Ergenekon, İkinci "Malta Sürgünleri" Olayı mı? (2)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   Yazı dizisinin ilk bölümünü sonlandırırken ikinci bölüme Damat Ferit hükümetiyle giriş yapacağımı yazmıştım. Ne var ki güncel bir gelişme, geçen sayıda işlediğimiz Tevfik Paşa hükümeti dönemine bizi geri döndürerek, bir olayı anımsamamıza neden olacak.

   Tevfik Paşa hükümeti, Vahidettin tarafından azledilmeden kısa bir süre önce, 1919 Şubat’ında önemli bir atılımda bulunmuştu. İngilizlere ve “Müttefikler”e karşı işlenen suçlar konularında İngilizlerle düşündeş olan Tevfik Paşa hükümeti, “Ermenilere karşı işlenen suçlar” konusunda, sonradan, bilinçli veya yarı bilinçli olarak iyi bir noktaya parmak basmıştı. Ermeni olaylarının yargılanabilmesi için savaşa girmemiş beş yansız ülkeden ikişer yargıç istemişti. Bu ülkeler; Danimarka, İsveç, İsviçre, Hollanda, İspanya idi.

   Hükümetin bu girişimi üzerine, Danimarka’ya tebliğ gitmiş; ancak İngiltere hemen bu ülkeye nota vererek, böyle bir olasılığı ortadan kaldırmıştı. İspanya ise istek gelince, zaten İngiltere’ye danışmıştı doğrudan. Hollanda’ya da aynı şekilde engel olunmuştu. İsveç ve İsviçre’den bulunulacak yargıç istemine ise İngiliz sansürcüleri henüz yazı gitmeden (İstanbul’da) engel olmuşlardı.

   İşte, bugün parlamentosunda “Türkler soykırım yaptı” diyen İsveç, öncelikle İngiltere’nin neden Türklerin yansız yargıç istemesine engel olduğunu araştırmalıdır. Türklerin yargıç istediği ülkeler, Türkiye’nin etki alanında olan ülkeler değil; hepsi batılı ülkelerdi. Neden İngiltere, böylesi bir atılıma karşı çıkmış acaba? Tarihimizi batılılara biraz anlatabilseymişiz keşke… Tabii onlara anlatmamız için önce kendimizin bilmesi gerekir.

   Anımsatmamızla birlikte, bu “ara konu”yu kapatarak yeniden kaldığımız yere, Damat Ferit’in birinci sadrazamlık dönemine gelelim.

* * *

   Aşırı İngilizci “Enişte” Dönemi

   A. Tevfik Paşa, hem tam İngilizci olmamasından, hem de yansız yargıç isteme olaylarından olacak, yargıç isteme olaydan kısa bir süre sonra görevinden alındı. Yerine ise 4 Mart 1919’da “katı İngilizci” ve “sert İttihatçı düşmanı” enişte Damat Ferit Paşa geldi. Damat Ferit göreve gelir gelmez, İngilizler kendisine 5 Mart’ta “suçlular” hakkında bir rapor / plan sundu. 5 Mart’taki İngiliz planına, Damat Ferit, 9 Mart’ta İngiliz Yüksek Komiserliğini ziyaretinde İngilizlere uygun hareket edeceğini bildirerek yanıt vermiştir. Artık İngiltere - Dersaadet arasında kusursuz bir uyumun olduğu döneme gelinmiştir. Elbette tarihimizin açısından utanç verici sahnelerdir bunlar. Komiser Vekili Amiral Webb, söz konusu Damat Ferit görüşmesini İngiltere’ye “… kendisinin ve efendisi Padişah’ın Allah’tan sonra İngiltere’ye umut bağladıkları yolundaki güvencesini yineledi.”, “Bu kimselerin (Ermeni suçluları) yakalanacaklarına ve cezalandırılacaklarına söz verdi.” sözleriyle tellemiştir. Kabine değişikliğinin “sebebi hikmeti” de yavaş yavaş belli olmaktadır.

   Hiç gecikilmez; Webb - Damat Ferit görüşmesinin “ertesi günü” (10 Ocak 1919) yirmi kadar önemli kimse tutuklatılır.

   Bu büyük dalgada eski sadrazam Sait Halim Paşa; eski bakan, meclis reisi, mebus Halil Bey (Menteş); eski bakan Rıfat Bey; eski içişleri nazırı (bakanı) Ali Münif Bey; Cumhuriyet döneminin de önemli isimlerinden olacak olan, eski içişleri bakanı Ali Fethi Bey (Okyar); eski bakan Şükrü Bey; eski bakan Saip İbrahim Pirzade… gibi önemli isimler “içeriye” alındı. Amiral Calthorpe listeyi 22 Mart’ta Foreign Office’e gönderirken tutuklananlardan gazeteci Ahmet Emin Bey (Yalman) ile gazeteci Celal Nuri Bey (İleri)’in serbest bırakılıp sürgüne gönderilmesini bir zayıflık olarak tanımlar. Ayrıca eski maliye bakanı Cavit Bey ile Millî Mücadeleci ve son Osmanlı Meclisinde mebus olan gazeteci Yunus Nadi ise saklanmışlardır. İngilizler, bazı kimselerin “siyasi öç” için tutuklandığını kabul etmişler; fakat çoğunun yargılanmayı (İngilizlere göre tabii) hak ettiğini söylemişlerdir.

   Mustafa Kemal’in Yoldaşı da İçerde

   Fethi Bey (Okyar) için bu noktada ayrı bir bölümce (paragraf) açmak gerekiyor. Fethi Bey, Mustafa Kemal önderliğinde Şişli’deki o ünlü evde toplanan millîcilerin öncülerinden birisidir. Padişahı ulusalcı bir kabine kurması ve Mustafa Kemal’i Harbiye (Savaş) Bakanı yapma konusunda etkilemek için Minber adlı bir gazete de çıkarmışlar; fakat başarılı olamamışlardır. Fazla ayrıntıya girmeyelim; Fethi Bey, Kemal Paşa’nın bağımsızlıkçı ve ulusalcı takımının önemli isimlerindendi. O kadar ki Mustafa Kemal, Ali Fethi’yi birkaç kez –karakol olan– Sansaryan Han’da ziyaret etmiştir. Samsun’a çıkmadan önce bile, Fethi Bey’in yanına gitmiştir. Fethi Bey’in de tutuklanması, ulusalcılar arasında panik yaratmıştır. Nitekim Mustafa Kemal, Fethi Bey’i ziyarete geldiğinde kendisinin de tutuklanacağını hissettiğini dile getirecektir daha sonra, anılarında. Yüksek Komiserlik, Londra’ya Ali Fethi Bey’i “İttihatçıların önde gelenlerinden” ve “Son dönemde, ‘görünüşte’ muhalefete geçti ve Hürriyeti Perveran Partisi’ni (doğrusu; Hürriyetperver Avam Fırkası) kurdu.” diyerek tanıtmıştır. İngilizler ve işbirlikçiler, İttihat ve Terakki’nin yerine açılan Teceddüt Fırkası’na katılmamış olsa da Fethi Bey’in “ulusal cephede” olduğunu biliyorlardı. Fethi Bey, İngilizler tarafından fişlendiği başka bir raporda da “Cesur” olarak tanıtılıyordu. Korkağı da İngilizlerin tutuklamasına gerek yoktu zaten. Yani asıl amacın İttihatçılığı da aştığı gerçeği açıkça görünmeye başlamış ve olağan olarak bu gelişme, bağımsızlık ve kurtuluş reçeteleri arayan Mustafa Kemal ve millîci ekibini rahatsız etmiştir.

   Bugünkü tutuklamalar için bazen diyorlar ya, “birbirleriyle hiç alakası olmayan insanlar” diye; aslında emperyalistler açısından -birkaç araya sokulmuş kişi dışında- çok ilgileri var birbirleriyle. Fethullah Hoca da “Ölseler bir araya gelmeyecek kimseler ulusal cephe adı altında suni bir kitlesel dalga oluşturmaya çalışıyor,” (Yeni Aktüel, Sayı:14, 18 Ekim 2005) sözleriyle dile getirmiştir, aynı koşutlukta. Büyük olasılıkla cemaatine ve sömürgecilere olacak, muştuyu da yıllar öncesinden vermişti “ulusalcı dalgayı aşarız,”sözleriyle. Ele geçirdiği artık saklanamayacak kadar açık olan (bkz. Necip Hablemitoğlu, Köstebek) Emniyet de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlayışı olan ulusalcılığı “aşırı sağ” bir tehdit olarak tanımlayarak süreci başlatan adımları atmışlardı.

   Bir bölümce de Celal Nuri Bey (İleri) ve günümüze ilişkin bir benzerlik için açalım. Celal Nuri Bey, son Osmanlı Meclis-i Mebusânı’na Gelibolu’dan vekil olarak girdi. Bağımsızlık Savaşımızın İstanbul yayın organı gibi çalışan İleri gazetesinin başyazarı idi. Elbette Millî Mücadele ile ilgili birçok önemli kişi vardı. Paragraf açmam özel bir benzerliğe dikkat çekmek için: Celal Nuri, İngilizlerce “İleri gazetesinin başyazarı. Gazete, halen Eğitim Bakanı ve İttihatçıların en amansız düşmanı olan Ali Kemal’in Saray hafiyeliğini ortaya çıkarmakla reklamını yaptı.” sözleriyle tanıtılmıştı. Damat Ferit hükümetinde Maarif Bakanı olarak yer alan ve Ermenici görüşlerinden dolayı “Artin Kemal” diye anılan Ali Kemal’in Saray içindeki tuzaklarını ortaya çıkarmıştı Celal Nuri Bey. O bağlamda düşünürsek, bugün bazı ilişkileri, gizlilikleri ortaya çıkaran Aydınlıkçıların “içeri alınmasının” hikmeti de benzer nedenlerden olabilir mi? (Not: Calthorpe’un, tutuklanmayıp sürgüne gönderilmesini “zafiyet” diye tanımladığı Celal Nuri Bey, vakti geldiğinde Malta yolcusu olacaktır.)

   (Okuyucu fazla yormak istemesem de bu süreçte hemen hemen her gün önemli olduğu için ağır ilerliyoruz; yine de olabildiğince hızlıca geçmeye çalışıyorum.)

   Çoğu Damat Ferit Paşa hükümeti zamanında olmak üzere; 23 Ocak’tan 20 Nisan’a kadar, İngilizler, paşasından küçük çetecisine,  sadrazamından mebusuna, gazetecisinden subayına kadar 223 kişinin tutuklanmasını resmî olarak Osmanlı hükümetlerinden istemiştir. Bunların dışında İngilizlerin doğrudan tutukladığı (özellikle Kars-Batum çevresinde) kimseler de olmuştur.

   Bekirağa Koğuşu artık ağzına kadar dolmak üzere, tam bir toplama kampına dönmüştür.

   “Türkleri Toptan İdam Etmek Gerekir.”

   Cadı avı süreci işlemeye devam ediyordu. Bu arada, Ermeni meselesiyle ilgili bir konuyu da araya sıkıştıralım. Bu bölümün başında, Ahmet Tevfik Paşa kabinesinin tarafsız yargıç istemini İngilizlerin nasıl ivedilikle bastırdığını anlatmıştık. İngiliz niyetlerini göstermek açısından Amiral Webb’in Dışişleri Bakanı Balfour’a doğrudan gönderdiği telgrafı okumakta yarar var: “Ermenilere zulmetmekten suçlu olan herkesi cezalandırabilmek için, Türkleri toptan idam etmek gerekir. O bakımdan cezalandırmanın hem son Türk imparatorluğunu parçalayarak “milleti cezalandırmak” hem de benim listemdeki gibi yüksek görevlileri “ibret için” yargılayarak kişileri cezalandırmak biçiminde olmasını öneriyorum.” (3 Nisan 1919) Webb’in gönderdiği mesaj açıktır; İngilizler bir ulusu hem sömürge yapmak hem de “tümden” cezalandırmak niyetindedir. İngilizlerin, Tevfik Paşa hükümetinin yansız yargıç isteme girişimini neden bu kadar çabuk davranarak -hatta panik yaparak- ortadan kaldırdığını anlıyoruz. İngilizler ileride de kullanacağı bu kozun ne kadar değerli olduğunun farkındadırlar. Bir ulusu tümden cezalandırma hevesi, bugün de batılı devletlerin gündeminde. Benzer olarak, bugün Türkiye’de yine o zamanki Ferit Paşa hükümetine benzer bir hükümet var mı? Halk tarafından seçilmiş bir hükümetin yaptığı uygulamalarla; işgal koşulları altında İngilizler tarafından –zorla– ataması yapılmış bir hükümetin işlediği suçları benzeştirmek biraz acı olur; ama en azından şu tartışılmayacak bir gerçektir ki batılı devletler, Cumhuriyet döneminde hiç olmadığı kadar şu anki mevcut hükümet döneminde bizi tarih önünde suçlu ilan etmektedirler. Yorumu kartları açtıkça, verileri çoğalttıkça daha net yapabileceğiz.

 

   “Koparılması Lazım Gelen Kafalar”

   “Sehpalar bu adamlara layık değildir, koparılması lazım gelen bu kafalar, kütükler üzerinde kesilip günlerce ibret taşında kalmalı.”

   Bu söz, yazı dizisinin ilk bölümünde de alıntı yapılan Mütareke basının öncüsü Alemdar’ın sahibi “yandaş” Refii Cevat’ın 12 Mart 1919’daki yazısından.

   Refii Cevat’ın bu yazısı, Altan kardeşler, Şamil Tayyar, Kekeç, Kütahyalı, Mümtaz’er Türköne gibi onlarca liberal, eski solcu, Fethullahçı “kalemşor” yazarın “yetmez, yetmez” çığlıklarının biraz daha abartılısı, yani “işgal sürümü” olarak da nitelendirilebilir.

   İlk İdam, Millî Şehit; “İbre”t Tersine Dönüyor…

   Refii Cevat, “ibret taşı”ndan söz ediyordu, ama bakalım, işler onun düşündüğü gibi mi gitmiş? 8 Nisan 1919 günü, “Âliye Divan-ı Harb-i Örfi” (Özel Sıkıyönetim Mahkemesi) tarafından ilk kez bir Türk hakkında ölüm cezası verilmişti. İstanbul’dan gelen, sancağındaki Ermenileri Suriye’ye sürme emrini uygulayan Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, idama mahkûm olur. Bu köklü ulusa tarihin en büyük ihanetlerinden birini yapmış olan Şeyhülislam Mustafa Sabri ile Padişah, hazırda beklercesine idamı hemen onaylamışlardır. Yazgısından mıdır, tutuklandığı gün ile “İngilizlerin iyi niyet yetmez,” mesajı aynı güne gelen Kemal Bey, yine İngilizlere verilen ilk kurban olmuştur. Karardan iki gün sonra (10 Nisan) Beyazıt Meydanı’nda asılan Mehmet Kemal Bey’in infazını büyük bir kalabalık acı içinde izlemiştir. İngilizler “Kırım suçuna katılmaktan dolayı bir kimse, ilk kez layık olduğu cezaya çarptırılmıştır.” şeklinde dile getirdikleri düşünceleriyle memnunluklarını belirtmişlerdir. Mehmet Kemal, darağacının önünde “Ecnebilere yaranmak için beni asıyorlar,” sözleriyle halkı iyiden iyiye etkilemiştir.

   Koparılması lazım gelen kafaların ibret taşında bekletilmesi gerektiğini söyleyen Refii Cevat’ın söylemi bir bakıma doğru çıkmıştır. Kaymakam Mehmet Kemal’in cenazesi millîciler için değil; ama İngilizci, Hürriyet İtilafçı, Mütarekeci, Saraycı kesimler için ibret olmuştur. Öğrenciler arasında önemli bir cephe olan Tıbbiyeliler “Türklerin büyük şehidi Kemal Bey” yazılı bir çelenkle geldiler Kadıköy’deki cenazeye. Evlerden, sokaklardan ağıtlar duyulmakta; cenaze alayı gittikçe büyümektedir. İmam sorar, merhumu nasıl bilirdiniz, diye; cemaat hep bir ağızdan, “Büyük vatanperverdir, iyi biliriz,” der. İngiliz işbirlikçilerinin böylesine büyük bir ulusu toplama kamplarında öldüremeyeceklerini anlamaları açısından, Mehmet Kemal Bey’in musalla taşı, o kimselere “ibret taşı” olmuştur. Ama görmek isteyene tabii; çünkü İngilizlerin Mehmet Kemal Bey’in cenazesindeki görevli casusu İTC’nin bu töreni özellikle düzenlediğini belirtmiş, ulusun özünden çıkan bir tepki olduğunu kabullenmemiştir. İngiliz Dışişleri, gelen raporlar üzerine “İttihat ve Terakki bu idamı kendisine sermaye yaptı”, saptamasını yaptıktan sonra sürgün düşüncesini resmî olarak not alır: “Tutuklu suçluları Türkiye dışına sürmek, lehimize olabilir. (…) Sadrazam, cezalandırmaktan pek fazla korkmuşsa suçluları bize teslim etmekten memnun olabilir.” Ayrıca –aşağıda göreceğiniz– 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa birkaç gün önce Malta’ya sürülmüş;  fakat milletten ses çıkmamıştır. Mehmet Kemal Bey’in idamı ise, toplumu ayağa kaldırmıştır. Bu gerçeklik de sürgün düşüncesini olgunlaştırmış olabilir. Ayrıca İngilizlerin yazdıklarına bakılırsa, Sadrazam Damat Ferit’i de büyük olasılıkla (padişahı gibi) “devrilme ve can korkusu” almıştır. Başkalarının istenciyle tahta oturanların ortak sonucu sanırım bu…

   İlk ve “Yalnız” Malta Sürgünü

   Eski 6. Ordu Komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, Malta adasına ilk sürülen kişidir. Ali İhsan Paşa, ilk toplu sürgün kafilesinden yaklaşık 2 ay önce Malta’ya gitmiştir. Ayrıca Mondros’la birlikte ilk tutuklanan ordu komutanıdır.

   Kafilelerden bile önce Malta’ya sürülen Ali İhsan Paşa’nın suçu neydi: Paşa, ordusunun yenilmemiş olmasından dolayı teslim olmasının söz konusunu olamayacağını savunur. Musul vilayetini boşaltmayı da kabul etmediğini söyler anılarında. Irak İngiliz Ordu Komutanı General Marshall ile sert yazışmaları da olur Paşa’nın. Anılarında Musul’u İstanbul’un isteği üzerine boşalttığını belirten Ali İhsan Paşa, askeri Nusaybin’e çeker.

   Gerçi Mustafa Kemal, konuyu Nutuk’ta şöyle açıklamaktadır: “General Marshall'ın, 'Yarın öğleye kadar Musul'u terk ediniz, aksi halde savaş esirisiniz’ emrini aldığı zaman, o büyüklük taslayan paşa hazretleri Sincar Çölü'nü geçerek Nusaybin'e gitmek için General Marshall'dan resmi bir yazı ile kendisini korumak için iki zırhlı otomobil istedi ve bunların himayesinde Aşir Bey'le beni Musul'da bırakarak Nusaybin'e gitti. Aşiretler üzerinde hükümetin otoritesini kırdı ve bu hali görenlerin vicdanı sızladı.” Yani Gâzi, Ali İhsan Paşa ile aynı şekilde düşünmemektedir.

   Ali İhsan Paşa “oyun”u sezdiğini, Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurdurulacağını anladığını anlatmıştır. Ali İhsan Paşa, bunun üzerine anılarında da söz edeceği üzere, İstanbul hükümetinin acizlik içinde bulunduğunu ve onlardan bir destek beklemenin gereksiz olduğunu düşünmüştür. Aynı Ali İhsan Paşa’nın İstanbul’un isteği üzerine Musul’dan çekilmesi de düşündürücü.

   İstanbul’un isteği üzerine Musul’u boşaltan Ali İhsan Paşa, aynı İstanbul’un diğer isteklerine karşı gelmiştir. Olasılık şu ki Ali İhsan Paşa, Ermeni devleti olasılığını geç görmüştür.

   İngilizlerin isteği üzerine Tevfik Paşa hükümeti tarafından 9 Şubat’ta (1919) İstanbul’a çağrılan Ali İhsan Paşa, halkı kışkırtmaya çalışan İngiliz Ordusundan Yarbay Kelling’i birkaç günlüğüne tutuklatmış olduğundan ve İngilizlerin emirlerine uymadığından İngilizlerin kendisini tutuklayabileceğini –Paşa, tutuklamaların, direnişi geciktirmek için olabileceğini söylüyor– 12 Şubat’ta İstanbul’a yazmıştır. Anlaşılan odur ki Ali İhsan Paşa, hükümetine olan güvenini yitirmemiştir; çünkü 21 Şubat günü hükümetinin isteği üzerine yola çıkan A. İhsan Paşa, kendisinin 1/2 Mart gecesi Haydarpaşa Garı’nda İngilizler tarafından tutuklanmasını “…gafletten ayıldık ve esrar perdesi kalktı,” diye yorumlamıştır. Elinde 500 asker olan Ali İhsan Paşa, birkaç İngiliz polis ve askerine teslim olmuştur. Demek, hâlâ hükümetlerine ve Harbiye’ye güvenmekteler ki, onları “gaflet” uykusundan ancak İngiliz polis ve askerleri uyandırabilmişlerdir. Bu, Ali İhsan Paşa’nın İstanbul’un acizliğini anlamak, Ermeni planlarını sezmekle birlikte üçüncü geç uyanışı sayılabilir.

   Ali İhsan Paşa, tutuklanmasından sonra bir aya yakın bir süre Arapyan Han adlı bir binada hapsedilmiştir. Ve 29 Mart 1919’da emir onbaşısı İ. Ahmet ile birlikte Malta’nın ilk yolcusu olacaktır “2667 Ali İhsan Paşa”. Yani o ünlü “Malta Sürgünleri”nin öncül seferinin üzerinden tam 91 yıl geçmiş.

   Ali İhsan Paşa’nın diğer tutuklulardan ayrı ve acele olarak sürülmesinin nedeni, İngilizlerin Doğu ve Güneydoğu bölgelerimize ilişkin planlarını uygulamasına karşı herhangi bir direniş olmaması için önlem alması olarak yorumlanabilir.

   E. Org. Hurşit Tolon’un Youtube gibi paylaşım sitelerinde yer alan 31 Ocak 2006 tarihinde yaptığı konuşmayı dinleyiniz. Farklı zamanlarda ve sürekli “Sevr’i taksit taksit yeniden getiriyorlar”, ABD’ye “Sınır içinde operasyon yapılabilirmiş! Senden izin talep eden mi var?” diyebilen, “Siyasi sınırların değişmesi için resmen uğraşan ABD bu projeyle oluşturulmak istenen haritayı dünyaya açıkladı. Hayallerindeki haritayı onlar ‘özgür Kürdistan’ bense ‘özgür Barzanistan' olarak görüyorum.” diyen Hurşit Tolon’un kimlerce gözaltına alınmak isteyebileceğini de bu yolla daha net anlayabilirsiniz. Yani Tolon bugünlerde “Yeni Osmanlı” olarak sunulan BOP’un yer aldığı “oyun”u sezmiştir; fark şu ki elinde bir ordu olmasa da etki alanı güçlü ve Ali İhsan Paşa gibi son anda değil, önceden sezmiştir. Ayrıca Tolon’un “çuval” olayında ABD’yle restleşmesi olayını da çoğunuz biliyorsunuzdur. Tolon bunların yanında kasaba kasaba, konferans konferans gezen çalışkan ve örgütçü bir ulusalcı idi. Tolon ve Şener Eruyur gibiler ile bazı “emeklilerin” emekliliklerini en pahalı arabalarla, rahat içinde geçirmesi arasındaki farkı da anlamak zor olmuyor.

   Büyük İttihatçıların Yargılanması Başlıyor!

   Ali İhsan Paşa, Malta’da yalnızlık içindeyken, 28 Nisan 1919 günü, Sait Halim Paşa, Ali Münif Bey, Ziya Gökalp, Şükrü Bey gibi önde gelen İttihatçıların dosyalarına başlanır. Mahkeme Başkanı Nazım Paşa, işi savsaklamaya başlar; çünkü bu yargılanma hukuksal bir yargılanma değildir. Neyle suçlanabilirlerdi? Deliller yetersizdir. Mehmet Kemal Bey için ülke ayağa kalkmışken, bu önemli kişilerin delilsiz, sırf yalancı Ermeni tanıkların sözlerine göre asılması olanaklı mıydı? Bunları gören Nazım Paşa, işi ağırdan almaya başlar. Bugün de Ergenekon’da “çok ama yok” delillerle bitirilmemek üzere bir yargılanma yapılıyor gibi görünmektedir. Ayrıca İngilizler de sanıkların “kırım” suçuyla yargılanabileceklerini dile getirirler yazışmalarında.

   ABD, 2008 “İnsan Hakları Raporu”nda anımsarsanız, Ergenekon davası için “bulanık” demişti. 1900’lerin başında o dönemin ABD’si olan İngiltere’nin Dışişleri görevlisi Edmonds’ın ilk yargılama için yorumu ne oldu dersiniz: “Bu mahkeme pek ilginç değil, üstelik karışık.” İngilizler kendi güdümlerinde olan bir mahkeme için bile böyle bir yorum yapıyorlar; çünkü insanları toplama anlayışıyla, toplama tanıkların savlarına dayanarak bir yargılama yapılamaz, ancak Ergenekon’da ve konumuz olan yargılamalarda da oldu gibi, insanları “cadı avı yöntemleriyle” toplayabilirsiniz... Tabii o dönemde sahte bile olsa delil bulunamıyordu; bu dönemde yandaş ve “dönemsel” birtakım medyanın hazırladığı ses kayıtlarıyla, sahte belgelerle, yalan haberlerle kamuoyu oluşturulabiliyor. Yani en azından bilinçli olmayan halkın zihni ele geçirilmese bile bulanıklaştırılıyor.

   Soner Yalçın’ın “Tarihçiler Bu Gerçeği Biliyor mu?” Başlıklı Yazısı Hakkında

   Birçok tarih kitabının Ziya Gökalp’in 17 Mayıs 1919’da Mahkeme’de söylediğini yazdığı “Milletimize iftira etmeyiniz. Türkiye’de bir Ermeni kırımı değil, bir Türk-Ermeni vuruşması vardır. Bize arkadan vurdular, biz de vurduk.” sözlerinin aslında söylenmediğini yazdı Soner Yalçın. (http://www.odatv.com/n.php?n=tarihciler-bu-gercegi-biliyor-mu-0304101200) Bunun üzerine göz attığım kitaplardan anladığım kadarıyla, gerçekten de bu ünlü sözün sağlam bir kaynağı yok. Ancak, Ziya Gökalp mahkemede değilse de başka bir suretle bu sözü söylemiş olabilir; çünkü bilinen kadarıyla İzmir’in de işgal edilmesi nedeniyle o günlerde yargılanma işinin çok zor olduğu anlaşılmış ve sürgün işi iyice gündeme gelmiştir. Gökalp’in dile getirdiği söylenen bu sözlerin de ortamı ateşlediği yazılır. Soner Yalçın’a bu ünlü sözün kaynağını ortaya çıkardığı için de teşekkür ederim.

   Bir sonraki bölümde, şimdiye kadar, hemen hemen hazırlanışını anlattığımız “Malta Sürgünleri” konusunun “sürgün” kısmına geleceğiz. Ayrıca ilerleyen bölüm veya bölümlerde, konuyu olaylarla birlikte geniş açıdan da işlemeye çalışacağız.

   Düzeltme: Yazı dizisinin ilk bölümünde İsmet Bey’i (İnönü) “İsmet Paşa” olarak yazmışım. Hâlbuki o yıllarda İsmet İnönü, henüz “Paşa” değil, miralaydır (albay). Düzeltme için Türker Yazıcı’ya teşekkür ederim.

   Düzeltme: İlk bölümde “bizim Ergenekon” diye bir söz kullanmışım. Burada “bizim” dememin nedeni, dönemsel olarak Ergenekon - Malta olayları arasında Ergenekon’un bizim dönemimize ait olmasıdır. Burada bizim yerine “dönemimizin” gibi bir ifade daha doğru olacaktı. Uyarı için Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu Hocamıza teşekkür ederim.

   Not: Yazı dizisinde doğrudan yapılan tüm alıntılardaki vurgular (koyu harfle yazma gibi) bana aittir.

 

Emrah.Ozdemir@PolitikaDergisi.com

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 21’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi salık veririz. Sayı 21’i indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

Yorumlar

Selvi hanımın yazısına

Selvi hanımın yazısına yazdığım "internet okuyucuları için okunması biraz zor bir yazı (kısa yazıya alıştıkları için) fakat harikulade bence" yorum bu yazı içinde geçerli.
çok güzel noktalara değinmişsizsiniz.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.