Gündeme Dair (Sayı 16)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

    Gökhan DAĞ
 
   Merhaba Değerli Okurlar. Gündem hakkında uzun zamandır yazamıyorum. Geçiyorum bilgisayarımın başına ellerimi harflerin üstünde gezdiriyor, gezdiriyor duruyorum. Aslında o kadar çok şey yazıyorum ki, o sebepten yazamıyorum! Öyle şeyler yazıyorum ki iki cümlede bir küfrediyorum gündemi yaratanlara. O zaman da diyorum ki Genel Yayın Yönetmenimiz Emrah Özdemir bu yazıyı yayınlamaz. Kendime saklıyorum o yazıları. Bilgisayarımın belleğinde tutuyorum.
   Şimdi, belki de bazılarınız, ulan ne yazıyor acaba bu adam diye söyleniyorsunuz. Ergenekon savcıları da bu yazıyı okuyorlarsa bilgisayarıma el koymaları olası. Hatta bana düşman birkaç kişinin fotokopicilere akın etme riski bile var. Ne de olsa bu ülkeyi karıştırmanın maliyeti 25 kuruşluk bir fotokopi sayfası. Haa! Arkalı - önlü bir sayfayla karıştırmaya niyetiniz varsa 50 kuruş. Fotokopici tanıdıksa o da bedava.
   Taraf Gazetesi’nden tarafsanız üstüne para bile alabilirsiniz. Yeter ki yazdıklarınızla hayal gücünüzün sınırsız olduğunu gösterin.
   Mesela şu düşünce çok para edebilir: Fethullah Gülen’i ve AKP’yi yok etme eylem planı -2
   Neden mi iki?
   Birincisi çok tuttu da ondan… İmza olayını dert etmeye gerek yok, ne de olsa “Şanlı Ordu”muzda albay çok.
   “Merak eder dururum, bu “Taraf Gazetesi” kime hizmet eder diye?” söyleniyorsanız artık size diyecek bir lafım yok. En azından bize hizmet etmediğini bilin yeter.
   Genelkurmay Başkanımız İlker Başbuğ Paşa’yı da bu hengamede tebrik etmek gerek. Gerçekten örnek bir davranış sergiledi. “Asimetrik bir psikolojik harekat” tamlamasıyla da söz konusu gazetenin amacının ne olduğunu açık açık söyledi.
   Ne olduğunu anlamayanlar için kısaca bir açıklamayı Yılmaz Özdil geçtiğimiz günlerde köşesinde yazdı. Ne yazdı, ne yaptı Yılmaz Özdil?
   Öncelikle yazısına oldukça çarpıcı bir sözle giriş yaptı. Bu sözün sonuna da Victor Hugo adını yapıştırdı.
   Ardından yalan söylediğini ve kendi deyimiyle bu sözü kıçından uydurduğunu belirtti.
   Ve ekledi.
   “Size yalanımı söylemeseydim, muhtemelen bana inanacaktınız. Koskoca gazeteci yalan yazar mı diyecektiniz.”
   Sonrasında ise Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un asimetrik bir psikolojik harekat sözünün bu anlama geldiğini belirterek örneklemesini bitirdi.
   Kısacası yazılan yalan haberler doğru gibi algılanıyor ve bu algı, üzerinden yanlış silsilesi geçen kurumu olumsuz etkiliyordu. İlker Başbuğ sadece bunu dile getirdi.
   Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan beyefendi ise (umarım bugün kendisine beyefendi dedim diye, kendisinin Sayın sıfatını kullandığı günlerdeki gibi zor duruma düşmem) fevriliğinin kurbanı olarak gerekirse mahkeme açarız diye bir söylemde bulundu.
   İstatistikler Recep Tayyip Erdoğan’ın geçmişte bir günde 11 tazminat davası açtığını gösteriyor.
   Bir dava da Türk Silahlı Kuvvetleri’ne açsa ne olur ki? Bazı şeylere karşı davanın sadece mahkemelerde sürüp gitmediğini bu halk iyi biliyor aslında. Yinede Bağımsız mahkemelere başvurmak her vatandaş gibi Recep Tayyip Erdoğan’ın da hakkı.
   Peki, bu ülkede Fethullah Gülen ve AKP’yi bitirme planları gibi konular için dava açan Başbakan, Mustafa Kemal Atatürk’ü bitirme planları karşısında neden sessiz? Yılan kendisine dokunmadı da ondan.
   Korkum Recep Tayyip Erdoğan’ın bir gün kendisine vicdani bir dava açmasıdır diyerek bu konuyu kapatma vakti. Nitekim dosya askeri yargıdan, sivil yargıya geçti. Yargıya intikal etmiş bir olay için ancak bu kadar konuşabiliyoruz. Yoksa Emrah Özdemir arkadaşımız yazıyı yayından kaldırıyor.
   Bu arada, söz konusu konu hakkında birkaç satır daha yazmadan bitirmeye gönlüm el vermedi.
   Biliyorsunuz ki fotokopi kağıdında imzası bulunan söylenen albay, Ergenekon savcıları tarafından sorgulandıktan sonra tutuklandı.
   Sonra ise serbest bırakıldı.
   Demek ki neymiş?
   Fethullah Gülen veya AKP’yi sevmediğiniz çakma bir belge olarak, bir fotokopi kağıdında bile yazıyorsa Ergenekon savcılarının dikkatini çekebiliyorsunuz’muş. Yani şu örnek olay bile, Ergenekon’un, AKP ve Fetullah’ı sevmeyenlere karşı yürütülen bir operasyon olduğunu gösteriyor.
   Burası ise Politika Dergisi (fotokopi kağıdına benzemez) ve şimdi kendim hakkındaki bazı şeyleri itiraf etme vakti.
   1– Kendisini AK Parti olarak kısaltan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne AKP diyorum.
   2– Fethullah Gülen denilen şahsiyete inanmıyor ve kendisini sevmiyorum, Atatürk’ü seviyorum. (Burası “Humeyni’yi seviyorum, Atatürk’ü sevmiyorum”a benzedi.)
   3– Cumhuriyete sahip çıkacağıma yemin ettim. Cumhuriyete sahip çıkacakları arıyorum.
   4– Ergenekon Davası sürecinde tutuklanan Mustafa Yurtkuran benim rektörüm, hocam.
   5– Mustafa Yurtkuran ile röportaj yaparken gözyaşlarıma hakim olamadım ve ağladım.
   6– Elimde Mustafa Yurtkuran hocamın imzaladığı, Atatürk’ün yazdığı Nutuk mevcut ve bu Nutuk Ergenekon Davası’na delil olabilir mi diye çekiniyorum.
   7– Mustafa Yurtkuran hocama yapılanlardan dolayı bir vatandaş olarak, hakkımı bunu yapanlara helal etmiyorum.
   8– Belki de şu an aranıyorum; ama bunu bilmiyorum.
   Yayınlamazsan, yayınlama Emrah :)
 
   Mustafa Yurtkuran Hakkında
   “Gençlerimiz ülkeye sahip çıkmak mecburiyetindeler. Yani “beni ilgilendirmez, çıkarıma bakarım, lüks arabama binerim, viskimi de yudumlarım” derlerse çok büyük bir yanılgı içerisine girerler. Gençler Türkiye Cumhuriyeti devletine, onun temel ilkelerine, Atatürk ilke ve devrimlerine ve dolayısı ile Türk ulusuna sahip çıkmak mecburiyetindedirler. Burada çok ince bir nokta var: Bunların hepsini yasalara uygun, demokratik kurallar içerisinde yapacağız. Yani Türkiye’de bir kez daha askeri ihtilallerden bahsetmeyeceğiz. Çünkü haklıyız, doğru yoldayız. Bu savaşı halkımıza anlata anlata demokratik usullerle ve hukuka uygun olarak kazanacağız. Bu ülkenin başına Atatürk’ün çizdiği yolda yürümeye kesin kararlı iktidarları getirmek için uğraşacağız. Bunun da yolu, bu olaya gençlerin sahip çıkmasından geçer.”
   Bir önceki sayfada yazdığım sözü söyleyen çok değerli Mustafa Yurtkuran. Hani şu az önce bahsettiğim Ergenekon Davası sürecinde darbeci olarak tutuklanan. Beyanatında askeri ihtilallerden bahsetmeyeceğiz derken ne demek istiyor acaba?
   Siz Mustafa Yurtkuran’ı, dün laikliğe küfredip, bugün laikliğe sarılanlardan mı zannediyorsunuz?
   Ben hiç zannetmiyorum.
   Bu arada sözüm yargıya. Eğer bizden isterlerse Mustafa Yurtkuran’ın, az önce yazdığım beyanatının ses kaydını da kendilerine verebiliriz.
   Benim de söylediğim laf. Sanki onlar Mustafa Yurtkuran’ın yukarıda belirttiğim beyanatı verdiklerini bilmiyorlar.
   Peki, biliyorlarsa nasıl onu darbeci olarak yargılıyorlar?
   İşte bunu, onların da bildiğini sanmıyorum.
 
   Gelelim hasta bir insana yapılanlara. Neresinden tutsanız vicdansızlık, neresinden tutsanız elinizde kalacak cinsten.
   Neyse, büyüksün atlatırsın. Geçmiş olsun hocam.
 
   İran Hakkında
   Bir İslam devleti.
   Üstelik bir diktatörlük.
   Halkı sokakta.
   Amaçları İslamiyet’e karşı gelmek değil.
   Amaçları İslamiyet’i baskı altında kalmadan yaşamak.
   İran halkını mücadelesinden ötürü kutlamak gerek.
   Burada bir parantez açmalıyız. İran halkını bu derece kışkırtan güçlerin varlığı aşikar. Bu güçlerin kimler olduğunu hepimiz biliyoruz.
   Amerika işin içinde.
   İsrail işin içinde.
   İngiltere işin içinde.
   Ermenistan işin içinde.
   Buradaki halkı sürekli provoke ederek ülkede karışıklık çıkartmak istediklerini unutmamak gerek.
   Peki biz kimin yanındayız?
   Bu saydığım devletlerin dolduruşuna gelmeyen, gerçek reformistlerin.
   İslam bu demek değil. İslam bir hoşgörü dini.
   İslam, karşında bulunanı sevmek demek.
   İslam halkına hoşgörüyle yaklaşmak demek.
   Hoşgörü demişken;
 
  
   Sivas Hakkında
   Evet, İslam hoşgörü dini. Bu hoşgörüsüzlük ise sadece İran’da yaşanmıyor maalesef.
   Türkiye’de geçmiş dönemde bu hoşgörüsüzlükten nasibini almış durumda.
   Kahramanmaraş, Çorum, Sivas vs.
   Sivas’ta ateşe hapsedilen canlara, yurttaşlara sonsuz rahmet diliyorum.
   Ben bir Alevi olarak, orada yaşamlarını yitiren Alevi canların eserlerini dinleyememenin, onlar gibi ülkesine sahip çıkan pirlerle bu ülkeyi kurtarma mücadelesine girişememenin üzüntüsünü yaşıyorum.
   Ve haykırıyorum.
   Gelin canlar bir olalım.
   Gelin gösterelim ibadethanelerimizin cümbüş evi olmadığını,
   Gelin gösterelim, atamızın, babalarımızın gelinleriyle ilişki yaşamadıklarını,
   Gelin gösterelim kardeşliğimizin nasıl olduğunu, olacağını,
   Gelin gösterelim ölülerimize saygının ne demek olduğunu,
   Gelin gösterelim Madımak Oteli’nin müze olmayışından dolayı vicdanımızın burukluğunu,
   Gelin gösterelim Hz. Muhammed’in peygamberimiz olduğunu,
   Tekrar söylüyorum canlar, Gelin Bir Olalım.
 
   Not: İlerleyen sayfalarda Aylin Sapaz’ın Madımak hakkındaki yazısını okuyacaksınız. O sebeple haykırışıma ara veriyorum.
 
  
   Ekonomik Olarak Çöküyoruz
   Türkiye ekonomisi küçülmede maalesef rekor kırdı.
   Ekonomiyi, Anadolu’dan İstanbul’a giden hiçbir kurbanlık geri dönmedi diye yorumlayan,
   Halkta para var, harcamıyor diye söylenen
   Halkta para olduğunu iddia edip, halkta para yok diye kömür dağıtan,
   Ekonomik krizin nasıl gelip, nasıl geçeceğini kavrayamayıp sürekli ağız değiştiren bir başbakanla ayakta kaldığımıza bile şükretmemiz lazım.
   Ekonomiyi düzeltecek gücümüz halen var; ama ya ayaklar altına alınan onurumuz. Bu konuda acil olarak bir şeyler yapmalıyız.
   Halkta onur var, para yok. Asıl o onurun dışarı çıkması lazım.
   Bu ay yazacaklarım bunlardan ibaret değerli okurlar. Az oldu biliyorum. Madımak, Mustafa Yurtkuran derken kendimi oldukça kötü hissettim. İdare edin. Umarım tatminkar bir yazı olmuştur.
   Gelecek sayımızda görüşmek üzere…
 
Gokhan.Dag@PolitikaDergisi.com
 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.