmeye engeldir” diyebilen İmran Öktem gibi cesur, korkusuz bir Yargıç arıyorsun; hani, o engelin arkasında kalıp gelişmek istemeyenler, cenazesine bile dayanamayıp saldırmışlardı.

Çünkü, yasaların ve kendi adil vicdanlarının değil, okyanus ötesinden gelen tarikat imamlarının sesini dinleyen mürit Savcı-Hakimler’in sanığısın.

..

Üniformaları, Bağımsızlık Savaşı’nın kanı ve barutu kokan, rütbelerinde, takvim hesabı ile konan yıldızlar, Nato kurslarının şeritleri değil, şehit kanlarının payını taşıyan, üstlendiği sorumluluğu geç yerine getirdiğinde, son mermisini kendi kafasına sıkan Şehit Albay Reşat Çiğiltepe’lerden sonra, üniformaları, İstanbul sermayesi balolarının şarabı ve esansı kokan zamane “paşaları”ndan aynı yürekliliği bekliyorsun.

Oysa, son YAŞlar, gözlerimizden kanla aktı; sen de ağlıyorsun.

Çünkü, gördün, sırça köşklerinde bir iki yıl daha fazla zevki sefa sürmek için, vatanlarını satanların askerisin.

..

Gözlerini yola yatırıp boşuna bekleme; o güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler.

Ve Server Hoca da öldü; başın sağ olsun.

Dönmeyecekler.

 

Vedat KOÇAL

vedat.kocal@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.