Batı'nın Osmanlı Üzerindeki Oyunlarının Türkiye Uzantıları (III)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Bu yazı dizime başlarken Kıbrıs’ın yakın tarihini araştırmak üzere başladım. Sebep sonuç ilişkilerine baktıkça daha gerilere gittim. “Kıbrıs’ı İngilizlere neden kiraladık?” “Ruslar Osmanlı’ya hangi bahaneyle savaş açtı?” gibi soruları sordukça Mora İsyanı’na kadar gittim. Tarihte her zaman bir kırılma noktası vardır. Osmanlı’nın Kıbrıs’ı kaybetmesi ve iyice güçsüz duruma düşmesinin kırılma noktası olarak Mora İsyanına kadar geri gitmek zorunda kaldım. Her şey bir isyanla başlamıştı... 1821’de başlayan isyanın sonuçları, yaklaşık 50 yıl sonra Osmanlı’nın tükenme noktasına gelmesine yol açtı… Şimdi de bir isyan var, Türkiye sınırları içerisinde... 30 yıldan beri Türkiye’nin politikalarına yön veren... Türkiye’deki isyanın da dış destekçileri mevcut. Şimdiki isyanın da en büyük dış destekçisi, stratejik ortağımız! Çıkarlarımızın örtüştüğünü iddia ettiğimiz bir ülke... Osmanlı zamanında da İngiltere Osmanlı’nın stratejik ortağı ve çıkarları örtüşen bir ülkesiydi... Osmanlı’nın Mora İsyanında yaptığı hataların aynılarını şimdiki hükümetlerin de yapıyor olması, inanın insanın içini acıtıyor.

Osmanlı’da olduğu gibi 50 yıl sonra ne durumda olacağımızı tahmin etmek zor değil... Ancak Türkiye’nin tam olarak parçalanabilmesi, stratejik ortaklarımızın bizi tam olarak parçalayabilmeleri için Osmanlı’nın yaptığı gibi topyekun savaşa girmesi şart. Tek tesellim “Musul ve Kerkük’ü almamız gerek” naralarını atanlara kulak asmayan TSK’nın yıllardır bu tuzağa düşmemiş olması. İsrail ile yaşanan son olayda, İsrail ile kapıştırılmak istenmemizi de ben bu çerçeveden değerlendiriyorum...  

Son olarak Mora İsyanı’nın geniş sonuçlarının İsrail’in tohumlarının atılmasına kadar vardığını görünce açıkçası şaşırdım.

İşte her şeyin sonu Kırım Savaşı (93 Harbi):

Rusya, 1853 yılından itibaren Kavalalı Mehmet Ali Paşa bunalımı sırasında takip ettiği zayıf bir Osmanlı Devleti üzerinde etki alanı kurma politikasını bırakarak, bu devleti yıkma politikası takip etmeye başladı. Bunu gerçekleştirebilmek için de kutsal yerler sorununu kullandı. Osmanlı Devleti, Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresinde Katolik ve Ortodoks cemaatlerine çeşitli ayrıcalıklar tanımıştı. 1853 yılına gelindiğinde ayrıcalıklar konusunda Rusya ile Katolikliğin dünya çapında savunuculuğunu yapan Fransa çatışmaya başladılar. Bu durumu bahane eden ve asıl amacı "Hasta adam" gözüyle baktığı Osmanlı Devleti'ne ve onun bekasına son vermek isteyen Rusya, Birleşik Krallık'a mirasın paylaşılması teklifinde bulundu. Ancak, çıkarları gereği Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün muhafazasından yana olan Birleşik Krallık bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, tek başına harekete geçerek, Osmanlı Devleti'ne bir ittifak teklifinde bulundu ve bu devletin sınırları içinde yaşayan Ortodoksların koruyuculuğunun Rusya'ya bırakılmasını önerdi. Osmanlı Devleti Britanyalın de desteğine güvenerek Rus isteklerini reddetti.

Bu bağlamda gelişen Osmanlı Devleti-Rusya gerginliği, Birleşik Krallık başta olmak üzere Avrupa devletlerinin de ilgisini çekmekte gecikmedi. Birleşik Krallık hükümeti, 1853'te yaşanan gerilim sırasında Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'ni destekleme politikasını benimsedi. Bu tercih, Osmanlı Devleti'ne destek olma isteğinin ötesinde, Avrupa'daki güç dengelerini yeniden tanımlama amacı taşıyordu. Avusturya İmparatorluğu'na karşı 1848 yılında başlayan Macar ayaklanmasının Rusya'nın yardımıyla kanlı bir şekilde bastırılması, bu dönemde Rusya'nın Avrupa'da artan bir şekilde güç kazanmasının göstergesi olarak yorumlanmıştı. Birleşik Krallık, bu ve benzer nedenlerle Avrupa'daki güç dengesinin kendi aleyhine bozulmasını engellemek istiyor, bu amaç doğrultusunda Rusya'nın güçlenmesinin önüne geçmeye çabalıyordu. Bunun yanında, Osmanlı Devleti'nin dağılması Rusya'nın topraklarını güneye doğru genişletmesi anlamına gelecekti; bu durum Birleşik Krallık'ın Asya'daki kolonilerine (özellikle Hindistan'a) ulaşmasını zorlaştıracaktı.

 Fransa Rusya'nın Avrupa güçler dengesinin dışında tutulması konusunda Büyük Britanya hükümetiyle benzer bir politika izliyordu. Rusya'ya bağlı olan Polonya topraklarında yeniden bir bağımsız Polonya kurulması ve bu bağımsız devletin Fransa'nın müttefiki olması olasığı da Fransa'yı Rusya'ya karşı cephe almaya teşvik ediyordu. Bu ve benzer nedenlerle, Rusya'ya karşı girişilebilecek bir müdahale, Fransa'yı Avrupa'da yeniden üstün duruma getirebilirdi. Bu nedenlerle Fransa, Osmanlı Devleti-Rusya geriliminde, tıpkı Birleşik Krallık gibi, Osmanlı Devleti'nden yana bir tutum takındı.

Prusya başta olmak üzere merkezi Avrupa devletleri bu düşüncelere karşıydı. Özellikle Avusturya, savaş sonunda yapılacak antlaşmadan ve ortaya çıkacak yeni statükodan endişeli idi.

 Rusya'nın İstanbul'da görevli elçisi Aleksandr Mençikof isteklerinin reddedilmesi üzerine 19 Mayıs 1853'te İstanbul'dan ayrıldı. Rus orduları savaş dahi ilan etmeden 22 Haziran 1853'de Eflak ve Boğdan'ı (Memleketeyn) işgale başladılar. Çar I. Nikolay, bu hareketinin bir savaş başlangıcı kabul edilmemesi gerektiğini açıkladı ve bu teşebbüsün bir güvenlik tedbiri olduğunu belirtti. Ancak, bu durum Avrupa'nın statüsünü değiştirmeye yönelikti. Bunun üzerine Avusturya'nın teklifi ile Viyana'da bir konferans toplandı. Fakat toplantıdan sonuç alınamadı. Bu sırada İstanbul'da, Rusya'ya karşı savaş ilanı için halk padişaha baskı yapmaya başladı. 4 Ekim 1853'te Rusya'ya bir nota verildi ve Eflak ile Boğdan'ın 15 gün içinde boşaltılması istendi. Rusya bu notaya kayıtsız kaldı ve tanınan sürenin sonunda savaş fiilen başladı.

 Savaşın başlangıcında Osmanlı ordusu Balkanlar'da başarılı oldu. Fakat Batum'a yardım götüren Osmanlı donanması 30 Kasım 1853'te Rus donanması tarafından Sinop açıklarında batırıldı. Rusların bu ani hareketi ve Karadeniz'de durum üstünlüğü sağlamaları Boğazlar'ı ve İstanbul'u tehlikeye düşürdü. Bu durum Avrupa devletlerini endişelendirdi. Birleşik Krallık ve Fransa devreye girerek tarafları uzlaştırmak istedi, ancak yapılan teklifi Rusya reddetti.

Rus ordusuna Tuna nehrini geçerek ilerleme emrini verdi. Birleşik Krallık ve Fransa, 12 Mart 1854'te Rusya'ya savaş ilan ettiler.

Birleşik Krallık ve Fransa, Osmanlı Devleti lehine savaşa girerken Avrupa kamuoyunu tatmin edecek ve özel menfaatler sağlayacak tedbirleri almayı da ihmal etmediler. Bu maksatla 12 Mart 1854'te İstanbul'da; 10 Mayıs 1854'te Londra'da ve 14 Haziran 1854'te Avusturya ile antlaşmalar imzaladılar. Avusturya ile yapılan antlaşma Tuna eyaletlerinin Rus ordusundan boşaltılmasını öngörüyordu ve Avusturya, gerekirse asker göndermeyi taahhüt etmekteydi. Bu nedenle 15 Mart 1855'te Sardinya Krallığı da ittifaka katıldığını açıkladı.

Savaş devam ederken Osmanlı ülkesinin Epir, Etolya ve Teselya eyaletlerinde Rum halkının isyan hareketleri başladı. Yapılan ikazlar dikkate alınmadı ve bunun üzerine Fransızlar Pire limanına asker çıkararak Yunanistan'ı abluka altına aldılar. Bu hareket Yunanistan'ı tarafsızlığa mecbur etti ve Rusya da bir müttefikini kaybetti.

Savaş Tuna, Kafkas ve Karadeniz'de yoğunluk kazandı. Tuna cephesinde durum önce Osmanlılar lehine gelişti. Fakat bir süre sonra Rus ordusu Silistre'ye kadar ilerledi. Bunun üzerine Britanyalı ve Fransızlar Gelibolu yarımadasına asker çıkardılar ve çıkan birlikleri Varna bölgesine sevk edildi. Bu sırada Avusturya da Rusya'yı baskı altına aldı. Rus ordusu Silistre önlerinden çekilmeye mecbur kaldı. Müteakiben de Eflak ve Boğdan'ı tahliye ederek savunmaya geçti.

Müttefikler, Rusya'yı barışa zorlamak için Kırım yarımadasında da bir cephe açmaya karar verdiler. 20 Eylül 1854'te 30 bin Fransız, 21 bin Britanyalı ve 60 bin Osmanlı askerinden oluşan müttefik kuvveti 89 harp ve 267 nakliye gemisiyle Kırım'a çıkarıldı. Ancak Kırım Savaşı düşünüldüğü gibi kısa sürede tamamlanamadı. 1855 ilkbaharında 140 bin kişilik bir müttefik kuvveti daha bölgeye çıkarıldı. Ruslar mağlup oldu ve çekilmek zorunda kaldılar. Kafkas cephesinde ise Ruslar başarı kazandılar ve Kars'ı ele geçirmeye muvaffak oldular. Bu sırada Çar I. Nikolay öldü, yerine geçen II. Aleksandr barış istemek zorunda kaldı. Barış şartlan Avusturya tarafından kendisine verilen bir ültimatomla bildirildi. II. Aleksandr istenen şartları esas tutarak barış teklifini kabul etti. Önce 15 Mayıs'dan 14 Haziran 1855'e kadar Viyana'da barış için hazırlık görüşmeleri yapıldı ve Paris Konferansı esasları tespit edildi. Rusya ile Osmanlı Devleti, Birleşik Krallık ve Fransa arasında Paris Antlaşması'nın imzalanmasıyla savaş sona erdi.

Kâğıt üzerinde, savaşın galiplerinden olan Osmanlı Devleti, aslında savaştan çok büyük zarar alarak çıkmıştır. Çok pahalı olan bu savaşı yürütebilmek için Osmanlı Devleti, ödeme yeteneğinin çok üstünde borç almıştır. Endüstrileşmeyi kaçırdığı için ekonomisi çağdışı kalmış olan devlet, bu borçların altından kalkamayacak ve 1881 yılında II. Abdülhamit döneminde Düyunu Umumiye idaresinin kurulmasıyla, Avrupalı devletlerin mali denetimi altına girip, yarı sömürge olacaktır. Özellikle Fransa'daki Yahudi Rothschild ailesinin sahibi olduğu bankalardan alınan borçlar sonucunda, Yahudilerin vaat edilen topraklara yerleşmesine engel olunamamıştır.

1878'de Osmanlı-Rus savaşını fırsat bilen İngiltere, "Ruslara karşı yardım" vaadi ile, Kıbrıs'ı yılda 92.000 altına kiralamayı başarmıştı. İngiltere, Doğu Anadolu'daki Kars, Ardahan ve Batum’a giren Rus ordularının geri püskürtülmesinde yardımcı olacak vaadi ile Kıbrıs'ı kiralamıştır ama bu kiralama geçici idi. Tehlike geçtikten sonra ada yeniden geri verilecekti. Yani Kıbrıs, İmparatorluğun bir parçasıydı. Padişah kira anlaşmasına (Ayestafanos-Yeşilköy) imza atmadan önce (Hukuku Şahaname asla halel gelmemek üzere muahedenameyi tasdik ederim) notunu düşmüş ve sonra imza etmişti.

Ne ki, İngiltere Adaya yerleştiği günden itibaren Kıbrıs'ı nasıl ilhak edeceğinin hesabını yapmıştı.

Nitekim Osmanlı İmparatorluğunun Almanya yanında 1. Dünya Savaşına katılması ile böyle bir fırsatı bulmuş ve yayımladığı bir emirname ile Kıbrıs'ı ilhak ettiğini duyurarak, her yıl ödemesi gereken 92 bin altını da ödemeyi durdurmuştu.

İşte bana göre Rusya ile İngiltere’nin arasındaki danışıklı dövüşün sonucunda güya Rusya kaybetmiş, Osmanlı kazanmıştır ama asıl kazanan İngiltere olmuştur. Osmanlı bu savaş sonrasında yarı sömürge durumuna düşmüştür. Milli Görüşçülerin küçük şeytan adını verdikleri İsrail’in tohumlarını o yere göğe sığdıramadıkları II. Abdulhamit atmıştır.

Bu savaştan ve bu sonuçlardan sonra artık Osmanlı iyice gücünü ve topraklarının çoğunu kaybetmiştir. Bundan sonraki süreç 1. Dünya Savaşına Osmanlı İmparatorluğu’nun bitmiş bir şekilde girmesi anlamına gelecektir.

Umit.Minel@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.