Kürt Açılımında Gelinen En Son Nokta

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Tansel S. Çam

   Bir yazı yazmak için bilgisayarın başına geçmiş, ne yazacağımı düşünüyordum. Düşünmeme yardımcı olması için bilgisayarımdaki şarkıları dinlerken bir parça dikkatimi dağıttı. Fonda Zeki Müren o billur sesiyle şöyle söylüyordu : “ Açmam, açamam…”

   İşte, kafamda çakan şimşek buydu. Şarkı Hüzzam makamındaydı, ama son zamanlarda, hükümetin ortaya attığı açılım fikrini bir türlü açamamasının ezgisi hangi makamdan, onu henüz tam olarak anlayamadım. Çünkü AKP hükümeti sürekli dillendirdiği “açılım” politikasını bir türlü tam anlamıyla açabilmiş değil. Son zamanlarda hemen hemen her gün gündemi belirleyen “Kürt açımının” bir türlü hükümet tarafından açılamaması, bir bilmece ve bulmaca haline gelmesi siyasileri olduğu kadar kamuoyunu da oldukça germektedir. Biraz da toplum genelinde, gerilimi tırmandıran siyaset arenasındaki bu kapışmaların ve sözel kavgaların temelinde sanırım bu sorun yatıyor.
   Peki, bunun sebepleri ne olabilir? Bunu biraz irdeleyelim.
   Herkesin bildiği üzere, Türkiye ilk önce cumhurun başkanı Abdullah Gül’ün ağzından Kürt sorunu ile ilgili olarak “iyi şeyler olacak” sözlerini duydu ve buna kilitlendiği anda, ardından; AKP hükümeti, büyük bir cesaretle Kürt meselesine paraşütle bir iniş yaparak, medyada da çok ses getiren bir “Kürt açılımından” bahsetti ve Başbakan da, uzun yıllar (hükümette olduğu 7 yıl boyunca) “DTP, PKK’yı terörist bir örgüt olarak kabul etmezse onlarla görüşmem” önkoşuluna rağmen, bunu bir kenara iterek, belki de iç veya dış yoğun baskıları neticesinde, DTP ile görüşerek, bu açılımı başlatmış olarak kabul edildi. Aslında bu durum, biraz da; hem sürpriz, hem de ekspres bir karar olmuştu. Bu atılımın ya da atraksiyonun çok çabuk olmasında, o günlerde DTP’nin İmralı tutuklusu, terör elebaşısı Öcalan’ın ağzıyla bir “Kürt açılımından” bahsetmesi de önemli bir rol izledi. Zira bilindiği gibi o günlerde DTP bir “yol haritasından” bahsediyor ve Öcalan’ın bu yol haritasını açıklayacağı ve kendisinin muhatap alınmasını önemle vurguluyordu. Nitekim açıklamanın yapılacağı tarih bile telaffuz edilmiş ve kamuoyunda bir beklenti yaratılmıştı. Kamuoyunda biraz DTP’nin, biraz da medyanın itelemesi ile 15 Ağustos tarihi bir fenomen haline geldi ve hükümet, belki de bir adım öne geçmek isteyerek, kendi açılımlarından bahsetmeye başladı. İşte ondan sonra ‘dananın kuyruğu’ koptu. Çünkü DTP, Öcalan’ın yol haritasının içeriğinin maddelerini açıklarken ve de Öcalan’ın muhatap alınmasını isterken, kendilerine de hükümet tarafından bir randevu verilmediğini üstüne basa basa tekrarlarken, bir anda gazete manşetlerinde ve televizyon haberlerinde flaş haber olarak, Başbakan’ın DTP ile görüşmesini izliyorduk. Her ne kadar, R.T. Erdoğan’ın “ben DTP’lilerle Başbakan olarak değil AKP başkanı olarak görüştüm” demesinin ne manaya geldiği pek anlaşılamasa da bu açıklama, görüşmenin gölgesinde kaldı ve hemen unutuldu. Sonrasında da bu görüşme ile zincirin bir halkası kırılmış oldu.
   İşte ne olduysa ondan sonra oldu ve hükümetin resmi ağızdan yaptığı açıklamalarla, Öcalan’ın olduğu söylenen açıklamalar arasında paralellik olduğu söyleyip, AKP’nin DTP ve Öcalan’la birlikte tek başına bu “Kürt sorununu” çözeceğini ima eden muhalefet ayağa kalktı ve bu sürece ne PKK’nın, ne Öcalan’ın dahil edilmesini, yalnız ve yalnız bu süre içinde kendilerinin de olması gerektiği ifade edildi. Fakat hükümet ile muhalefetin sert açıklamaları bir zaman sonra bir “politik tutum” halini alınca, ipler gerildi. Basın da sıkça bir “uzlaşmadan” bahsedince, hükümet, PKK’nın da vurguladığı “akil adamlar” komisyonunu, özellikle basın, üniversite ve siyasilerden oluşan “14 akil adamı” Polis Akademisi’nde bir araya getirerek, fikir sordu. Sonrasında, hükümet ile muhalefet arasındaki politik sürtüşme, bir kötü dil ve üslup kavgasına dönüştü. Çünkü o toplantı kasıtlıydı ve kendileri davet edilmemiş, hatta ne bu toplantı için, ne de “çözüm paketi” için fikirleri alınmamıştı. Özellikle Başbakan’ın DTP ile görüşüp, kendileri ile görüşülmemesi konusu sıkça ve şiddetle eleştirildi ve siyasi kürsülerde malzeme olarak kullanıldı. Basında da bu durum eleştirildikten sonra hükümet herkes ile görüşüleceğini ve muhalefet ile de görüşüleceğini belirtti. Ve randevu talepleri başladı. CHP tarafında, Başbakan için randevu beklenirken, muhalefet partisi liderleri ile karşılıklı görüşmenin bakan seviyesinde yapılacağı belirtildi ve “DTP ile görüşen Başbakan’ın kendilerine bakanını göndermesine bir anlam veremediklerini” belirten CHP kapıları hükümete kapattı. MHP de ‘PKK ile masaya oturan bir Başbakanla görüşüp, ihanete ortak olmayacağını belirtip’, hükümete randevu vermeyecekleri belirttiler. İşte bundan sonra Ankara siyasetinde bir gerilim meydana geldi ve her gün yapılan açıklamaya bir yenisi eklenerek, ipler gerilmeye başladı. Şimdilerde, çok sıcak olan gündem, siyasilerin üslupları ile de oldukça ilginç bir hal aldı.
 
   Kürt açılımı meselesi, neredeyse son bir aydır gerek medyada, gerek Ankara kulislerinde ve gerekse toplum içinde sıcaklığını korudu ve halk, siyasilerin karşılıklı sert açıklamalarını da hem ilgiyle takip ediyor, hem de bilgilenmeye çalışıyor. Fakat ne yazık ki, bir çok konuda olduğu gibi, bu “açılım” meselesinde de bir ‘dezenformasyon’ yani sözlük anlamıyla yanıltma var. Şimdilerdeki tanımıyla “bilgi kirliliği” var. İnsanlar bu bilgi kirliliği ya da anlam karmaşası içinde, bir kafa bulanıklığı yaşıyorlar ve daha şimdiden toplum içinde bir sosyal kutuplaşmaya doğru gidilmeye başlandı. Başta hükümetin “Kürt meselesi” ile ilgili sıcak yaklaşımları, toplum ve ülke genelinde olumlu ve ılıman bir hava yaratırken, hükümet ve AKP içinden yapılan açıklamalarla muhalefetin sert açıklamaları arasında kalan halk, maalesef ki bir toplumsal gerginlik çemberinin de içinde kaldılar. Eğer, zamanında gerekli önlemler alınmazsa ve Kürt meselesi ya da açılımı bir raya oturtulamazsa, korkarım bu gerginlik çok daha farklı boyutlara ulaşabilir. Zira özellikle muhalefetin MHP kanadı çok sert açıklamalar yapıyor ve hükümet kanadından da hiç istenmeyen ve arzu edilmeyen düşük seviyeli beyanatlar yapılıyor. Bu da hem siyasetin dilini kirletiyor, hem de tansiyonu yükseltiyor.
   Açılıma yalnız MHP sert tavır koymadı elbette. CHP’nin de MHP kadar olmasa da kendine has üslupları ile bir karşı çıkışları oldu. Medyanın da konuyu farklı yönlerden ele alması ve DTP’nin hala sert çıkışları ve olmazsa olmazları yüzünden “ülke bölünüyor” havası yaratıldı ve netice itibari ile asker de bir dizi açıklama yaparak sürece dahil oldu.
   Asker ne dedi?
   Org. Başbuğ, Zafer Haftası nedeniyle verdiği mesajında "Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe'dir." dedi ve “Ülkelerin ve milletlerin bütünlüğünün korunmasının bir bedeli vardır. TSK; bu bedelde kendisine düşen tarihi görev ve sorumlulukların bilinci içerisindedir” diye de eklemede bulundu. Zaten ne diyeceği, ne düşündüğü belli olan TSK’nın adına söz sahibi olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, Kürt açılımıyla ilgili hararetli tartışmaların sürdüğü bugünlerde TSK'nın tavrını açıkça ortaya koyarak, sürece dahil olduğunu, gerektiğinde müdahil olacağını belirterek, bir anlamda aslında o meşhur “kırmızı çizgilerden” ve asla tartışılmamasından bahsederek, “Türk Silahlı Kuvvetleri; Ulus-devlet ve üniter-devlet yapısına hiçbir gerekçeyle zarar verilmesini kabul edemez”, “Kültürel farklılıklara saygılıdır. Ancak kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasını, başka bir ifadeyle siyasal temsil aracı olmasını, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası içinde mümkün göremez”, “Terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz”, “Demokrasinin sunduğu fırsat alanlarını kullananların, bireylerin en temel hakkı olan yaşam hakkını hedef alan terör faaliyetlerini hiçbir nedenle hoş görmelerini kabul edemez” ve “Her konuyu tartışabilme özgürlüğünün, devletin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içermemesi gerektiğine inanır” diyerek aslında bir anlamda son noktayı koymuş oldu.
   Bu arada medyaya yansıyan bir resim de aslında TSK’nın “açılım sürecindeki” perspektifini anlatır nitelikteydi.
   Şehit Yarbay Muammer Yüzsüren Kışlası'nın nizamiye kapısına konulan tabela, bu da 'ordunun açılımı' yorumuna neden oldu.
   Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde bulunan Şehit Yarbay Muammer Yüzsüren Kışlası'nın nizamiye kapısına "Üzerimize kılıç çekilmedikçe, vatanımıza girilmedikçe, milletimiz cefa çekmedikçe, bizden kimseye zarar gelmez" yazılı bir tabela konuldu.
   Genelkurmay Başkanı İ. Başbuğ’un açıklamaları belki meclis çatısı altındaki partileri tek bir paydada buluşturmaya elverişli bir açıklama olsa da DTP bundan hiç de hoşnut olmamışa benziyor. Zira DTP, İlker Başbuğ’un Kürt açılımıyla ilgili açıklamalarını, "Son MGK bildirisinden ve Genelkurmay’ın açıklamasından da anlaşılacağı üzere AKP’nin açılım dediği şey aslında bilinen resmi söylemin allanıp pullanmasından ibaret kalmaya adaydır" şeklinde değerlendiriyor.
   Başlarda ılıman açıklamalar yapan bazı DTP’lilerin haricinde özellikle şahin kanattan çok sert ve sivri açıklamalar geliyordu. Askerin bu son açıklamasından sonra da o ılıman hava değişti ve DTP de sert bir üslup takınmaya başladı. Daha önceki birçok yazımda da belirttiğim gibi, eğer bir barış sürecinden bahsedeceksek, DTP’nin bu tavır ve tutumları ve özellikle bazı isimlerin yaptığı bu sivri çıkışların, bu sürece katkı değil, köstek olacaktır. Fakat DTP, özellikle Öcalan’ın kendince “yol haritası” gibi farklı açıklamalarını malzeme yaparak, açılım sürecini farklı bir istikamete çekmeye başlayınca, ortam biraz daha gerildi. Şimdilerde, karşılıklı kılıçların çekildiği izlenebiliyor. Açılımın nasıl olması gerektiği medyada yoğun bir şekilde tartışılırken, DTP Genel Başkanı Ahmet Türk baklayı ağzından çıkarıyordu, “PKK’yı ve Öcalan’ı sürece dahil edin”, “Açılım gerçekleşmezse çok kötü olur.” Aslında bu açıklama ile birlikte “bir tehdit unsuru” da algılanmıyor değildi.
   Peki şimdi ne olacak ?
   Ne olacağını irdelemeden önce, açılımı açmazlık haline getiren durumları tartışacak olursak;
   Öncelikle, AKP ile MHP arasındaki sözel kavganın üslubu oldukça çirkin... Bu durum bir vatandaş olarak beni fazlasıyla rahatsız ediyor. Taraflardan birinin dili öbüründen daha düzeyli değil. Daha vahimi, bu kaba üslup tarafların sözlerindeki ‘doğru’ların bile üstünü kapatarak kör bir kutuplaşma yaratıyor. MHP tarafı, hükümetin bu projesinin bir ABD projesini olduğunu belirtip, AKP’yi DTP ve Öcalan ile birlikte bölmekle suçlarken, MHP’ye de AKP tarafından hiç de hoş olmayan söylemler çıkmaya başladı. Örneğin, AK Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, “Kürt açılımı” nedeniyle hükümete sert eleştiriler yönelten MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi aynı sertlikte yanıtladı ve MHP’yi dürüst olmamakla suçladı. Buraya kadar pek bir şey yok gibi değil mi? Devam ediyoruz.
   Bozdağ, bugüne kadar 8 pişmanlık yasası çıktığını, bunların 4’ünde MHP’nin desteği olduğunu belirtirken “O zaman MHP’nin tavrı ‘terörün ekmeğine yağ sürmek, teröre prim vermek, teröristleri serbest bırakmak, şehit ailelerinin boynunu bükmek’ şeklindeydi. Bu dürüstlük müdür” diye sorarak devamında ise “Asıl Amerikan projesi, bölücü başının idamdan kurtulmasıydı. Bölücü başının boynundan ipi çıkarmaktı ve bu projenin taşeronluğunu da MHP yaptı. Başbakanlık’ta bu idam dosyasının yolunu kesen Sayın Bahçeli idi.” derken arkadan gerilimi artıracak şu sözler gelecekti.
   “Şimdi konuşuyorlar ‘PKK’yı muhatap alma’ diye. Şimdi, kalkıp oradan buradan gürlüyor. İktidarda gürlemek lazım. Erciyes’te kurt olup Ankara’da kuzu olmamak lazım. Orada uluyorsan, Ankara’da da uluyacaksın, Meclis’in çatısı altında da uluyacaksın. Milletin yanında erkek ama Meclis’te ürkek olacak tavrını biz hiç benimsemedik.  İktidardaydınız 3 yıl, niye asmadın da bir ada tahsis edip besledin? Aradın da ip mi bulamadın? Yoksa ayağının altına sehpa mı bulamadın?”
   Buyurun buradan yakın…
   MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı da ardından Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ’ın partisine yönelik açıklamalarına sert tepki göstererek, “AK Parti sözcüleri, MHP’nin izlediği politikayı anlayacak zekâ düzeyinde değil” dedi. Yani AKP tarafını düzeysizlikle suçladı. Ardından da “Bu ülkede kanın akmasını isteyen kim olabilir? Zavallı AK Parti sözcüsü MHP’nin feryadının kan akma ihtimalini önlemek olduğunu anlamıyor” diye konuştu. MHP’nin amacının bölünmeyi önlemek olduğunu vurgulayan Paçacı, itirazlarının sürece olduğunu belirterek “sürecin farklı etnisiteye bağlı bir bölünme süreci olduğunu” öne sürdüler.
   Hükümet ile muhalefet arasında görüldüğü gibi ipler çok gergin. Peki, bu gerginlikle CHP ne yapıyor? CHP diğerleri kadar üslubunu o kadar bozmuyor ama o da az buçuk ‘gerilim siyaseti’ yapıyor, meselenin özüne dokunmuyor, ya da dokunmak ve derinine inmek istemiyor. Parti gurubunda konuşan Baykal, "Bu proje bundan sonra da ortaya atılmaya devam edilirse Türkiye'de huzur gerçek anlamda bozulacaktır. Bu sürecin sonunda Türkiye çatışmaya sürüklenecektir” gibi bir açıklama yapıyor. Bence burada, biraz da politik davranıyor. Meselenin özünü kendinde saklıyor ve siyaset arenasındaki bir tür “it dalaşını” izlemekle yetinip, bu kavgada rol almak istemiyor. Ama hükümetin hareketlerini de tasvip etmiyor. AKP hükümetinin yanlış bir siyaset izlediğini ve bu ülkenin üniter devlet yapısını bozmaya çalıştığını ve kendilerinin fikirlerini almadığını, almak istemediklerini söylüyor. CHP, şahin gibi görünse de aslında, şu andaki tutumu biraz daha ulusal bir çözüm yanlısı olduğunu gösteriyor ve yaklaşan seçimlerde de yara almamak için ölçüyü kaçırmak istemiyor diye düşünüyorum. Herkes, CHP’nin kaçamak politika izlediğini ve meselenin özüne, aslına girme gereği duymadan fazlasıyla faşizan yaklaşımlar içine girdiğini belirtiyor. Peki, nedir aslında meselenin özü?
   Bence meselenin özü şudur!
   Aslında bugünlerde koyu harflerle adından bahsedilen “Kürt meselesi” bu ülkenin sırtında seksen küsur yıldır kambur olmuş ve çözülememiş bir sorundur! Daha doğrusu biraz da belirli kesimler tarafından ciddi bir sorun haline getirilmiştir. Etnisiteye dayandırılmaya çalışılan bu sorunun kaynağı, 1800’lü yıllardan, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar gelen Kürt kimlikli ayaklanmalar ve isyanlarla, demokrasi ve bu sınırlar üzerinde derin yaralar bırakmış. Son 25–30 yılda Kürt kimlikli ve dış güç destekli bir silahlı oluşum ile daha sistematik ve daha ağır silahlarla organize bir şekilde bir terör faaliyetine girişmiş ve devletin silahlı gücü ile girdiği silahlı çatışmalar ve terörizm eylemleri ile 5 bin üstünde şehit olmak üzere 40 bin civarında insan kaybı verilmiştir. Bu rakamların haricinde de 30 bin PKK’lı öldürülmüştür ve çeyrek asırlık bu silahlı mücadeleye kimine göre 35 milyar dolar, kimine göre trilyon dolarlık bir kaynak aktarılmış ama buna rağmen hem dağa çıkmalar hem de terör bitirilememiştir. Çünkü bunun altında birçok unsur aranabileceği gibi, en çok Kürt tabandaki etnik milliyetçi potansiyel, dağa çıkmaları beslemektedir. Asıl mesele de buradan kaynaklanmaktadır ve kemikleşmiş bu sorun çözülemez hale gelmiştir. Bu sorunu kökten çözebilmek için de bu etnik Kürt milliyetçiliği ya da Pankürdizm’in tansiyonunun düşürülmesi gerekmektedir. Peki, bu potansiyelin tansiyonu nasıl düşürülür? Taban nasıl daraltılır? İşte, bu açılımların kaynağının da bu unsurlardan oluşması beklenmektedir. Dile getirilen açıklamalar bu doğrultudadır ve en çok eleştirilen unsur da açılım ismini ortaya atan AKP hükümetinin bu açılım fikrinin içini tam olarak dolduramamasıdır. Özellikle CHP’nin eleştirdiği nokta budur ki, kesinlikle haklıdır. İş baştan yanlış başlamıştır. Açılım fikri ortaya atılmadan önce, sağlam dayanaklı olarak içi doldurulmalıydı ve bu durum dillendirilmeden önce TBMM çatısı altında bir fikir alımı yapılmalıydı. Daha sonra da toplumun tüm katmanlarında geniş bir konsensüs yaratılmalıydı. Eğer böyle bir uzlaşmacı tavır sergilenseydi, o zaman yukarıda belirttiğimiz nahoş siyasi üsluplu kavgalar da yapılmayacaktı. Bu arada, AKP daha ılıman bir tavır sergilemeli, daha uzlaşmalı olup ve sağlam bir proje ortaya çıkartıp, CHP ve MHP de, çözümün askeri müdahaleler dışında, nasıl yapılması gerektiğini belirtip, bu süreci ortaklaşa bir şekilde yürütebilirlerdi. Fakat AKP, bu işi kendisi çözmek istedi ve yaptığı bu atılımla rakiplerine göre birkaç adım öne geçmek, tabiri caizse “gol atmak” istedi. Çünkü yaratılan olumlu havayı, rüzgâra çevirip arkasına alır, bir de işleri yoluna koyarsa, şimdiler de bazı PIAR’cıların dillendirdiği gibi 2010 genel seçimlerinde % 50’nin üstüne çıkması çok olağan olabilirdi. Bu da onlara bir dönem daha tek partilik getirecekti. Ve sonrasında, Türkiye’yi istedikleri gibi şekillendirebilecekti.
   Açılım umulduğu gibi açılamazsa ne olur?
   Gelinen noktada o kadar çok soru işareti ve bilinmeyen var ki, toplumun kafasının karışmaması mümkün gözükmemektedir. Her şeyden önce, bu çözüm planının adı “Kürt açılımı” olmamalı. Çünkü etnik bir ayrımın yapıldığı izlenimi veriyor. Eğer gerçekten sosyal bir açılım olacaksa, elbette ki genel olarak tüm Kürtleri kapsayarak, kemikleşmiş Kürt sorunlarının üstüne gidilmeli ama bu sınırlar içinde yaşayan diğer tüm etnik kökenden insanları da kapsamalı. Her şeyden önce bu açılım çok boyutlu olarak tasarlanmalıdır. Sorunlar siyasi, kültürel, askeri ve ekonomik olarak ele alınmalı ve ayrı ayrı çözüm planları geliştirilmelidir. Çünkü Kürt meselesinin içinde iç içe girmiş halkalar vardır. Bu halkalar, sosyo-ekonomik, coğrafik, siyasal ve askeri çözümlerle halledilmesi gereken terör olduğu için girift bir meseledir. Meselenin şah damarlarını iyi tespit edip, neşteri ona göre vurmak gerekir. Ama bu durum AKP’nin tek başına çözebileceği bir konu değildir.
   AKP’nin kendine güveni nereden geliyor, nasıl bir çözüm planları var, bunu ne biz ne de kamuoyu bilmiyor ama özellikle muhalefetin dillendirdiği bir AB veya ABD projesi olduğu düşüncesi, kamuoyunun midesini bulandırmaktadır. Peki, ne yapılmalıdır?
   Özellikle MHP’nin vurguladığı ‘Amerika’nın uygulanması için Türkiye’ye verdiği bir rapor’ var mıdır? Bu önemli bir konudur. Amerikan planı var mıdır, yok mudur bilemem ama bir Amerikan takviminin olduğu aşikârdır. ABD kısa bir süre sonra Irak’tan çıkacağından Türkiye’nin de PKK sorununu kısa süre içinde çözmesini istiyor. Onun için bırakın ayları, haftalar, hatta günler bile çok önemli. Bu anlamda da hükümet, bu konuyu, belki de ABD’ye verdiği sözler sebebiyle, biran önce halletmek istiyor. ABD askerlerinin Irak’tan çekilme sürecine girildiği bir periyotta, bölgenin huzur ve refah içinde olması için Türkiye’den bazı isteklerde bulunması normaldir. İşte tam da bu noktada, eğer böyle bir durum söz konusu ise -ki hemen hemen herkes ABD’nin bazı talepleri olduğu kanısındadır- hükümetin bunu gizli “sır dosyası / secret file” olarak saklamaması, en azından meclis çatısı altında ya da parti başkanları nezdinde paylaşması gerekmektedir.
   Siyasilerin bu kavgaları, zaten adı “Kürt açılımı” olarak anılan ama “toplumsal barış açılımı” adının daha uygun olacağı bir proje henüz açıklanmamıştır. Bir an önce, içi doldurulmuş olan bu paket halka açıklanarak, medyada çıkan haberler, yol haritası maddeleri ile zaten kafası karışık olan kamuoyu bir çıkmazdan kurtarılmalıdır. Hükümet, bu tavırla ‘samimi ve sağlam bir politikası’ olduğu güvencesini vermelidir.
   Ayrıca, AKP’nin ve hükümetin bir iletişim politikası yok gibi! Sancılı bir iletişim politikası izlenmekte ve muhalefetin haricinde, konuyla ilgisi olan ya da olmayan birçok kesimle konuşulmaktadır. Fikirleri alınmaktadır. Anlaşılan odur ki, AKP ‘Kürt açılımı’ paketinin içini doldurmaya çalışmaktadır. Hatta en son olarak görüşülen Türk Ocakları yetkilileri görüşmede “Ortada çok zor bir problemin bulunduğu ve çözümünün kolay olmadığı açıktır!” diyerek bakana bir rapor bile sunmuşlardır. Bu rapor; Türkiye’nin ‘sosyolojik görünümüne’ bir ayna tutarak, bizim ‘iç içe geçmişlik’ diye adlandırdığımız o girift tablodan bahsederek “Jakoben devlet” uygulamalarının “tüm ülkede olduğu gibi Güneydoğu’da da huzursuzluk ve tepkilere yol açtığından” bahsediyor ve özellikle 12 Eylül rejiminin vahim rolü anlatılıyor. Bunu zaten hemen hemen herkes vurguluyor. Kürt meselesi, 12 Eylülcülerin siyasi uygulamaları ile çok daha koyu gri bir çözümsüzlüğe ulaşmıştır. Bu yüzden mesele daha çok kemikleşmiş, Kürt halkı daha çok anti-devletçi olmuş, daha çok haklarını arar olmuşlar ve bazı siyasi ve illegalite yanlısı etmenlere sempati duymuşlar ve dağa çıkmışlardır. O gün bugündür dağa çıkışların önü engellenemiyorsa, bugün gelinen noktada bu 12 Eylül uygulamalarının etkisi oldukça büyüktür.
   Raporun, çözüm kısmında “PKK-DTP sözcüleriyle neoliberal-demokrat çevrelerin demokratik açılımdan söz ederken meseleye tümüyle etnik açıdan bakmalarını” eleştiriyor. Peki, bu ne demek? DTP’nin tutumunun etnik bir davranış olduğu ve bunun çözüme katkısı olmayacağı aksine Kürt ve Türk toplumlarını gereceğine vurgu yapılıyor. Zaten biz de bunu hep vurgulamadık mı? Devam edersek, rapor ayrıca üniversitelerde “Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılmasının yanlış olacağını” öngörüyor. Bence de böyle bir uygulama, özellikle ayrılıkçı Kürtlerin işini kolaylaştırır. Etnik siyaset uygulayan kesimi sevindirse de Kürt halkının geneline bunun ne gibi faydası olabileceği tartışılmalıdır. Benim önerim ‘Kürt dili ve edebiyatı’ bölümlerinin yerine ‘Anadolu Kültürleri” bölümünün açılması ve içinde diğer etnik toplum değerlerini inceleyen kürsü ya da dallarla birlikte “Kürt Araştırma Bölümü’nün de” açılmasıdır. Böylelikle etnik ayrımcılık da yapılmamış olur. Diğer yaklaşık 30 etnik kökeni de rahatsız etmemiş olursunuz.
   Sonuç ve kendi açılım içeriğimiz!
   Başbakan bir politik oyun içinde gibi. Bence kendince bir politik strateji izlemeye çalışıyor. Aslında tam bir satranç oyunu oynanıyor Ankara’da. AKP’nin atılımları önümüzde seçimlere sanki bir yatırım niteliğindeymiş havası yaratıyor. Hâlbuki açılım meselesi çok ciddi bir meseledir. Bu politik uygulamanın altında kalma riski çok yüksek. Açılım çok boyutlu ve çok tabanlı hatta geniş uzlaşmalı olmalıdır. AKP hükümeti uzlaşmadan kaçınmamalı. Ülke menfaatini ilgilendiren bu konu için geniş bir uzlaşma sağlanmalı. Özellikle bazı maddeler ve ‘kırmızı çizgiler’ unutulmadan, hem üniter devlet yapısı yıpratılmamalı, hem de halkları birleştiren bir proje olmalıdır. Ayrıca herkesin ortak noktada buluşacağı üzere askeri ve güvenlik konuları da sağlam temellere oturtulmalıdır.
   Diğer bir konu da kültürel değerler. Paketin adı Kürt olsa bile, Kürtleri de içeren birçok etnik unsurun kültürel hakları güvence altına alınmalı ve her etnik unsurun kendi dil ve kültürlerini diledikleri gibi yaşamaları ve geliştirmeleri sağlanmalıdır. Kürt dilinin anayasal güvence altına alınması gibi saçma bir talebin yerine getirilmesi, başta azınlıklar olmak üzere, bu ülkede olduğu tespit edilen diğer 30–35 civarındaki etnik kökeni ziyadesiyle rahatsız eder. Onların da kültürel hakları da, anayasaya eklenecek bir maddede, etnik köken belirtilmeden tüm kültürel haklar, devletin tüm yasakçı zihniyetinden arındırılmalıdır. Aksi bir durum üniter yapıya da ters bir simetri oluşturur. Kürtler dillerini diledikleri gibi konuşabilmeli fakat ana dillerinde eğitim meselesi kabul edilecek bir eğilim olmamalıdır. Bu imtiyaz yalnızca yapılan anlaşmalarla azınlıklara verilmiştir. Özellikle Montrö anlaşmasında da belirtildiği gibi, Anadolu’da yaşayan Müslüman kesim azınlık olarak kabul edilmemiştir. Dolayısı ile Kürtler de bu ülkede siyasi olarak azınlık olmadığından böyle bir talebin kabul edilmesi uygun değildir. Fakat Türk milli eğitim sistemi biraz daha iyileştirilip, Kürt çocukları ile daha iyi iletişim kurabilmenin yolları aranmalıdır. Örneğin, Kürtçe bilen eğitimcilerle oldukça olumlu ve empatik bir yol alınabilir. Aynı yöntem, devletin ilgili kurumlarının, bölge halkı ile iletişim kurmaları ve onları da ulusal sisteme dahil edecek bir çalışmada kullanılabilir. Bence, özellikle Kürt toplumu ile uzlaşmanın temel mantığı kabul edilmelidir.
   Bir diğer çözüm maddesi ise ekonomik uygulamalar olmalıdır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgesi, birinci derece “ekonomik yatırım ve kalkınma bölgesi” ilan edilmeli, özel ekonomik uygulamalarla, gerek devlet, gerekse özel sektörün bölgeye yatırım yapması sağlanmalı, yatırım yapacakların önü açılmalıdır. Teşvik yasaları genişletilmeli, sağlam kontrollerle yatırım yapacaklara uygun teşvikler sağlanmalı ve gerekiyorsa devlet kendisi bölgeye bazı yatırımlar yapmalıdır. Özellikle dış yatırımcılara, ilk teşvik bölgesi olarak bölge önerilmeli ve “arsa, vergi, enerji kullanımı” gibi kolaylıklar tanınarak, yatırım ve istihdam yaratmaları sağlanmalıdır. Yatırımcının da işini kolaylaştıracak, ulaşım, güvenlik ve enerji konuları halledilme. Kendilerine güvence verilmelidir. Ama mayın projesinde olduğu gibi yatırım konularında da bir ‘oldubitticilik’ yapılmamalı ve bölgeyi ve halkı riske edecek girişimlere kalkışılmamalıdır. Ayrıca, bölge halkının refahı ve bölgenin kalkınması için acilen bir toprak reformunun yapılması gerekmektedir ve topraksız halk toprak sahibi yapılmalı, bölgenin kalkınmasına en büyük engellerden biri olan feodal sistemin ortadan kaldırılması için uygun yasalar yapılmalıdır.
   Açılım denen projenin tarafları iyi seçilmelidir. Bunlar kimler olacaktır? Eğer masaya birileri oturacaksa, Masanın bir ucuna oturan hükümet (devlet) haricinde diğer sandalyeleri paylaşanlar kimler olacaktır? Burada asker de söz sahibi olarak oturacak mıdır? Açılım yürürlüğe girecekse, bu ülkenin “kırmızı çizgileri” ne olacak? DTP’ye göre (dolayısı ile Öcalan ve PKK’ya göre) Kürtlerin “kırmızı çizgileri” ne olacak? Açılım için bir dış kaynakları modellemeyi baz almak ne kadar doğrudur? Ortaya atılan birçok modelden hangisi Türkiye’ye uygulanabilir? Türkiye eğer bir modelleme yapacaksa kendi modelini oluşturamaz mı? Her kafadan farklı seslerin çıktığı bugünlerde, ılıman havanın yanında, sert rüzgârların da estiği “Kürt meselesinde” asker de taraf olmalı mıdır ve masanın bir koltuğunda oturmalı mıdır?
   Türkiye, model arayışı gireceğine, kendi modelini oluşturmalıdır. Çünkü bölge ne bir başka diyarların bölgesine, oradaki insanlar da, başka milletin insanlarına benzemektedir. Açılımın gerçek hatları resmi ağızdan belirtilmediği taktirde, toplum içinde oluşmaya başlayan gerilme, yumuşatılmaz ve Türkiye toplumsal bir sosyal kavganın eşiğine gelir. Açılımın her maddesi bir etnik ayrışmadan uzak olarak açılmalıdır. Bundan kaçınılmalıdır. Burada iyi bir toplum mühendisliği uygulanmalıdır.
   Türkiye toplumları ortak bir paydada buluşturulmalı, ne bu ülkenin ismi, ne dili, ne sınırları, ne de bayrağı tartışılır hale getirilmelidir.
   Türkiye devletinin bu açılımı yapacak gücü de deneyimi ve bilgisi de vardır. Yalnızca, toplumun geniş katmanlarını sarmalayacak bir uzlaşmaya, biraz yürek ve cesarete ihtiyaç vardır.
 
iletisim@PolitikaDergisi.com
 
 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.