Köln’de Kürt Diasporası Toplantısı ya da Bir Türlü Öfkesi Dinmeyen Kürt Siyaseti

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

“Yahu Biz Yanlış Yaptık, En Başta Sarı Öküzü Vermeyecektik…” fıkrası hesabı,

İlk alıştırıldığımız “Kürt” kelimesi oldu,

Ardından “Kürtler”, “Kürt Sorunu”, “Kürt Meselesi”, “Kürt Siyaseti”, Güneydoğu Anadolu’da yaşayan kürt vatandaşlarımız”, “kürtçe kaset”, “kürtçe kursları”, “kürt dili”, “kürt halkı”, “kürtlerin hakları”, “kürtlere özerklik”, “kürdistan”, “kürdistan yerel yönetimi”, “kürdistan özerk bölgesi”, “kürdistan özerk yönetimi”, “öz kuvvetler”, “gerilla” ve daha niceleri. Hep yavaşça alıştı dilimiz, seneler içinde, ağır ağır. Her kabulleniş ve alışma, diğer kabullenişleri beraberinde getirdi. Önceleri sadece siyasi kürsülerden tartışılmaya başlandı, sonra halk arasında, daha sonra STK’lar tarafından, daha daha sonra ise kürtçülerin en uç kanadıyla Türkçülerin en uç kanatları toplantılarda usulca ve nezaketle tartışmaya koyuldu kürt sorununu. Medyadaki rantiyeci sözde Kürtseverler ise kabul alanımızın ve dolayısıyla “mezhebimizin” daha da genişlemesine çanak tuttular, karşılıksız bırakılmayan Kürtçülük çabaları neticesinde. Kürt siyasi partisi sayesinde Kürt meselesine bakışımız “XXXL mezhepli” kıvama geldi, Meclis kürsülerinden, miting mikrofonlarından  Türk hükümetlerine ve Türk Devleti’ne yöneltilen savunu kılıklı hakaretler tüm kanıksama refleksimizi otomatik hale getirdi adeta.

Ben de bu tartışmalara dostların teklifi ve ısrarıyla 2008 yılında müdahil oldum. Ekopolitik bünyesinde, diyar diyar gezdik, Türk ve Kürtler arasında barış ve birlik tesis etmek, bu işi başaramazsak en azından kamuoyu nezdinde “iyimser bir kulak dolgunluğu” yaratmak hedefiyle. Kürtlerin kendi sorunlarını düzenlediğimiz geniş katılımlı, çok kesimli toplantılarda tartıştık. Sıkıntılarını, taleplerini, hedeflerini raporlar haline getirip, elimizin ulaştığı tüm kesimlere aktardık. Hırçınlıklarını hep acılarına, güvensizliklerini hep yaşadıklarına tahvil ettik, ön yargısız bir iyi niyetle.

Henüz ısınma turlarındayken anlatılan acılar karşısında kullanılan hırçın dili ve öfkeyi tuhaf karşılamıyordum. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan acılara, sürgünlere, aşağılanmalara, inkar ve asimilasyon politikalarına, dillerinin yasaklanmasına, kimliklerinin yok sayılmasına, kültürlerinin hatta varlıklarının inkar edilmesine tahvil ediyordum. Moda tabirle “empati” kurmaya çalışıyordum bu öfke nöbetleri karşısında. Türk bayrağı karşısındaki tahammülsüzlüklerini, devleti, devletin her yansıyan gölgesi karşısındaki isyankar hallerini, kendilerinden saymadıkları toprağı ve vatanı yadsıyan duruşlarını; hep “neden” ve “acaba”larla gerekçelendirmeye, daha doğrusu kendi vicdanımda hep aklamaya  çalışıyordum. Katıldığım toplantıların sayısı arttıkça, şahit olduğum nefret cümlelerinin sayısı da arttıkça arttı. Her toplantıda adeta karşı tarafın sabrı sınanıyor, “bakalım bunu da kabullenecek mi bu Türk?” kıvamına getiriliyordu iş.  Her kabulleniş ve nezaket ise karşı tarafın limitleri biraz daha zorlamasıyla sonuçlanıyordu. Son kertede olay “Kürt Sorunu”ndan çıkmış “Kürt Özerk Bölgesi”ne dönüşmüştü.

Ekopolitik olarak Köln’de düzenlediğimiz "Türkiye'nin Büyük Çatısı: Avrupa-Almanya Durağı" başlıklı, 26-27 Mayıs 2012 tarihli toplantının Türkiye’de düzenlediğimiz diğer benzer temalı Kürt Sorunu toplantılarından farkı ise Kürt sorununu izah edenlerin Avrupa merkezli oluşu idi. Köln NH Mediapark'taki toplantıda, farklı kimlik gruplarına mensup Türkiye'den 16, Avrupa'dan ise 31 olmak üzere toplamda 46 katılımcı yer aldı. Toplantıda, Avrupa'da yaşayan Kürt kökenlilerin Türk hükümetlerinden beklentileri, özellikle Kürt Sorunu ve Avrupa'da bu sorun çerçevesindeki örgütlenmelerin Türkiye'deki çatışma ortamı ile olan etkileşimi gibi konular masaya yatırıldı.

Kürt siyasi kanadından pek çok yetkili (katılacaklarını bizzat dile getirmiş olmalarına rağmen) ve PKK’ya yakınlığı ile bilinen pek çok sivil kanaat önderi Demokratik (!) Kandil’den icazet alamamış olacaklar ki toplantıya katılamadı. PKK tarafından kara listeye alınmış olan diğerleri de Kandil’in hışmına uğramamak için yine toplantıya katılmadı. Yine de katılanlar katılamayanları hiç aratmadı: Yine acılar üzerine inşaa edilen öfkeli dil tercih edildi, yine Türk Devleti’ne sonu bir türlü gelmeyen suçlamalar yöneltildi, Türklere “faşist” ve “kafatasçı” denildi, “Türk askeri silah bırakmadan PKK şiddete son vermeyecek” vurgusu yapıldı, onca barış girişimine rağmen “hükümet asimilasyon politikalarına devam ediyor” denildi, “TRT 6 değil, ana dilde eğitim istiyoruz” denildi, “TSK bir an önce silah bıraksın, iş kötüye varacak” denildi, “Uludere’yi herhalde hükümet tezgahladı” denildi.   

Bunları dinlerken “ sen öyle durdun mu?” diyenlere : “En başta Sarı Öküzü vermeyecektik” diye hiç geçirmedim içimden, PKK severlerin, Öcalanseverlerin, Kürtçülerin, siyasi rantiyecilerin her hiddeti beni daha çok hiddetlendirse de. Acıların intikam duygusuyla yıkanmasına seyirci kalmayacağım, konuşmaksa konuşacağım, yazmaksa yazacağım ve şişik egoların her iki tarafa da zarar vermeyi sürdüreceğini anlatmaya devam edeceğim.

Beyler; çocuğu ölen Kürt ana Kürtçe ağlamıyor, çocuğunu şehit veren Türk ananın Türkçe ağlamadığı gibi…  

 

Doç. Dr. Gamze Güngörmüş KONA

gamze.kona@politikadergisi.com   

Yorumlar

O öfke sahte; asıl niyetleri Türkiye'yi bölmektir!

 

Sayın Gamze GÜNGÖRMÜŞ KONA,
 
yorumuma bir Fransız atasözünü söylemekle başlayacağım: "Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir!" diye. İyi niyetli girişimler; sağlam bilgilere dayanan bilinçli ve planlı eylemler değillerse eğer, çoğu zaman haklı bir mücadelede dahi karşı tarafın istismarına neden olabilmektedirler. Kürt sorununda da çok iyi niyetli, yurtsever, demokrat ve hoşgörülü bir çok insan, ne yazık ki emperyalizmin, onların maşaları ve sözcülerinin bu kalleş tuzağına sık sık düşmektedirler
 
Biz tarihimizi çok çabuk unutan bir milletiz. İngiliz emperyalistlerinin bundan 87 sene önce 1925 yılında yine Kürt meselesini kullanarak, Şeyh Sait Kürt isyanını çıkararak vatanımızı bölüp Musul ve Kerkük'ü Türkiyeden kopardığını, vatanımızı böldüğünü çoğumuz unutmuş durumdayız. Çünkü bugün bir çoğumuz bu tarihten pek ders almamış gibi davranıyoruz!
 
O halde; Kürt sorunu emperyalizmin Türkiye'yi bölmek için kullanıp denediği bir araç olarak yeni değildir. Şimdi yeni olan; emperyalizmin Kürt sorununu yeniden canlandırması veya moda deyimi ile güncellemesidir. Bu sürece Avrupa ülkelerinde özel önem verilmesinin de gerçek nedeni budur!
 
Emperyalist güçlerin denetimindeki Avrupa Birliği'nin gerçek niyeti asla Türkiye'yi eş değer bir partner olarak kendi arasına almak değil, tam tersine Avrupa Birliği üyeliğini bir mekanizma olarak kullanarak, bu birliğe üye olmak için can atan Türkiye'nin yeniden bölünmesini hızlandırmaktır. Çünkü Türkiye ve içinde bulunduğu Ortadoğu, enerji ve stratejik alanlarda emperyalizmin çıkarları bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu yüzden emperyalizm; bölgede Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi güçlü ulus devletlere tahammül edememekte; onları parçalamaya çalışmaktadır. Büyük Ortadoğu Projesini (BOP) bu amaçla uygulamktadır. Irak'ı böldü. Sırada; Suriye, İran ve Türkiye var! En vahimi ise Türkiye'nin başbakanı bu projenin eş başkanı olmasıdır. 
 
Kürt sorunu'nun güncellenmesini ise elbette emperyalizm yerli işbirlikçileri aracılığı ile gerçekleştirmektedir. Başta PKK olmak üzere, onun lega parti ve örgütleri, bazı sözüm ona solcu ve demokrat örgütler ve herşeyden önce de Türkiye'de medyayı tekelinde bulunduran işbirlikçi holdingçi büyük sermaye el birliği ile "Kürt" kavramlarıyla başlayan istek ve söylemlerle, "Demokrasi" ve "İnsan Hakları" aldatmacasıyla Türk kamuoyunu yavaş yavaş bu konuda işlemekte, adeta beyin yıkamaktadırlar.
 
Kökü feodal toprak ağalığından, cemaat ve tarikat zihniyetinden kaynaklanan bölgesel geriliğe ve gericiliğe dayanan Kürt sorunu; bir taraftan Türkiye'ye uluslararası baskı ve kanallar aracılığı ile diğer taraftan PKK terörü ile halkta bezginlik ve bıkkınlık yaratılarak ve nihayet; Türk kamuoyunda, entelektüel ortamda sahte demokrasi tartışmalarıyla  adeta Türkiye'ye zorla ayrı bir milli mesele olarak dayatılmaktadır.  
 
Şimdi Kürt sorununda sondan bir önceki aşamadayız! Son aşama Bağımsız Kürdistandır. Bağımsız Kürdistan'ın bizzat Türk devleti eliyle hazırlanması için Yeni Anayasa'da; ilerde, bizzat Türk devleti eliyle bağımsız bir Kürdistan kurulması için hukuki bir zeminin yaratılması gerekmektedir. Bu nedenle yeni anayasada, PKK'nin ve etnik Kürt milliyetçilerinin talepleri olan  "Türk milleti" veya Türk ulusu" kavramının yer almaması veya "Kürt" etnik kavramının yer alması; Anadilde eğitim ve nihayet Kürt kökenli yurttaşların yoğunlukla yaşadığı illerin özerkleştirilmesinin  yollarının açılması beklenmektedir.
 
Özetle, bu yeni anayasa üniter bir devlet olan Kemalist Türkiye Cumhuriyeti'nin nihai sonu olabilir! 
 

Sayın Gamze hanım yazınızın

Sayın Gamze hanım yazınızın içeriğine katılmasam da akıcı bir yazı okurken sıkılmadım.Selamlarımla.Turan SARITEMUR

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.