Er Mektubu Görülmüştür

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Ali İhsan Uğuz

Mektup 1

Er Mektubu Görülmüştür

 

   Er Ali’nin sevgilisine yazdığı mektup.

   Yer: Hakkari Sınır Karakolu.

   Zaman: Akşamüzeri, gün batımı.

   Tarih: Bilinmiyor. Okuyucu tarihi kendi gönlüne göre versin.

 

   Ayşe’m, canım;

   Kömür karası, buğulu gözlerinde gençliğimi yaşadığım bir tanem benim.

   Son mektubunda diyorsun ki sen orda, ben burada hasretlik rüzgarı kavuruyor bedenimi.

   Sen Hakkari dağlarında, ben İstanbul’un keşmekeş sokaklarında, ne zaman bitecek bu özlem?

   Biter be sevdiğim, biter elbet bir gün; sayılı gündür, çabuk geçer. Bir biz değiliz ki hasretlik çeken. Dışarıda, karşı yamaçta 6–8 nöbetindeki Sivaslı Kemal’in öyle özlem dolu ki yüreği; gün batımında Zeynep’ine türkü yakmış, o heybetli sesi dağlarda yankılanıyor:

   “Zeynep’im, Zeynep’im şanlı Zeynep’im

    Beş köyün içinde güzel Zeynep’im.”

 

   Bizim buralar bir acayip güzel, sevdiceğim; hele gün batımlarında daha bir güzel oluyor.

   Mis gibi dağ çiçekleri her taraflarda. Aşağıdaki pınarın sesi buralara kadar geliyor. Dağlar, o görkemli dağlar, bu saatlerde sanki senin gözlerin. Karanlık; ama bir yanı aydınlık, sanki umut dolu, sevda dolu, yüzyıllara meydan okuyacak kadar mağrur ve gururlu.

   Gözlerin dedim de aklıma geldi. Hani hatırlar mısın, bir pazar günü seni ekip FB-GS maçına gitmiştim de ertesi günü bana yapmadığını bırakmamıştın. O gün gözlerinde olan öfkeyi hiç unutmam. Kıskanmıştın beni, ilk sevgilimden. Sonra demiştin ki: “Madem onu o kadar çok seviyorsun, bundan sonra beraber gideceğiz. Onunla yarışacak gücü bulamıyorum kendimde.”

   Haklıydın, bir tanem. Ben onu tanıdığımda henüz 5 yaşındaydım. Takımımın renkleri esir etmişti beni. Yıllardır onun peşinden koştum. Bu yüzden, adımız mahallede bile “serseri”ye çıkmadı mı? Sonra, seninle ilk gittiğimiz maç… Hakem son dakikalarda uyduruk bir penaltı verince, sen kendini kaybetmiş, maraton tribününü inletiyordun; “i… hakem” diye.

   Arkasından, bizimkiler bir gol daha atınca, sevinçle yerinden fırlamış ve boynuma sarılarak dudaklarımdan ilk kez öpmüştün beni ve ben hayret içersindeydim, senin o halini görünce. Elli bin kişi sanki bize bakıyor sanıp saç tellerimin köküne kadar kızarmıştım. Dudaklarının izi dudaklarımdan silinmesin diye, üç gün yüzümü bile yıkamamıştım. Sen bana: “İyi ki beni buraya getirdin, gerçekten haklıymışsın. Bu sevgi bambaşka bir şey.” demiştin. İnan, o gün seni bir başka sevdim; sana olan sevgim bir kat daha büyüdü. Hey gidi hey, ne günlerdi o günler!

   Biz burada ölümle yoldaşlık yapıyoruz her daim. Biraz sonra İzmirli Ahmet başlar şiirine, gün batımı karanlığa teslim olanda, o davudi ve tok sesi ile.

   Vurulmuşum, dağların kuytuluk bir boğazında

Vakitlerden, bir sabah namazında

Vurulmuşum yatarım, kanlı, upuzun

Kirvem hallarımı böyle yaz

Rivayet sanılır belki

Gül memeler değil bu, dom dom kurşunu

Paramparça ağzımdaki

Vurulmuşum dağların kuytuluk bir boğazında

Vurulmuşum, düşüm gecelerden de kara

 

   İşte, gün batımının sonu geldi, bir tanem. Dağların batı tarafı hâlâ sarı renkte. Gün doğumu ise koyu lacivert. Sarı, sapsarı dağ çiçekleri, son bir kez daha güneşi görebilmek için uzatmışlar boyunlarını. Sanki tren istasyonunda sevgiliye uzanmış, vedalaşmaya çalışan eller gibi. Son bir dokunuş, son bir temas…

   Bir tanem,

   Mektubumu burada bitirirken; seni özlemle kucaklıyor, anama ve mahalledeki çocuklara selamlarımı gönderiyorum. Sağlıcakla kalın.

   Hakkari Sınır Karakolu’ndan, Asker Ali

 

Mektup 2

Er Mektubu Görülmüştür

   Burası Hakkâri sınır karakolu

   Ayşe’m, sevgilim, al yazmalım, bir tanem;

   Bu mektubu sana uykulu ve yorgun gözlerle, gecenin 3’ünde yazıyorum. Sabahı edemedim bir türlü. Derdim büyük, sevdiceğim. Hani anımsar mısın, bundan önceki mektubumda İzmirli Ahmet’ten bahsetmiştim sana. Gür ve dokunaklı sesiyle şiirler okuyan, her gece bizi hayallerimizde bir yerlere götüren Ahmet’i. Can dostum, can arkadaşım Ahmet’i dün gece ölüme yoldaş verdik. Ölürken mutlu öldü. Dudaklarındaki gülümseme, gözlerimin önünden gitmiyor be sevdiğim.

   Ahmet dertli bir delikanlı; ama yaman delikanlı. Üniversiteyi bitirememiş, bir aşk hikayesi yüzünden. 4 yıl önce, üniversitede bir kızla tanışmışlar ve yaklaşık 3 yıl birlikte olmuşlar. Sonra ne olduysa olmuş, kız bunu terk edip ortalıktan kaybolmuş. Bizim Ahmet günlerce kızı aramış, yemeden içmeden kesilmiş garibim. O kızgınlıkla, okulu da bırakıp askere gelmiş.

   Yiğit delikanlıydı Ahmet. Karakoldaki bütün arkadaşlar, özü sözü bir bu arkadaşı çok severdik.

   Komutanlar bile bazı akşamlar bizim yatakhaneye gelir, onun söylediği şiirleri, türküleri dinlerdi.

   İki gece önce, bir ihbar üzerine, gece yarısı yataklarımızdan kalkıp yollara düştük. Şafağa doğru, seher vakti çatışma başladı. Onlar tepenin üstünü tutmuşlar, biz aşağıda kaldık biraz. Tepenin hemen altında, tepeye 20–30 metre mesafede, bir kayanın arkasından birisi ateş ediyor durmaksızın. Ahmet birden fırladı, ben de arkasından fırlamak istedim; ama komutan bırakmadı. Ahmet, G3 otomatiğe bağlamış, göz açtırmadan ateş ediyor. Hızla kayalığa yanaştı. Güneş de ucundan ucundan yeryüzüne yüzünü göstermeye başlamıştı. Ahmet’i net olarak görebiliyordum. 50 metre önümdeydi. Bir anda, nasıl olduysa oldu, kayanın arkasındaki ile yüz yüze geldiler. İkisi de silahlarını birbirine çevirmişti. Sonra yukardan bir silah sesi duyuldu, düşman Ahmet’e doğru atıldı ve yere yığıldı. Arkasından bir silah sesi daha geldi ve Ahmet’in yıkıldığını gördüm. Daha fazla dayanamadım, fırladım birden. Ne komutanın sesini, ne de kulaklarımda yankılanan kurşun seslerini duyuyordum artık. Kendimi kayalığın arkasına attığımda, Ahmet kanlar içinde yerde yatıyordu; fakat dudaklarında rahata ermenin ve huzura kavuşmanın gülümsemesi vardı. Yanı başında yüzükoyun yatan düşmanının ellerini tutmuştu Ahmet. Ben, “Ahmet” diye üstüne kapaklandım. Ahmet, zorlukla gözlerini açtı ve “o” dedi. “Çok mutluyum Ali, hakkını helal et.” Ben şaşkın, ne yapacağını bilmez halde, yanında yatanı hızla çevirdim. Başındaki şapkası düşmüş, uzun simsiyah saçları ortaya saçılmıştı. Kaşları hilal gibiydi ve doğu insanına özgü bir güzellikti, karşımda duran. Cebinde, bir fotoğrafın ucu görünüyordu. Elimi cebine attım ve fotoğrafı aldım. Fotoğraf, Ahmet ile kızın geçen sene İzmir Fuarı’nda birlikte çekildikleri fotoğraftı. Anlamıştım her şeyi ve gözyaşlarımı tutamadım. Son bir kez, Ahmet’in açık olan gözlerine baktım. Bu gözlerde ne bir pişmanlık, ne de endişe vardı. Sadece mutluluk okunuyordu.

   İşte böyle Ayşe’m. Bugün memleketine gönderdik onu. Doğduğu topraklarda, ölüm anında bile olsa sevdiğine kavuşan Ahmet, gömülecek artık. Sabahtan bu yana seni düşünüyorum ve sana kavuşmak için sabırsızlanıyorum. Bekle beni sevdiceğim. Asker ocağından bu sana son mektubum. Gözlerinden öperim.

   Asker Ali

   Hakkari Sınır Karakolu

 

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 

Bu yazı; Politika Dergisi, Sayı 8’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile orijinal sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 8’i indirmek için buraya tıklayınız. 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.