Ergenekon Sürgünleri (1)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Geçtiğimiz cuma günü Ergenekon mahkemesinin görüldüğü Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumundaydım. Bir zamanlar her gün basında yer alan bu mahkemenin duruşmaları artık izlenmez oldu. Duruşmaya gittiğim gün talep günü olduğu için iddianamede yer alan isimlerin pek çoğunu dinleme fırsatım oldu. Mahkeme sabah erkenden başlayacağından dolayı duruşmayı izleyecek olan ben ve birkaç arkadaşım, amiyane tabirle, sabahın köründe Silivri’ye doğru yola koyulduk. Uzun bir yolculuktan sonra Silivri’ye varmış olsak ta Cezaevi Kampüsünün Silivri’nin 13-14 km dışında olduğunu öğrendik. Arabadaki gergin bekleyişin ardından arabayı süren arkadaşımızın yüksek sabrı ve diğerlerimizin azametiyle sonunda Slivri Açık Ceza İnfaz Kurumunu bulduk.

Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumu tabiri caizse kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde yapılmış. Davayı izleyenlerin sayılarının çok az oluşunda şüphesiz bunun payı büyüktür. Cezaevinin ve duruşma salonunun yakınında cezaevi kampüsünde çalışanların ve ailelerinin kaldığı lojmanlar bulunuyor. Lojmanların hemen ilerisinde ise duruşma salonunun yer aldığı bina var. Duruşma salonunun olduğu binaya cep telefonunuz ya da herhangi bir metal eşyanızla giremiyorsunuz. Duruşmayı izleyecek olan arkadaşlarım ve ben yanımıza bir kalem ve bir defter alarak içeri adımımızı attık. Şüphesiz, bir aydının mutluluğunun kaynakları olan bu can yoldaşları orada belki de en büyük ifade biçimimizdi. Biz, mahkemenin görüldüğü salona girdiğimizde duruşma başlayalı bir saat olmuştu. Salona açılan iki kapı vardı ve bu kapıların hemen yanlarında kapı tarafına yaklaştıkça yükselen üç bölümden oluşan izleyici bölmeleri bulunuyordu. Biz ortadaki izleyici bölümüne geçtik. Hemen önümüzde tutuksuz sanıkların bulunduğu bölme yer almaktaydı. Burada en çok dikkat çeken isim kuşkusuz herkesin ilgi gösterdiği Prof. Dr. Yalçın Küçük’tü. Boynunda devrimin rengi sayılan kırmızı kaşkoluyla konuşma yapacağı anı bekliyordu. Tutuksuz sanıklar bölmesinin hemen önündeyse ama onlardan ayrı bir bölmede tutuklu sanıkların olduğu bölme bulunuyordu. Burada ise gazetelerden, medyadan, sendika dünyasından, ordudan vs. tanıdığımız nice önemli isim vardı: Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Mustafa Özbek, Ali Özoğlu, Albay Hasan Atilla Uğur, Levent Göktaş, Ali Özoğlu, Emcet Olcayto ve diğerleri. Onların hemen önünde ve yüksek kürsüde üç kişiden oluşan ve Başkanlığını Hakim Köksal Şengün’ün yaptığı mahkeme heyeti vardı. Kürsünün sağında Savcı makamının kürsüsü ve kürsüde Mehmet Ali Pekgüzel bulunuyordu. Sanık bölmelerinin her iki tarafında ise salonun büyük kısmını kaplayan avukatlar için ayrılmış masalar bulunmaktaydı. Ancak sağ cenahın bir kısmı dolu olmakla birlikte geriye kalan masalar boştu. Öte yandan talep günü ayda bir kez sanıklara ve avukatlarına yarım saat konuşması için verilen bir hak, normal durumda bu kadar fazla sanığı dinlemek çok daha zor.

Şunu söylemem gerekiyor: Üçe ayrılmış izleyici bölmelerinden yalnızca ortada yer alanı diğerlerine oranla doluydu. Davayı o gün aşağı yukarı 30 kişi izliyordu. Sağ ve sol taraftaki bölmeleri insanlar genelde dinlenmek ve ayaklarını uzatmak için kullanıyordu. Davayı çok az kişi izliyordu ve bunların neredeyse tamamı sanık yakınlarıydı. Kimi, sanıklardan birinin eşi, kimi kızı, oğlu, amcası, akrabası, tanıdığıydı ama çok azlardı. Yorulmuşlardı, bıkkın ve sinirliydiler, birilerine sövüyorlardı sürekli, ne işleri vardı orada. Bunların çoğu davayı yürüten hakimlerin taraflı olarak kararlar aldıklarını düşünüyor ve adeta isyan ediyorlardı. İsyankardılar ve isyan ise güzeldir. Onları olgunlaştıran, muhalifleştiren ve belki de önlerinde engin ufuklar açan bir isyan. Elbette ki onlar bunun farkında olamazlar.

Mahkeme heyetinden bahsetmem gerektiğine inanıyorum. Üç kişilik heyetin Başkanı Hakim Köksal Şengün diğer iki üye hakimin ortasında ve savunma yapan sanıkların yüzlerine bir an olsun kaybetmeden bakan tek hakimdi. Duruşmanın birinci oturumunda iki üye hakim savunma yapan sanıklara bakma gereği bile duymadılar. Köksal Şengün ise sanki onlara inat ve onların eksiğini kapatırcasına sanıkları gözünü kırpmadan dinliyordu. Köksal Şengün sanıkların tahliye istemine genelde lehte oy kullanıyormuş. Diğer iki üye hakim ise çoğunlukla aleyhte oy kararı veriyormuş. Sanıklar ve yakınları tarafından en çok seslendirilen görüşlerin başında iki üye hakimin savunmaları dinlememesi ve kendilerini dikkate almadığı söylemiydi. Doğrusu, mahkemeyi altı saat izledikten sonra bizlerde de böyle bir kanaat oluştu.

Mahkeme heyeti oturumlara ara verdiğinde ise diğer mahkemelerde görülmeyecek sahnelerle karşılaştık. Normalde diğer mahkemelerde, sanıkların arkalarına dönmelerine bile izin verilmediği söylenirken, Silivri’de sanıklar arkalarına dönmekle kalmıyor oturum aralarında sevdiklerine yaklaşıyor ve konuşuyorlardı. Bu elbette uzun süren bir durum değil ama sanıklara tanınan rahatlık ve bunun sebebi bizim için önemli durumda. Tuncay Özkan’ın kızının koşarak babasına sarılmasının ise hepimizi duygulandırdığı kesindir. Babası 25 aydır içeride ve ortada Tuncay Özkan’ı ya da diğerlerini suçlayacak ciddi bir delil yok. Duruşmanın içeriğini bir sonraki yazımda anlatacağım için burada yalnızca mahkemenin bilmediğimiz yönlerine odaklanmayı deniyorum. Bunun sebebi ise nettir, duruşmayı izleyenler arasında bizim gördüğümüz sadece bir basın mensubu vardı. Böylesine büyük bir davaya ve yüzlerce önemli sanığa rağmen yalnızca bir basın mensubu vardı.

Oturum aralarında, konuştuğumuz avukatlardan bazılarının dediği gibi Ergenekon haberleri artık revaçta değildi ve bilhassa yaptırılmıyordu. Yaptırılsa bile gazetenin ufak bir köşesinde on satırı geçmeyen haberler olarak yaptırılıyordu.

Silivri unutturulmak isteniyor.

Mahkeme unutturulmak isteniyor, zira uzun tutuklulukların toplumda yaratacağı baskıdan çekiniliyor. Bunu sezdik. Sanık yakınları davanın sonuca ulaştırılmayacağına, bunun sadece bir süreç davası olduğuna inanıyorlar. O yüzden unutturulmalı. Silivri ile bağlar kesilmeli. Mantık budur.

Öte yandan Silivri’ye gidişimin ve salonu böylesine detaylı bir biçimde anlatışımın amacı kafanızda bunları canlandırmak içindir. Çünkü Ergenekon mahkemeleri başlamadan önce, bu hükümet döneminde, çıkartılan yasaya göre mahkemelerde fotoğraf çekmek, kamera ile görüntü almak ve haberlerde yayınlamak yasaklandı. Açıkçası bu dava için özellikle çıkarılmış bir yasa olduğunu düşünmeye başladım. Görselliğe alışmış ve/veya alıştırılmış halkımızın davayı unutması için atılmış önemli adımlardan birisidir bu. Ben de kalemimle oranın fotoğrafını çekmeyi deniyorum.

Silivride’kiler hatırlanmak istiyorlar ve emin olun, onlar hiçbir şeyi unutmamışlar. Her şeyi hatırlıyorlar. Tuncay Özkan başta olmak üzere Mustafa Balbay ve diğerleri, en doğru tabirle, olgunlaşmışlar.

Bundan sonraki yazımda onların savunmalarından bazı noktaları yazmaya çalışacağım.

Bu yazının akıllarınızda bir başlangıç olması dileğiyle…

alphan.telek@politikadergisi.com

 

Yorumlar

UNUTULMAYACAK!

Milletin takipsizlik,Savcının çözümsüzlük kararı verdiği davanın Hakimi EKMEĞİNİN derdine düşürülürse;
Bu dava bitmez.......................................................................................

Zulüm ve işkenceler tarihine altın harflerle yazılacak, Hukuk literatürüne yazılamayacak bir dava olacak...

Silivri

çok güzel bir yazı sanki sizlerle oraya gelmiş orada yaşananları yaşamış gibi olduk. ancak silivri unutturulmak istendiği konusunda yapabilecek bir şeyler olmalı sadece silivri için de değil bu sorun ülkemizde nerden baksak 50 yıldır süren bir süreç tutukluluk süresi belirli standartlara alınmalı.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.