Kapitalizm ve Kapitalizmin Birey Üzerindeki Hegemonyası

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Miraç ÇEVEN

   Kapitalizmin birey üzerindeki etkisini anlamak için Max Weber’in “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı kitaba başvurmak gerekir. Ben kitabı okuyup okumadığınızı bilmediğimden Yrd. Doç. Dr. Suna Tekel’in ders notlarından alınmış bir özetle yazmaya başlıyorum:<?xml:namespace prefix = o />

   “Weber, toplumsal yaşamda insanların düşünce, inanç ve değerlerinin belirleyici olduğunu ileri sürer ve çağdaş Batı toplumlarında ortaya çıkan kapitalizmin; yalnızca Batı Avrupa toplumlarında yer alan inanç ve değerler sisteminin etkisi altında ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Weber'e göre tarihsel süreç içerisinde çeşitli toplumlar kapitalist nitelikteki ekonomik etkinlikler içinde bulunmuşlardır; ancak kapitalizm tarihsel özgünlüğe sahip somut bir toplumsal sistem olarak yalnızca Batı Avrupa'da ortaya çıkmış ve çağdaş Batı dünyasının uygarlığına dönüşmüştür.

   Max Weber' e göre kapitalizm amacı en fazla kâr yapmak olan ve aracı durumdaki işle ilgili faaliyetlerin ve üretimin örgütlenmesi olan işletmelerin varlığıyla tanımlanmaktadır. Bu ise Weber'e göre batı kapitalizminin tarihsel olarak temel özelliğini oluşturan kar isteğiyle akılcı disiplinin birleşmesi olarak görülmektedir. Weber'e göre bilinen tüm toplumlarda para kazanma hırsında olan insanlar vardır, ama ender olan bu isteğin  fetihle, spekülasyonla ya da serüvenle değil disiplin içinde  ve bilimin öncülüğünde  yapılan para kazanma faaliyetleri, kapitalist faaliyetlerdir. Kapitalist bir işletme bürokratik örgütlenme aracılığı ile en fazla kar etmeyi amaçlamaktadır. Burada en fazla kar deyimi de sadece olabildiği ölçüde kar etmek değil sınırsız birikim yapma isteğini de içermektedir. Her tüccar yaptığı herhangi bir işte olabildiğince kar etmek ister. Kapitalisti belirleyen ise, kazanç isteğini sınırlamaması ve üretim isteğini de sınırsız kılacak bir biçimde daha çok biriktirme isteği ile harekete geçirmesidir.

   Weber çeşitli toplumlardaki insan davranışlarının, insanların var oluşları konusundaki genel anlayışları çerçevesinde anlaşılabilir olduğunu savunur. Dinsel dogma ve bunların yorumlarının dünyanın bu görüşünün ayrılmaz parçası olduğunu, bireylerin grupların davranışlarını özellikle de ekonomik davranışlarını anlamak için bunları anlamak gerektiğini ileri sürmüştür. Böylelikle Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eserinde  dinsel anlayışların ekonomik davranışların  gerçekten belirleyicisi olduğunu buradan toplumlardaki ekonomik değişmelerin nedeni olduğunu göstermek istemiştir. Böylelikle Weber, Protestan ahlak anlayışı ile kapitalizmin  işleyişi anlayışı arasında entelektüel ya da tinsel bir uygunluk kurmayı amaçlamıştır. Max Weber'in iddiası, öne sürdüğü  tez kapitalizm anlayışı ile Protestanlık arasında anlamlı bir uygunluk olmasıdır. Şimdi Weber'in kullandığı Protestan ahlakının temel özelliklerinin neler olduğunu görelim:

   Bu anlayışa göre dünyayı yaratan ve yöneten, mutlak, yüce bir Tanrı düşüncesi vardır. Ancak insan sınırlı aklı ile bunu kavrayamaz. Mutlak, güçlü, esrarlı Tanrı her bir insanın kurtuluşunu ya da lanetlenmesini önceden belirlemiştir. İnsan, çabaları ile önceden alınan bu kararı değiştiremez. Kurtuluşu ya da lanetlenmesi Tanrı tarafından belirlenmiş olan insanın bu dünyadaki ödevi ise Tanrı için çalışmaktır.

   Weber'e göre bu dinsel öğeler diğer dinlerde de dağınık halde bulunmaktadır; ama bu öğelerin Protestan din anlayışı içersinde  bileşimi özgün, tektir ve sonuçları açısından da önemlidir; çünkü bu görüş her türlü mistisizmi (insanın sınırlı aklı ile sınırsız akla sahip Tanrı'yı kavrayamaması) dışlamaktadır. Yaratılanın sınırsız aklı ile yaratıcının sınırsız aklı arasında iletişim önceden yasaklanmıştır. Böylelikle ayinlere de karşı çıkılmıştır. İnsan bilinci bu anlamda doğa düzenini kavramaya yönelmiştir. Weber'e göre bu anlayış bilimsel araştırmanın gelişmesine  dolaylı olarak yararlı olmuştur.  Bu anlayışa göre bu dünyada inanan kişi Tanrı için çalışmalıdır. Birey kurtuluşunun belirsizliğinden kaynaklanan onu içinde tutamayacağı korkuyu aşmak için  çalışmaya sevk edilmektedir. Böylelikle dünyevi başarılar, özellikle ekonomik başarılar, toplumda önem kazanmaktadır.  Bu teolojik anlayışın yorumu aynı zamanda bireyciliği de güçlendirmektedir. Herkes Tanrı karşısında yalnızdır. Akılcı, düzenli, sürekli çalışma Tanrının emrine boyun eğme bir çeşit ibadet olarak yorumlanmaktadır.  Protestan ahlakı, inananlara bu dünyanın nimetlerinden sakınma ve çileci bir davranış emretmektedir. Diğer taraftan  akılcı bir biçimde çalışmak ve karı harcamamak, kapitalizmin gelişmesi için zorunlu bir davranıştır; çünkü tüketilmeyen karın sürekli olarak yeniden yatırımlara ayrılması ile aynı anlama gelmektedir. Kapitalizm işin akılcı örgütlenmesini gerektirmektedir, üretim araçlarının gelişmesini sağlamak için karın büyük kısmanın tüketilmeyip biriktirilmesini içermektedir. Bu anlayış ise yukarıda anlatıldığı gibi Weber'e göre Protestan ahlak anlayışının değerleri ile örtüşmektedir.”

   Burada belirli noktalara değinmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. İnanan kişi Tanrı için çalışmalıdır ve kâr elde etmelidir. Başarı kazanmalıdır. Bu düşünce biraz akıl yorulduğunda aşırı mistikleşmiş Hristiyan düşüncesi içine Martin Luther tarafından enjekte edilmiş, yarım yamalak anlaşılmış İslami düşüncedir. Amacı insanları çalıştırmak, çalıştırmak ve daha çok çalıştırmaktır.

   Protestan düşüncenin temelinde bu dünyanın hakimiyeti yatar ve bu bir an önce elde edilmelidir. İşte biz de Amerikalılar tarafından düzenlenmiş eğitim sisteminde bunu içselleştirdik. Sürekli iyi ya da doğru yapmak yerine başarılı olmak savı beynimize yerleştirildi. İlkokuldan üniversiteye aldığımız dersleri hakkıyla öğrenip öğrenmediğimizden çok hangi sınavdan ne kadar başarılı olduğumuz ile Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, Üniversite Sınavı ile yarış atı gibi yarıştırıldık. Başarısız olanlar önce aileleri, sonra çevreleri tarafından aşağılandılar. Çocukluğunu yaşamayan, merak ettikleri şeyleri araştırmaya vakti ve gücü olmayan, tamamen ezbere dayalı bir sistemde nasıl en iyi ezberlenir ya da öğrenmeden kısa yoldan nasıl sınavlardan kurtulunuru öğrenen nesiller yetiştirildi. Bu nesil yetişirken sürekli yalanlarla beslendi. Üniversiteye girerlerse hayatlarının kurtulacağı yalanı idi bunlar ve bu yalanlara aileler de inandırılmıştı.

   Bu “başarı” kavramını sosyal hayatın her yerine zerk ettiler. Bir nesil Amerikan film ve dizileri ile büyütüldü ve dikkat edilirse o dizilerde hep dalga geçilen tiplemeler ya çalışkan, öğrenmeye çalışan; şişe dibi gözlüklü tipler ya da “loser” dedikleri utangaç, içine kapanık tiplerdir.

   Hâlbuki Doğu toplumu, tarihsel geleneğinden ve inanç yapısından dolayı bilgili insanları sever. Hatta alim diye onları ayrı bir sınıfa sokar. “Loser” adı verilen zavallı ya da içine kapanık tiplere de yardım etmek, topluma kazandırmak ister. Dizi ve filmler ile arkadaşlık ilişkilerimizden sevgili nasıl olunura ve hayallerimize kadar her şeyi bu film ve dizilerle şekillendirdiler.

   Ezberci bir eğitim sistemi, önünde sonunda istenilen insan tipinin harcını oluşturacaktır. Öğrenmeyen, kafasını kullanmayı bilmeyen insan “loser” olmamak için ve de çoğunlukla araştırma isteği ve çalışkanlığı olmadığı için sloganlar ve düşünce kalıpları üretecek, çevresine öyle bakacaktır. Bu insan başarılı olmak istiyorsa bencil olmak zorundadır. Herkes rakibidir ve onların önüne geçmeli ve kazanmak için her türlü hile ve ayak oyununu, yalanı ve düzenbazlığı yapabilmelidir ve yapacaktır. Ahlak, din gibi şeyler ayak bağıdır. Bazı zamanlarda işe yarar ama sadece Tanrı isim olarak kalmalı insanların hızını kesmemelidir. Öyle çok çalışmaya, çabaya falan gerek yoktur. Bu düzende başarılı olanlar bilenler değil, çalışanlar değil, çakallardır.

   Yukarıda halkın ağzıyla yaratılmak istenen kişinin tipolojisini özetlemeye çalıştım. Kapitalizm çok kâr etme ve bunu biriktirme sanatıdır. Buna göre toplumda elde bulunan para az sayıda kişinin eline geçebilmesi için birilerinin bu paraları geniş kitlelerin elinden gasp etmesiyle ancak mümkün olabilir. Bunun olabilmesi için de insanların yalnız kendilerini düşünmeleri, “ne yaparım da bunu elde ederim” hayali kurabilecek kadar vahşileşmeleri gerekir. İşte kapitalizm savaşı esas bu fikri üretmek üzerinedir. Bunu ülkemizde bildiğimiz gibi bir gecede zengin olan insanlar, yıllarca boşuna okumuş ve büyük kısmı neredeyse hiçbir şey öğrenmemiş insanları üreterek yaptılar. Biz bu cahil toplumun içinde bilgi, kültür, sanat gibi kavramaları sevdiğimiz için yalnız bırakıldık. İnsanlar açtı ve bunlara vakitleri ve de istekleri yoktu. İyi, ahlaklı insan sözlerle göklere çıkarılırken; yaşarken yok edildi, cezalandırıldı.

   Çok üretimin olduğu bir dünyada tüketim de çok olmalıdır. Kapitalizmin özü, her şeyi metaya, tüketim malzemesine dönüştürmektir. İnsanı toplumun diğer fertleri ile aynı yapmaktır. Farklı olanların ruhunu, gücünü isteğini kısacası karakterini bin bir zorlukla yok etmektir. Bu işin en iyi yapıldığı yerler, büyük şehirlerdir. Başarıyı ve çabayı hemen isteyen düzenin askerleri de aynen onun gibi hareket etmeli, sabırsız davranmalıdır. Ve de öyle yaparlar, artık inanç, sabır, vefa, iyilik sözden ibarettir. Zaten bu bencil insan kavramının yok etmek istediği model; çalışkan, idealist, başkalarını da kendi kadar düşünen iyi insandır.

   İşte bu cendere içinde bizler eriyip gitmekte hikmetli ve önemli sözleri duymak bile istememekteyiz. Ve üretilmiş kelimeleri kullanarak kendimizi tüketiriz.

   Ne de olsa hayata bir kere geldik yaşamak lazım.

   Bir daha genç olamayacağız

   Artık başkalarını değil kendimi düşünmek istiyorum.

   Anlamak değil yaşamak istiyorum.

   Sabretmek istemiyorum şimdi istiyorum.

 

   “Aşk” kelimesinin manasını bile kendi filmleri ile öğrettiler. Aşkı heyecanla ve de cinsellikle sınırladılar. Hâlbuki aşkın ne olduğunu en iyi bilen Leyla ve Mecnunları, Ferhat ile Şirinleri yazan bizler, aşkı bile Batı mantığı ile kirlettik. Günümüz toplumunda artık insanlar birbirleri için mücadele etmeyi bırakmış bir toplumdur. Evlilikler bile bir ego savaşına dönmüştür.

   İyi de, bu birey kapitalizm için neden önemlidir? Çünkü bu bireyin yok etmek istediği zihniyet, insanlara iyi ve güzeli anlatabilir. Bunları onlara gösterip sunabilir. Bu zihniyet yargılar. Niçin insanların çoğu açken birileri zevk için milyon dolarları sokağa atabilir, der. Ülkesini, insanlığı korumaya çalışır. Bu birey yok edilmelidir. Bunu yapabilmek için gerekli zemin hazırlanır. Bu zihniyetteki bireylerde yavaş yavaş yorulur, yenik düşer ve onlar gibi olur ya da acı içinde yok olur.

   Bu zihniyet ancak yeterli bilgi ile donatılmış ve temiz bir inançla kendini beslenmiş bir şekilde bu savaştan çıkabilir. Yoksa bize sundukları yol bellidir. Toplumda pop şarkıcısı ya da dansçı olmayı hayal eden çok insan çıkabilir; çünkü bu, resmi ideolojinin desteklediği şeylerdir. Bunlar yıllarca filmlerle beslenmiş insanların metalarıdır; çünkü bu tarz hayaller sistem için yararlıdır.  Suya sabuna dokunmaz insanlar için iyi ve güzel değerler üretmezler. Toplumda bol miktarda bu hayallerle bezeli insanlar bulabilirsin; ama “ben iyi bir yazar olacağım” diyen insan sayısı diğerine göre çok azdır. Artık hayaller “ben en fazla parayı kazanacağım”, “en fazla kadınla yatacağım” ile sınırlıdır ve İslamiyet’in özellikle uyardığı şey bize hakim olmuş durumdadır. Bu da nefstir.

   Nefs, insanın önüne haz ve dünyevi zevkleri koyar, sürekli bir şeyler ister ve elde ettiklerinde asla tatmin olmaz. Bu istekleri karşılanmazsa ele geçirdiği insana sürekli ruhsal acılar verir. Onu, elde ettiği iyi ve güzel şeylerden mahrum eder. Şımarık bir çocuk gibidir ve eğitilebilir; ama kapitalizm, onun eğitilmesini değil, azdırılmasını ister. Çünkü nefsi terbiye olmuş insan satın alınamaz, korkutulamaz. Bu istek ve arzuların hangisinin ilahi, hangisinin nefsle ilgili olduğunu ancak şu şekilde anlarız: Mantıksız bir şekilde bunun için içimizden gelen bir istek duyuyorsak ve de bunun mantıksal bir açıklamasını ya da iyi bir amaca ulaşıp ulaşmayacağını düşünmek bile istemiyorsak, bu nefsten kaynaklanır. Doğruluk değil, mutluluk vaat eder ve son perdede acı verir. Günümüzde adı “bencillik” olmuştur ve bencil insan güçlü değil, aksine, zayıf ve sorunların çözümlerinden kaçan insan tipidir. Kendini kandırmak için “ben güçlüyüm” yalanına sığınır. Esas güçlü kişi kendi zararına ve mutsuzluğuna yol açacaksa bile iyi olanı yapandır.

   Kapitalist ahlak iyiye düşmandır ve yenebilmek için türlü yollar dener. Diğer açıdan da şeytan nefsle ortak çalışarak insana mutluluk vaadi ile geçici, boş işlere hatta kötü işlere yönlendirir. Cennet yolu insana zor ve tatsız gelen işlerle doludur. Cehennem yolu ise zevk, eğlence ve sefa ile doludur. Annelerimizi hatırlayalım, eğer ikinci yolu seçselerdi, bizler asla bugünkü halimize gelemeyecektik.

   Yolu bilmek ile o yolda ilerlemek çok faklı şeylerdir. Şimdi şu soruyu kendine sor: Nasıl bir insan olmak istiyorum?

   İyi insan, bu dünyada türlü işkencelere maruz kalsa da huzurludur ve mutluluğu buradan yakalar; çünkü elindeki gücü sabır ve imandır. Son tahlilde yaşarken de, öbür dünyada da başı diktir.

   Bencil insan ise heyecanın, anlık mutlulukların, keyif ve zevkin peşindedir. Kısa vadede mutlu olsa da uzun vadede huzur ve mutluluğu yoktur. Çünkü sürekli kendini kandırır. Geçmişiyle ve bugünüyle yüzleşemez. Sonrasında da bunun hesabını veremez.

   Şimdi buna siz karar verin ve cevabı içinizde tutun.

   “Nasıl bir insan olmak istiyorsunuz?.”

   İyi mi?

   Bencil mi?

   Çünkü bilin ki ikisi aynı bünyede yaşayamaz!

 

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 12’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 12’yi indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.