Konfüçyus’un Kitap Duası

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

  İlk okuduğunuz kitabın adını hatırlıyor musunuz?

  Biz söyleyelim: Alfabe!..

  “Baba bana top al.

  Al Ali sana top.”

  İlk kez elinize bir kurşun kalem alarak yazdığınız ilk sözcüğün anısını belleğinizin kuytu bir köşesinde tazelediğiniz olur mu,   bilmiyorum.

  Peki ya sonra?.. Sonraki kitaplarınızdan sizde kalanlar?..

  Sonraki yıllarınızın içinden bilincinize damlayarak iz bırakan kitapların [adlarını değil,] içeriklerini hatırlıyor musunuz?

  Gönlünüze, beyninize, dünya görüşünüze kaç tuğla koydunuz bu “içerikler”in katkısı ile?

-         İyi kitaplar okumayan kimsenin, okumuş olmasıyla, cahil kalması arasında hiçbir fark yoktur...” diyor ünlü bir düşünür.

  Peki, siz ne diyorsunuz? 

  Geçenlerde televizyon kanallarından birinde kendisine sanatçı denen ünlü bir  zanaatçı”ya, sunucu soruyordu:

-         Boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz?

-         Kitap okuyorum…

  Gümrah bir kahkaha atarak böyle buyuruyordu, “süsüm süs, püskülüm fes” ünlü zanaatçımız, objektife doğru pozdan poza girerek...

  Peki, ya dolu zamanlarında ne yapıyordu acaba bu “ünlü” kişimiz?

  Boş zamanları dolduran bir kitabın okuru olmak başka bir sorun; yazarı olmak daha da acıklı bir durum [olsa gerek...]

-         Kitapsız yaşamak, kör, sağır ve dilsiz yaşamaktır.”diyor bir başka kocaman adam...

  Bizim televizyon-zanaatçımız, neyse ki, boş zamanlarını kurtarıyor ama, “dolu” zamanlarını, maalesef kör, sağır ve dilsiz geçiriyor...

  Allah, varlığını yakınlarına ve ekran karşısında kendisini alık alık izleyen hayranlarına bağışlasın...

  Peki… Kör, sağır ve dilsiz bir zanaatçı, nasıl sürdürecek yaşamını?

  Nasıl alkışlanacak sahnelerde?.. Nasıl yaşayacak medyatik “aşk”larını?..

  Çürük yumurta ile henüz tanışmamış olan kellesini nasıl koruyacak zararlı cereyanlardan?..

  Tanrı korusun!

  Aynı televizyon ekranında, bu ünlü zanaatçıyı izleyen ve avuçları paralanıncaya kadar alkışlayan orta yaşlı bir anne de var.

  Sunucu ona da soruyor?

-         Boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz, hanımefendi?

-         Çocuklarıma bakıyorum; ev işleri falan, filan...

  Önümdeki bir kitaptan okuyorum:

-         Bana kitaplarını göster, sana çocuklarının hangi değerde ve ne ruhta olduklarını söyleyeyim.”

  Acaba, bu avuçlarının içi şişmiş değerli annemizin yetiştirdiği çocuklar hangi değerlerle, hangi kültür düzleminde, nasıl bir dünya görüşünün demir parmaklıkları arkasında ve nasıl bir ruhla filizleniyor?..

  Acaba bu anne, tüm yaşamı boyunca [ve ölünceye kadar]...  Alfabe dışında kaç adet kitabın sayfalarını çevirmiş ve alnından hangi düşüncelerin terini silmiştir?

-         Kitap, tek ölümsüzlüktür...

  Böyle yazmış, bir diğer garip bilge kişi de...

  Annemizin yaşamı ve kitabın getirdiği ölümsüzlük!..

  Buyurun, şöyle rahatça oturup, arkanıza yaslanın ve de, bir de buradan yakın…

  Ama dikkat edin, bu telaşla, elinizdeki ateş evinizi, ocağınızı da tutuşturmasın.

  Eviniz ve ocağınız… Evet;

-         Kitapsız bir ev, ruhsuz bir vücuttur...

  Eğer bu söze kulak verirseniz, ortaya iki şık çıkıyor:

1. Evinizde bolca kitap vardır ve meskeniniz, orada yaşayanları yüksek bir ruha yönelten eşsiz bir cennettir. O’nu tutuşturamazsınız!.. Rahatlayın.

2. Ya da evinizde kayda değer nitelikte kitaplar yoktur; o zaman da eviniz, ruhu olmayan ve her meltemde tangır tungur ses çıkaran ve bir o yana bir bu yana salınan cansız bir “yaratık”dır. Yani… Yansa ne olur; yanmasa ne olmaz?..

-         Yabani uluslar dışında her ülke, kitaplar tarafından yönetilir.

  Peki, bizim ülkemizi hangi kitaplar yönetiyor?..

- Bizce kanunlar.

  Kanunlar da kitap sayılırlar mı?

- Evet, uzaktan bakınca kanunlar da kitap olarak gözükmektedir. Gözlmeri zaten iyi görmeyenler için bu ayrım hiç de önemli değildir..

   İyisi mi, şu kitap faslına şimdilik son verip, kahvemizi yudumlayalım… Ve içerideki odadan kulaklarımıza girip, beynimizi dağlayan TV dizisi saldırılarına karşı, kitap rafından bir kitap çekip, kalkan oluşturalım.  Belki okunacak yeni şeyler bulunur...

       -         Allahım bana kitap dolu bir evle, çiçek dolu bir bahçe ver...

  Konfüçyus, işte böyle yakarırmış Tanrı’ya...

  Ne dersiniz, sizler de bu duanın “dinci”si olmayı seçebilecek kadar yaşama bağlı mısınız?..

faruk.haksal@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.