Bu Türküyü Söylemeyeceğiz

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Kaldırım taşlarının arasında boy vermeye çalışan, sayısız ayağın üstüne basma tehlikesiyle yaşayan çiçeğe benzer bu topraklar. Bilinmez hangi ayak sahibinin nereli olduğu, o sadece evinden getirdiği pantolonuna yapışmış oksijenle bize temas eder. Can suyuna ihtiyacımız yoktur gökyüzünün bu kadar dolu olduğu yerde.

Şimdi az ötemizdeki taşların altında boy verip ayaklarca ezilenlere bakıyoruz. Bitmek bileyen bir öfke. Çaresizlik ve de kırgınlık diz boyu. Üzerimize sinek bile konmuyor diyorlar susuyoruz.

Üzerine sinek bile konmuyor toprakta boy verenin. Nice yağma gördü, nice ezilmişlik. Hep bir umut taşıdı halbuki daha iyi açıp kendisini bir arıya teslim etmek için. İnsanlara öfkeli, göz önündeki bir canlıyı görmedikleri için. Yer altına kök salmış halbuki o, her gün binlerce arabanın egzoz dumanı arasında bir inançla yaşıyorlar; bugünde ölmedik diyorlardı.

Bu toprakların türküsünü söylemek…

Bu topraklarda dünyaya gelen bir bebeğin; başka yerlere gitse yıllar bile sonra sesini duyduğunda içinin bam teline basan ezgiler. Hepsi acı üstüne. Hepsi bu toprakların ruhunda. Bir yarin çekip gitmesi gibi. Bir tahta beşiğin içindekini kaybetmek gibi. Yahut yok olmak gibi. Ölüme türkü yazmış bu güzelim memleket. Ruhunu katmış Anadolu; arguvanından barağına, ağıtından çiftetellisine hepsinde dokunmuş adamın içine. Hey on beşli, Tokat yolları taşlı… Çiftetelli değildir, ama insan acıyı bal eyleyip oynamak ister! Bu tavır; herhangi bir dinin en büyük sevabı gibidir.

Duygusaldır bu toprağın insanı. Kaçakçısına da türkü yakar. Yakar çünkü kaçakçının o işten başka yapabileceği bir işinin olmadığını bilir. Ve filmleri vardır ve fotoğrafları ve sanatçıları ve de çocukları. Doğmasına bile yöneten amcalarının karıştığı çocukları…

Çocuk; annesinin rahminde sıkışıp kalır, karar veremez ki gelmeye. O yüzden bekler dokuz ayını. İnsan ilk anne rahminde olgunlaşır.  9 ay geçmiştir ilk kalbinin atışının üstünden. Yan dönmüştür, annesine bağlayan kordonu boğazına dolanır. Bulduğu yer dardır, çıksam anneme sıkıntı verir miyim, öldürür müyüm onu diye düşünür. Böylesi durumlarda çocuğu kurtarmayı düşünür herkes, çocuksa annesini.

Sezaryen diye bir şeyi bulur amcaları, ama daha büyük amcalar ona da karışır.

 Fetüs bunları bilemez, hissedemez diyenler çıkacaktır elbette. Onlara sormaktır borcum, siz bir fetüsün ne düşündüğünü nereden bileceksiniz? Benimkisi tahmin. Ve biliminiz bunun aksini ispatlayacak kadar gelişmedi ne yazık ki. Çünkü biliminiz, hala tabuların peşinde! Çünkü kontrollü ve yönlendirmeli. Biliminizin sınırını çizerler, siz de çıkıp bilim özgürdür dersiniz. Başörtüsüyle derse girmeyi özgürlük zannedersiniz. Oysa doğduğunuz anda hepiniz çıplaksınız. Ve gömülürken de. Ve banyodayken de. Geride kalan ve hayatınız dediğiniz her yerde kapalısınız. Sakladınız. Önce avret yerleriniz geldi ayıptır diye, sonra karşı cinse görünmediniz, saçınızı, inancınızı ve insanlığınızı ve de amaçlarınızı…

Şimdi bir türkü tutturmuşsunuz, tek sazla çalınan, tek kişinin söylediği, tek karar notasıyla ve tek seferlik.  Oysa ne güzel atasözleri vardı, “ bir elin nesi var iki elin sesi var” örneği gibi. Vaktidir söz söylemenin.

Bu türküyü söylemeyeceğiz arkadaş. Baskı ve zulmün türküsünü söylemeyeceğiz. Hamlete salavat getirtmenin, Sefillere şükür ettirmenin türküsünü söylemeyeceğiz. Acılara, ağıtlara, topraktaki karıncaya, karındaki bebeğe, tiyatrodaki oyuna, Karadeniz’deki dereye, memleketteki işçiye, okuldaki öğrenciye, piyanodaki notaya, yürekteki yusufçuk kuşuna, içimizdeki güvercine zulmü reva gören bu türküyü söylemeyeceğiz.

Artık yeter, çekilsin büyük amcalar; bu ülke yönetilecekse çocuklarca yönetilsin. Kendi dünyamda kral olmaktansa  onların hayal dünyasında köle olmaya bile razıyım. Yeter ki karışmasın at izi it izine…

 

İlker EKİCİ

ilker.ekici@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.