KKTC’yi Kurmakla Neyi Kazandık?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

Tüm Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarının, kendini Kıbrıslı Türk addedenlerin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gönül verenlerin ve okuyucularımın, KKTC’yi 28. yaşına taşıyan Cumhuriyet Bayramlarını kutlarım.

1955-1960 ve 1963-1974 yılları arasında geçen kötü günleri yaşayan, soykırıma uğratılan, Rum adalet ve siyasi yönetim mekanizması içinde her konu ve olayda haksızlığa uğramış olan belli yaş grubuna ait bizlerin, bu günün kıymetini takdir etmemizin, daha genç yaş gruplarına kıyasla daha farklı olduğu kesin.

Aynen “Çok okuyan değil, çok gezen bilir” atasözümüze uygun olarak “Teorik değil, deneyimsel kurallar uzun ömürlü olur.” sözünü Kıbrıs’ta kurulması için yoğun çaba sarf edilen ortak devlet için söylemek, doğru bir yaklaşım, doğru bir tavsiye niteliğinde olacaktır.

Tarihimizi bildiğim, geçmişi yaşadığım için “Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi olmadan, Kıbrıslı Türklerin kurulması empoze edilmeye çalışılan ortak devletteki haklarının, Anayasanın içine konmasından öteye yaptırımsal ve kendi geleceğini tayin etmeyi garantiler ile korunmadığı müddetçe, kurulacak bu yeni bir devletin ömrünün 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti gibi kısa olacağını söylemek, hiç de yanlış bir öngörü olmaz.   

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Kara Papaz Makarios, kendini o denli güçlü ve dokunulmaz hissetmişti ki, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nı dikkate almamış, Belediyeler ve Vergiler konusunda Kıbrıslı Türklerin taleplerini haklı bulan Anayasa Mahkemesi’nin tarafsız bir ülkeden gelen başkanı Ernst Forsthoff’u bu kararından dolayı istifaya mecbur etmişti. Sonra da 1 Ocak 1964 sabahı, herhalde yılbaşı kutlamasında içtiği içkiler başına vurmuş olmalı ki, altında garantör devletler olan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan ile birlikte Kıbrıs Türk ve Rum Halklarının liderlerinin imzalarının yer aldığı ve BM’ye tescil edilmiş 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını iptal ettiğini açıklamıştı.

Çok değil aynı günün öğlen vakti de ‘yanlış anlaşıldığını’ beyan ederek bu sözlerini geri almıştı.

Önemli olan sözlerini geri alması değil, dönemin Rum halkının düşüncelerini temsil eden Rum liderinin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na bakışı, düşüncesi ve mantığıydı.

Günümüzde, 1968 yılından beridir süregelmekte olan müzakerelerin gidişatı, Rumların güneye geçen Kıbrıslı Türklere karşı aşağılayıcı ve darp edici davranışları, Rum hükümetinin ve Yunanistan’ın Kıbrıslı Türklerin dünya ile olan bağlarını koparmak için ellerinden geleni yıllardır yapıyor olmaları hala daha bu mantık ve düşüncede olduklarını göstermekte.

Ellerinden gelse soluduğumuz havadan bile bizi, azınlık olarak kayıtsız şartsız yönetimleri altına girmeyi kabul etmediğimiz müddetçe mahrum etmek düşüncesindeler.

Ada üzerinde kulları köleleri olmadığımız müddetçe bize hiçbir hayat hakkı tanımak istememektedirler.

Kıbrıslı Rumların KKTC’yi hazmedememelerinin nedeni de budur.

Adanın kuzeyinde, yaşadığımız zor günlerden, uğradığımız soykırımdan sonra kurmayı başardığımız ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ ile kendi yönetimimiz altında, kendi askerimizin sınırlarımızı koruduğu, polisimizin iç güvenliğini sağladığı, yargı düzenimizin çağdaş hukuku uyguladığı, meclisimizin yasama görevini eksiksiz yerine getirdiği, ulaşım ve iletişimde çok iyi bir alt yapıya sahip olduğumuzu, kabul edilse de edilmese de KKTC pasaportumuz ile seyahat edebildiğimizi, yetmişe yakın yabancı ülkeden öğrencilerin KKTC’ye gelerek üniversitelerimizde okuduğunu bir türlü kabul edememektedirler.

Bu düzeni yıkmak ve yok etmek, Kıbrıslı Türkleri kendilerine muhtaç ederek yönetimleri altına almak ve adanın tümüne 1974 öncesinde olduğu gibi mutlak hâkim olabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar ve yapmaya da devam edeceklerinden hiçbir kuşkum yok.

Sürmekte olan müzakereler bunun en güzel ispatı. Kıbrıslı Türklerle, eşit koşullarda eşit siyasi haklara sahip ortak bir devleti kurmak için anlaşmaya varmak yerine, varmamak için uğraş vermekteler.

Bizlere egemen olmanın getirdiği özgürlüğü yaşatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni yaşatmak ve sürdürülebilirliğini korumak hepimizin görevimiz olmalıdır.

Aksini düşünmek bile istemiyorum.   

15 Kasım 2011

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@politikadergisi.com

http://www.ataatun.com 

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.