Emperyalizm Türkiye’nin Başına Çorap Örüyor!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Ülkemizin de içinde bulunduğu bölge, daha doğrusu Ortadoğu, Mezopotamya, İran Körfezi ve Batı Hazar Denizi havzası, emperyalizmin 20. yy. başından beri göz diktiği bölgelerdir.

Emperyalistlerin bu bölgeye göz dikmelerinin ana nedenleri şunlardır:

  • Ortadoğu zengin gaz ve petrol kaynaklarının bulunduğu bir bölgedir (dünya petrol ve gaz kaynaklarının % 61,7 bu bölgede bulunmaktadır);
  • Bu bölgeler diğer yer altı ve yer üstü ham madde kaynakları bakımından da çok zengin bölgelerdir.
  • Özellikle Ortadoğu; üç büyük kıtanın (Avrupa, Asya ve Afrika) kesiştiği bir bölgede bulunmaktadır. Ortadoğu; sadece zengin petrol, doğal gaz ve diğer ham madde bakımından zengin bir bölge değil, ayrıca kıtalararası deniz nakliyatı ve ticari açısından da büyük bir stratejik öneme sahiptir. Çünkü Ortadoğu’nun batısında Doğu Akdeniz’den Süveyş Kanalı üzerinden, doğusunda ise Basra Körfezi üzerinden Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları ile Amerika kıtası arasında büyük bir deniz nakliyat güzergâhı vardır.
  • Ortadoğu, Mezopotamya bölgesiyle dünya iklim koşullarının olumsuz gelişimi nedeniyle geleceğin en değerli ve en büyük hazinesi sayılan suyun bol miktarda aktığı bir bölgedir (Dicle ve Fırat nehirleri).
  • Nihayet emperyalizm; en çok ciddiye aldığı, kendisine büyük rakip olan Çin’i, Kazakistan’ı ve en nihayet Rusya’yı hayatî öneme sahip Hazar Denizi petrol ve gaz rezervlerinden koparmak ve bu ülkeleri stratejik olarak kuşatmak amacıyla da bu bölgeleri denetim altına almak istemektedir;

Geçen 20. Yüzyılın başında emperyalist ülkelerin lideri konumundaki Britanya Birleşik Krallığı (İngiltere) emperyalizmi, 20.yy. ikinci yarısında ise ABD emperyalistleri Ortadoğu’yu kendi denetim ve nüfusu altına almak için olağan üstü çaba harcamaktadırlar.

20. yy. başlarında Ortadoğu bölgesi Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde idi.

I. Dünya Savaşıyla bu bölgeyi Osmanlı’dan koparan emperyalizm; bu bölgede sınırlarını masa başında cetvelle çizdiği, başlarına o ülkenin ileri gelen aşiret reislerinden birini Kral olarak koyduğu Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan vs. gibi çok çeşitli ulus devletler kurdurtarak parçalara ayırdılar.

II. Dünya savaşından sonra bu bölgeler artık, ABD ve AB emperyalistlerinin ortak çıkar bölgesi haline gelmiştir.

Emperyalizm bölgeyi denetim altına almak için her türlü yönteme başvurmaktadır. Emperyalizm; bu bölgede kendisine karşı olan rejim ve yönetimleri her türlü meşru olan veya olmayan yollarla devirtmek, işbirlikçi hükümet ve devlet başkanlarını yönetime getirtmek, bu ülkeleri ekonomik, siyasi ve kültürel olarak kendisine bağımlı yapmak, hatta gerekirse askeri güçle bu ülkeleri işgal etmek vs. gibi yöntemlerle denetimi sağlamaya çalışmaktadır.

20. yüzyılın hemen başında, kapitalizmin emperyalist aşamaya geçtiği, dünya düzenine emperyalist çıkarların, politikaların, savaşların vs. damgasını vurduğu bir dönemde I. Dünya savaşıyla petrol ve ham madde kaynakları bakımından zengin olan Osmanlı toprakları emperyalist güçlerce paylaşılmak üzere işgal edilmiştir. Osmanlı topraklarını parçalamak için Osmanlı Sultanlık yönetimine Sevr Anlaşmasını dayatmışlardır.

Ancak Mustafa Kemal öncülüğünde Türkiye’nin Kuvayı milliye güçlerinin direnişi ile emperyalistlerin bu planları alt-üst olmuş; Sevr anlaşması yırtılarak, onun yerine yeni bir Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna izin veren Lozan Anlaşmasına emperyalistler razı olmuşlardır. Emperyalistlerin kendi ifadelerine göre, bu plan 100 yıl ertelenmiştir. (Lozan konferansının Başkanı olan İngiliz Lord Curzon İnönü’ye İmza töreninde bu mealde bir ifadede bulunmuştur.)

***

Mustafa Kemal öncülüğünde Türkiye’nin antiemperyalist mücadelesiyle bozulan emperyalizmin Ortadoğu’yu tam kontrol altına alma planları; bugün Ortadoğu’nun emperyalist çıkarlarına bekçilik yapan ve bu bölgede bu amaçla terör estiren İsrail devletinin kuruluşuyla devam etmiştir.

Emperyalist güçlerin girişimi ve Birleşmiş Milletlerin bu güçlerce istismarı ile hemen II. Dünya savaşı sonrası kurdurulan İsrail devletinin Ortadoğu’daki kuruluş öyküsü, bugün içinde yaşadığımız Büyük Ortadoğu Projesinin hedeflerinin anlaşılması bakımından ibret vericidir.

Emperyalizme bağımlı ve mandacı bir zihniyet taşıyan saf Osmanlı yönetiminin gözleri önünde fanatik Yahudi Siyonistlerin girişimi ile 1909 yılında Osmanlı’ya bağlı Filistin topraklarında ilk önce Tel Aviv kenti kurulmuştur.

Daha sonra I. Dünya Savaşı’nın galibi İngiliz emperyalizmine 1922 Paris Barış Konferansı’yla Filistin topraklarının yönetimi devredilmiştir. Bu konferansta Filistin‘in Britanya yönetimine devredilmesinin en önemli koşullardan birisi, Siyonistlerin 1917 yılında kaleme aldığı “Balfour Deklerasyonu” nun İngiliz emperyalizmi tarafından kabul edilmesidir.

Siyonist Balfour Deklarasyonu; Filisin ve Ürdün bölgesinde, buradaki yerleşik halkın tüm meşru hakları korunması koşuluyla, bir Yahudi devletinin kurulmasını içeriyordu. Yalnız bu devletin coğrafik sınırları henüz belli değildi. Bu Siyonist bildirge, İngiliz emperyalist yönetiminden bölgeye göç eden Yahudiler ‘in toplu olarak yerleştirilmelerini istiyordu. 1922 yılında emperyalist Britanya yönetimi Filistin’i yönetimsel olarak Ürdün ve bugünkü İsrail’in yerleştiği Batı Filistin olarak iki bölgeye böldüler.

Bugünkü İsrail’in bulunduğu bölgenin Yahudi nüfusu, “Aliya” denilen ve dalga dalga yapılan büyük ve toplu Yahudi göçleriyle çoğaltıldı.

1946 yılına kadar gerek Ürdün’de ve gerek se Batı Filistin’de ortak para birimi kullanılıyor, ortak yasalarla yönetiliyordu. 1946 da Ürdün bağımsızlığını ilan edince, Batı Filistin de tek başına İngiliz emperyalizminin elinde kaldı.

1945 yılı Mayıs ayında sona eren II. Dünya Savaşı sonrasında;

  • Hitler faşizminin yenilmesi,
  • Savaştan Sovyetler ve diğer demokratik güçlerin zaferle çıkması,
  • Hitler faşizminin yenilgisinde ABD, İngiliz ve Fransız gibi emperyalist devletlerin de az-çok payı olması,
  • Ortadoğu’nun enerji, hammadde, su ve nakliyat açısından büyük bir stratejik önem taşıması,
  • Bölgede emperyalistlerin çıkarlarının bekçiliğini yapacak çok güvenilir müttefik bir devlete Ortadoğu’da büyük ihtiyaç duyulması,
  • Hitler yönetimindeki faşist Almanya’da Yahudilere uygulanan tarihin en barbar soy kırımının bütün dünyada dehşet ve infial yaratması, emperyalistlere dünya kamuoyunu artık Batı Filistin‘de bir Yahudi devletinin de kurulması gerektiği konusunda ikna etme fırsatını veren koşullar yaratmıştı.

27 Kasım 1947 tarihinde BM genel kurulu üçte iki oy çoğunluğu ile Batı Filistin bölgesinde biri İsrail, diğeri Arap olmak üzere iki devletin kurulması kararı aldı. Bu kararı İsrail‘i kuran Yahudiler sevinçle karşılarken, Filistinli Araplar ret ettiler.  1948 yılı Mayıs ayında Britanya yönetimi İsrail ulusal konseyine egemenlik hakkını devrederek böylece Ortadoğu’da bugün emperyalist çıkarların bekçiliğini yapan terörist İsrail ulus devleti kurulmuş oldu.

***

Birinci İsrail Devletinin kuruluş öyküsü, İkinci İsrail devletinin, yani Mezopotamya’da kurulması düşünülen Büyük Kürdistan devletinin kuruluş planlarına bugün ışık tutmaktadır.

IŞİD gökten zembille düşmedi. IŞİD uzaydan gelmedi. IŞİD bizzat CIA ve MOSSAD tarafından planlandı ve örgütlendi; Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn vs. gibi ABD’nin yakın müttefiki olan Sünni Arap yönetimleri tarafından da finanse edildi.

IŞİD ’in bugünkü gücüne erişmesinde Türkiye’nin AKP yönetiminin de payı büyüktür. AKP iktidarı, daha düne kadar IŞİD ’i terörist olarak bile tanımlamadı. MİT üzerinden IŞİD ’i silahlandırdı. Türkiye’nin Suriye ve Irak’la olan sınırlarını, IŞİD ’in yurt dışından devşirdiği militanlarına geçiş güzergâhı olarak sundu.

IŞİD, CIA ve MOSSAD’ın planladığı psikolojik dehşet ve korku salan vahşetleri ve bu vahşetleri gösteren videoların internette yayınlanmasıyla kısa zamanda Suriye ve Irak’ta geniş bölge egemenliğine kavuştuğu gibi, bütün dünya kamuoyunda da IŞİD kurbanlarına olan vicdani dayanışmanın da artmasına vesile oldu.

IŞİD ’in kurbanları arasında bölgede yaşayan Türkmenler, Şiiler olduğu kadar Kürt kökenli Ezidiler de var. Ama gel gör ki bütün dünya basını ve özellikle Türkiye’deki medya Türkmenleri ve Şiileri tamamen unutup, sadece Kürt kurbanlardan bahsediliyor; tıpkı II. Dünya savaşı sonrası Nazilerin Yahudilere yaptığı soy kırım gibi!

IŞİD ’in birinci temel işlevi; etrafa saçtığı vahşet ve dehşetle işgal ettiği bölgelerdeki insanları göçe zorlamaktır. Yani bir anlamda nüfus trans aksiyonu! Tıpkı II. Dünya savaşı öncesi Filistin topraklarında Yahudi nüfusu yoğunlaştıran “Aliya” denen göçler gibi. IŞİD ’in tehdidi ve korkusuyla daha şimdiden bir milyon yedi yüz bin’ in üzerinde Kürt kökenli sığınmacı Türkiye’ye, 1,5 milyon ise Barzani’nin Kürt Özerk Bölgesi’ne sığınmışlardır. Bu durum devam ettiği sürece Türkiye’ye daha en az 2,5 milyon, Barzanistan’a ise 2 milyon Kürtlerin sığınacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Türkiye’de ve Kuzey Irak’ta yoğunlaşan Kürt nüfusu, ayrıca yaşanan bu curcunada bir “Kürt Milleti” şuuruna da kavuşacaklar.

IŞİD ’in İkinci temel işlevi; zalim ve canavar IŞİD ’in zulmünden kaçan Kürtlere Türk ordusunun yardım etmesi, onları himaye ve koruması altına almasıdır.  ABD emperyalistleri havadan IŞİD ‘i bombalayacak, Türk Mehmetçikleri ise karadan canlarını ortaya koyarak Kürtleri koruyacak; hem de PKK ile daha doğrusu PKK’nın bir kolu olan PYD ile birlikte omuz omuza savaşarak! Emperyalistler, özellikle Obama ne kadar akıllı değil mi?

IŞİD ’in Üçüncü temel işlevi ise; Kürtlere, özellikle Barzani bölgesindeki Kürtleri modern silahlarla donatarak, onları IŞİD karşısında savaştırarak dişe dokunur bir ordu kurdurmaktadır. Nitekim Alman emperyalizmi derhal bu görevi üstlenmiş; Peşmergeler’e son derece modern silahlar verdiği gibi, onların askeri eğitimini de üstlenmiştir.

Şimdi her şey apaçık ortada değil mi?

Emperyalizm bir taşla iki değil, dört-beş kuş vuruyor:

  • Mezopotamya’da Kürt nüfusu yoğunlaştırıyor!
  • Yarının bağımsız Kürt devletini kuracak olan Kürtleri, TSK’nın himayesi altına alıyor!
  • Kürtlere Ordu kurduruyor!
  • Kürtlere “milli şuur”  aşılıyor!
  • Kürtlere dünya komu oyunda dayanışma ortamı yaratıyor!

Bütün bunlar, yarın kurulması düşünülen Büyük Kürdistan’ın kuruluş hazırlıkları değil de nedir?

Emperyalizm, 1990’lı yıllarından itibaren bir terör örgütü olan PKK’yı Türkiye’ye ve TSK’ya karşı kullanarak ülkemizin yıllarca kanamasına ve TSK’nın yıpranmasına neden olmuştur.

Yine emperyalizm, yerli işbirlikçileri aracılığı ile Ergenekon, Balyoz vs. gibi benzer kumpas davalarla ülkemizin vatansever ve Atatürkçü subaylarını TSK’dan tasfiye ettirmiştir.

TSK’yı ve Türkiye’yi yıpratmak ve kanatmak için artık bütün bunlar emperyalizmi kesmiyor! Şimdi bütün mesele Türk ordusunu ve Türkiye’yi anlamsız, uzun sürecek ve için için kanatacak bir savaş bataklığına sürüklemek. Çünkü Türkiye’yi bölmek için önce ordusunu bitirmek gerekir!

Hükümet bütün bunlara dünden hazır! Nitekim hükümet bunun için hemen gerekli olan tezkereyi bile hazırladı!

Türkiye, daha doğrusu TBMM, 2003 Mart tezkeresinde olduğu gibi bunu da ret edebilecek mi?

Yoksa sonu belirsiz bir uçuruma doğru yuvarlanacak mı? Bakalım; göreceğiz!

Yaşasın tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.