MHP Zâten Var mıydı?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Önce kendimden bir iktibasta bulunayım; http://www.keremdoksat.com/2006/09/01/ulus-millet-bati-ve-biz/ adresli makalemde özetle şunları yazmıştım:

Attilâ İlhan’ın tâbiriyle, “evrensele giden yol ulusaldan geçer“. O evrensellik ister mevhum bir komünizm olsun, ister fütürologların düşündükleri gibi çok daha güçlü bir devlet yapısıyla ama âdilce yönetilen bir büyük dünya milleti. Bunu en azından bizim ve yakın nesillerin göremeyecekleri kesin. O zaman, istikbâli biraz bırakıp, hâle bakalım.

Dünya vatandaşı olabilmek için önce kendi millî âidiyet ve mensubiyetini tatmış, tanımış olmak gerekir. Konsantrik halkalar gibidir bu ilişki. Bebek önce annesini tanır ve sever, sonra babasını, âilesinin diğer mensuplarını, dostları, arkadaşları…. Bu silsile kavmini (çağdaş anlayışla milletini yâni ulusunu) sevmekle, onu sâhiplenmekle olgunlaşır.

Bundan sonra (ve bununla da paralel olarak) dünyayı, âlemi, Yüceler Yücesi’ni (özellikle Allah demedim, tarafgir olmamak için. Ama sui generis herkesin bir transandansı ve ona teveccühü olduğunu biliyorum. En sıkı materyalist arkadaşlarım bile böyle bir özde erimekten büyük haz duyuyor) sevmek mümkün olur. İllâki belli bir dinin tanrısına veya mistisizmin öğretisine inanmak şart değil. Kendi içimizdeki sırra yönelmek doğamızda var (Cloninger buna “self-transcendence” diyor)…

Bizdeki milliyetçilikle Batı’nınki arasında mâhiyet farkı vardır. Batı’da millet ve milliyetçilik, aristokrasiye isyan eden kentsoyluların, burjuvazinin sınıf patlamasıyla filizlenmiş bir olgu ve ideolojidir. Bu anlamda hepsi de hücrelerine kadar milliyetçidirler. Avrupa’da epey ülke dolaştım, insanlarını tetkik ettim. İngilizler diğer bütün uluslara tepeden bakacak kadar “snobdur”; İrlandalılar onlardan nefret eder, Portekizliler İspanyollar’a olan kinlerini daha hava alanından otele giderken otobüsteki rehberin ağzından anlatırlar size. Fransızlar Almanlar’dan zerre kadar hazzetmez.

Bu örnekleri çok daha arttırmak mümkündür. Ama nationalism lâfını ettiğiniz anda size pis pis bakarlar, racism gibi idrak ederler bunu çünkü ırkçılıktan çok çekmiş olup, birbirlerini bu sebeple az gırtlaklamamışlardır. Avrupalılar, hele entellektüel takımı, zâten her hücrelerine kadar ulusal âidiyet ve mensubiyetlerini içlerinde hissederler

Bir tek, tarihî ve coğrafî özelliklerinden dolayı, İngiltere soğuk bakar bu işe ve Amerika’ya meyleder. Ortak anahtar kelimeleri WASP’dır (White Anglo-Saxon Protestant yâni Beyaz Anglosakson Hristiyan). ABD’de ise, olmayan bir tarih üzerinde olmayan bir milleti zoraki yaratabilmek için on beş yirmi senede bir, bir felâket senaryosu yaratan ve eyleme sokan DDD tarafından âidiyet mensubiyet duyguları pekiştirilerek ayakta tutulmaya çalışılır (Japonya ile hârb, Vietnam rezâleti, Irak ve Saddam senaryosu ile körfez “hârbi”, Usâme Bin Lâdin, 11 Eylül saldırıları, tekrar Irak ve hâlen yaşananlar)…

Bizde ise milliyetçilik, henüz feodaliteyi aşamamış toplumumuza Ziya Gökalp, Atatürk ve arkadaşları tarafından ithâl edilmiştir. Şu dünya konjonktüründe, millî devlet olmadan varolmanın mümkün olmadığının derinden idraki içerisinde, bir serî inkılâplarla milletleşme, millîleşme süreci başlatılmıştır. Batı mukallidi yarı aydınlarımızın monşerlikleri ve manda olma teklifleri vs. kaâle alınmamış, 10 yılda 15 milyon her yaştan genci yaratma sevdâsına gönül verilmiştir

Maâlesef, Osmanlı’dan ulusal devlete ve kültüre istihâlenin bâzı faturaları da olmuştur; bilhassa harf inkılâbı ümmetlikten milletliğe terfiyi kolaylaştırmış ama kültür intikalinin ortasına da bir Hz. Ali kılıcı gibi inmiştir.

Bu dönemde, arayış içerisinde pek çok Türk entellektüeli, hele o zamanlar pek moda olan Marksizm’e teveccüh etmiş ve eylemler başlamıştır. Bir yandan da, inkılâpları asla sindiremeyen dinci takım faâliyetlerini sürdürürken, köyünden, kasabasından Ankara’ya, İstanbul’a vs. gelen namazında niyazında ama sofu olmayan, kavmine-milletine bağlı ama muhtelif etnik kökenlerden gelen saf Anadolu çocukları bunlara ve “komünistlere” karşı insiyâki olarak saf oluşturmuşlardır.

O dönemin Marksist olmayan, Batı’yı da tanıyan ve millî şuûra sâhip bir avuç Türk aydını bu harekete sâhip çıkmış (aralarında rahmetli babam Prof. Dr. Recep Doksat da vardı) fakat tepeden inme (bu tepenin de neresi olduğu muğlâktır) lider Alparslan Türkeş’in başbuğluk, tek adamlık hülyâları sebebiyle küstürülmüş veyâ saf dışı bırakılmışlardır.

Sonuç hepinizin malûmudur: Dünyadan bîhaber, beyaz çorap giyip hilâl bıyık bırakarak kimlik oluşturmaya çalışan, ter kokmayı ve kabadayılığı erkeklik addeden, ne kasabalı ne de kentli olabilmiş kişiler ülkücü olmuş, Dokuz Işık Doktrini palavralarıyla, Türk-İslâm Sentezi ucûbeleriyle beyinleri oyalanmış ve kısırlaştırılmış bir grup hâline gelmişlerdir. Hâlâ da bu yapıyı korumaktadırlar. Aralarına girip çağdaş ulusçuluk ruhunu yaşamak ve yaşatmak isteyenlere de asla yüz vermemişlerdir (bunun pek çok örneğini bizzat biliyorum, meselâ güncel bir tânesi Prof. Ahmet Vefik Alp).

Batı’nın milliyetçiliği kentsoyludur, burjuva kökenlidir; bizimkisi ise köy-kasaba kökenlilerin elinde kalmış nâkıs bir harekettir; aynı şey çoğu “solcu devrimci” için de geçerlidir. O sebeple de ufukları (vizyonları) dardır; tartışmaya açık değildirler çünkü müthiş sekterdirler, çünkü alt yapıları yoktur! Bundan dolayı da kolayca agresifleşirler.

Peki, ne yapalım? Yok olup silinelim gidelim mi? DDD’nin de kaşıdığı etnik parçalanmaya çanak tutup, 50 sene sonrasının ders kitaplarında “bir zamanlar bunlar vardı” denen kayıp kavimler içerisine mi girelim? Böylesine bir ihânete hakkımız var mı?

Yok! Bize ağabey gözüyle bakan, bütün istiskal “gayretlerimize” rağmen (öz be öz Türk olan adamlara Türkümtrak gibi Türkî diyerek, lisanlarıyla dalga geçerek) bizi ağabey olarak görüp peşimizden gelmeye çalışan Türkiye hâricindeki Türkler’e, dünyanın dört bir yanına dağılmış olan ama kimliklerini hâlâ koruyan soydaşlarımıza, kendi vatanımızda hem vatanına milletine bağlı hem de uluslararası arenada varolacak formasyonda yetişen yeni nesillere borcumuz var!

Çâre ne: Irkçı ve etno-sentrik olmayan, dinsel kimliğin en az (hiç değil) öneme hâiz olduğu çağdaş bir kültür milliyetçiliğine (isteyen ulusçuluk desin) mecbûruz, hâttâ mahkûmuz.

Sağcımızla solcumuzla, gelin canlar bir olalım, şu fakir ve câhil halkı muâsır medeniyet seviyesinin üzerine taşıyalım.

Vatanını, milletini sevmek, o sâyede bütün insanları hâttâ kâinatı sevebilmek hiç bir kurdun kuşun tekelinde değildir.

***

Açın interneti ve MHP’nin kendi mekânındakileri okuyun (http://www.mhp.org.tr/), hele Başbuğ’un hayatını http://www.mhp.org.tr/basbug_hayati.php adresinden bir okuyun. Bu arada Türkçe katliamına karşı da hazırlıklı olun (mütevazi, adini verdikleri, Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi’nin, Osman Zeki Bey Ali Arslan’ın adini adeta senin adin “Alparslan olsun”) ve daha neler neler…

Yâhu, Türk milliyetçiliğinin kalesi olan partinin(!) internet kalemşorunun bu kadar kötü Türkçe yazması ne garip iştir!

Şu satırlar ise çok mânidar (aynen alıyorum): “Yıl 1947 Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği’nin Komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez “Moskofluğu” ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı’daki görevlerinden sonra 1951 yılında Kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi’nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.

Yıl 1955 dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon’da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada … Üniversitesinde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye’ye döner (MKD: bu aradaki üniversitenin isminin neden silindiği meçhûl).

1959 yılında Almanya’ya Atom ve Nükleer Okulu’na gönderilir ve bu okulu basarıyla bitirir. O artik bir Kurmay Albaydır”.

İşte, ana fikir burada: ABG’den ve Batı’dan alınan eğitim ve icâzet.

Mekândaki yazılarımı takip edenler net olarak şunları yazdığımı bilirler:

1) Her iki Dünya Hârbi de ABG + DDD (WASP ve Siyonizm) tarafından bilerek ve plânlanarak çıkarılmıştır. Kullanılan kuklalar hiç önemli değildir.

2) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) de tamamen aynı güçlerin sevk ve idâresi yoluyla hayat bulmuştur. Çin’de de aynı süreç işlemiştir. Bu arada tarihimiz boyunca ikide bir bizi hârb ettirdikleri Ruslar’ı bu sefer de Komünizm tehlikesi, tehdidi ile üzerimize salarak, tam bir millî paranoya yaratılmıştır.

3) Amaç dünyayı ucuz hâttâ boğaz tokluğuna çalıştırılıp yoldaşlaştırılan bir toplumla, onların ürettiklerini deli gibi tüketip Dünya Baronları’nın ceplerini iyice dolduracak bir tüketim toplumu hâlinde ikiye bölmektir.

4) Bütün dünyadaki komünist-antikomünist, dinci-din düşmanı örgütlenmelerde de bizzat ABG + DDD tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunlardan bizi ilgilendirenler Nurculuk ve devamı, yasadışı komünist örgütlerin hemen tamamı, dinbaz partiler ve illegal örgütler ve “legal” olarak MHP ve Ülkücülük hareketi, en son olarak da PKK!

Hüsnüniyetli, Dokuz Işık palavralarına inandırılmış, çoğu namazında niyazında da olan ama icabında rakısını da içebilen grup Ülkücü Komandolar diye âdeta devletin antikomünistlik misyonuna hizmet eden bir grup hâline gelmiştir. Meşhur Taksim Katliamı’nda da, pek çok eylemde de kullanılmışlardır. Hayâl perdesindeki Karagöz Hacivat gibi onlarla tokuşturulan Devrimci-Komünist gruplar ise Ülkücüler’i hep faşistlikle suçlamışlardır. Ne milliyetçiliği ne de komünizmi doğru dürüst bilen gencecik Türk insanları birbirini öldürmeye başlamışlardır.

Üstüne üzerine de 12 Eylül faşizmi getirilmiştir.

***

Peki, neden MHP zâten yoktu?

Atatürk ve arkadaşlarının muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak amacıyla yaptıkları inkılâplar daha o zaman ABG + DDD tarafından engellenmeye çalışılmış, İnönü’nün gafletini müteakip, diğer muktedirlerin hepsinin icâzetiyle birtakım ideolojilere baş(buğ) olanlara belli roller tevzi edilmiştir.

Alparslan Türkeş’in görevi işte tam bu noktada devreye girmiştir: Milliyetçiliği Atatürk ve arkadaşlarının çizgisinden uzaklaştırarak, İslâm’la karıştırarak lâiklik ilkesini dinamitlemek.

Yâni, Türk-İslâm Sentezi (yeni tâbirle Türk-İslâm Tevhidi) ideolojisi yaratılarak ve zâten arayış içerisindeki, çoğu ciddi derecede câhil ama milletine de bağlı genci Ülkücülük nâmıyla saflaştırmak, sonra da eylemlerde kullanmak!

Şimdi işler değişti, SSCB de, komünizm de tehdit olmaktan çıktı, hâttâ Komünist olmak ve bu yolda parti kurmak yasallık kazandı.

MHP’nin sebeb-i mevcudiyeti (Raison d’être) ortadan kalktı ve otomatik olarak tebahhur ettiler; Devlet Bahçeli de öyle.

Ortalık da tamamen AKP ve benzeri zihniyetteki dincilere kaldı.

Eğer tamamen kültürel, rasyonel ve sosyal âidiyet temelindeki, gelişip güçlenmeye (inkılâplar veya devrimler) açık olan millet (ulus) kavramıyla, irrasyonal, büyüsel (majik), dogmatik mâhiyetteki dinî inançları aynı potaya koyup “sentezlemeye” kalkarsan, din dâima gâlip gelir ve milleti ortadan kaldırır. Bunun tek istisnâsı Yahudiler’dir çünkü dinleri milletleri, milletleri de dinleridir.

Bunu önceden görüp, daha koyu İslâmcı cihete kayan eski Ülkü Ocakları Başkanı, yeni Alperenler’in mürşidi ve Büyük Birlik Partisi’nin kurucusu Muhsin Yazıcıoğlu ABG’den icâzet almaksızın yeni bir harekete soyununca, garip(!) bir helikopter kazasıyla terk-i âlem eyledi.

Aklıma Orgeneral Eşref Bitlis geliverdi nedense… O da ABG’nin PKK’ya yardım ettiğini söylemişti… Uçağı düştü!

Orgeneral Eşref Bitlis, Allah rahmet eylesin

Bir anda en yakın ve asabî dostum El-Cevap geldi, şimdi onunla konuşmamızı naklediyorum:

-MKD: Merhaba, nasılsın?

-El-Cevap: Saçmalama, ben zâten senin süperegonum ve rahatsız olduğum için ortaya çıktım!

-MKD: Peki peki anladık, neden Türk-İslâm Sentezi olamaz?

-El-Cevap: Yâhu din tamamen irrasyonel, imana bağlı, memetik mutasyona çok fazla uğrayan, o sebeple de her yola çekilebilen bir toplumsal müessese. İslâmiyet’teki mezhepler, câmiâlar, cemaâtler ve benzeri toplulukların hepsi de başka şey söyler. Millet ise lâiklik temelinde tarih, menfaât, lisan ve ülkü (mefkûre) ortaklığında ortaya çıkan, dinin çok az rol oynadığı bir ortaklaşa bilincin ismi.

-MKD: Kızma da, hâlâ anlamadım neden Türk-İslâm Sentezi olamaz?

-El-Cevap: Bâzen senin zekânla niye uğraşıyorum diye kendime kızıyorum! Avrupa’nın, ABG’nin hemen hepsi de birbirine yan yan bakan ülkelerinin dinleri nedir?

-MKD: Şey, Hristiyanlık… Değil mi?

-El-Cevap: Vallahi bravo, sen profesör olacak adamsın inan ki! Peki, bu adamların hepsi de aynı Jesus’a dua edip binlerce sene birbirlerini gırtlaklamadılar mı? Buna da sen cevap ver bakalım…

-MKD: Şey, çünkü onlar farklı etnisitelerden ve milletlerden geliyorlardı da ondan…

-El-Cevap: Vallahi gene bravo! Peki, Hristiyanlığın kaç mezhebi vardır?

-MKD: Şey, yâhu o kadar çok ki… Geçen gün sâdece 50 kişilik cemaati olan bir râhip hiç okumadığını söylediği Kur’ân’ı bile yakacaktı!

-El-Cevap: Bingo! Peki, İslâm’da kaç mezhep, tarikat ve cemaât vardır?

-MKD: Şey, çok fazla yâhu!

-El-Cevap: Ben sıkılmaya başladım çünkü farklındalığın ve ego gücün arttığı için gitme vaktim geliyor.

-MKD: Son bir şey, ne olur… Bak, DevletlûYargı’yı Dedeler’den kurtaracağız” derken belli bir İslâm mezhebini mi kastetti?

-El-Cevap: Keh keh keh, haydi eyvallah. Öyle ikide bir de beni çağırıp durma, ben sağ orbitomedial ve sol dorsolateral prefrontal bölgeme dönüyorum. Bu arada İd’ine ve limbik sistemine dikkat et; bu arada hipotalamusundaki iştah merkezine de selâm söyle!

-MKD: Bana bak, seni gidi kibirli şey, intikamını çok kötü alacağını biliyorum ama bu sefer de ben sana çok kızıyorum. Her şeyi küt diye söylemesen, beni de okuyucunun indinde anlaşılmaz kılmasan olmaz mı! Heeeey, El-Cevap, yâhu bir ses ver…

   Gitti!

      Bu yazı da bitti…

         Pensilvanya’ya, sorry, Pennsylvania’ya selâmlar…

Kerem.Doksat@PolitikaDergisi.com

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.